Yapay zekânın olası sonuçlarına yönelik popüler tartışmalar ütopya ya da distopyalar üzerine şekilleniyor. Genelde vasat bir Hollywood bilimkurgu filminin ötesine geçemiyor. Bir korku iklimi atmosferinde, hani yapay zekâ ‘duygulanacak’, kendi başına hareket edecek ve insanlığı yok edecek ya da yüzlerce mesleği gereksiz kılacak ve milyonlarca insanı işsiz bırakacak gibi iddiaları ileri sürenlerle, tüm insanlığa çalışmadan ya da çok az çalışarak kendisini istediği gibi geliştirebileceği bir ‘hobiler cenneti’ vaat ettiğini vaaz eden ‘uzmanlar’ arasında bir tartışma sürüp gidiyor.
Yapay zekânın kapitalizm sonrası bir cennete, söz gelimi tamamen otomatikleştirilmiş ‘ütopik komünizm’e mi yoksa cehennem gibi bir ‘teknofeodalizm’e mi yol açacağı ise henüz meçhul… Büyük olasılıkla her ikisi de olmayacak! İlki için illâki bir devrim ve kapitalizmin tarihe gömülmesi gerek ikincisi ise cidden bir kâbus olabilir, eğer ki mülkiyet, yönetim ve denetim bir sermaye grubunun ya da bürokratik bir kliğin elinde toplanırsa, her iki türlüsünde de sistem yaşanmaz bir hal alabilir.
DEVLET VE SERMAYE VARKEN… ‘ORTAK FAYDA’ NEDİR Kİ!
Yapay zekâyla ilgili siyasi tartışmalar oldukça kısır bir ortamda gelişiyor. Çok fazla bilgi sahibi olmadan tepkisellikler üzerinden gelişen bir tartışma iklimi söz konusu. Eğitim, yeniden beceri kazandırma, yapay zekânın benimsenmesinin önündeki engelleri kaldırarak rekabetçi kalma ihtiyacı ve potansiyel faydaların gerçekleşmesini sağlayacak bir ortam yaratmak gibi genel geçer öneriler var tabii. Ancak tüm bu önerileri biyoteknoloji, nanoteknoloji, atomaltı fizik, nükleer enerji için de dile getirmek çok kolay. Ve şu ana kadar insanlığın yaşam kalitesini yükseltecek ve bunu küresel olarak 8 milyarlık nüfusa eşit erişebilecekleri seviyede yayacak bir çabanın olmadığı aşikâr. Olması mümkün mü, o da ayrı bir mesele…
Sermayenin bunu yapması için bir gerekçesi olamaz, eğer ki kâr maksimizasyonu üzerine kurgulanmışsa!.. Bunun yanı sıra, devletleri unutmamak gerek, sermayeden bile tehlikeli bir odak! Sermayenin parası varsa, devletlerin de güç kullanma hakkı, silahları, kolluk kuvvetleri, işine geldiği gibi uyguladığı yasaları var. Adına ister demokrasi ister otoriter rejim deyin, devlet yapay zekâ gibi güce her zaman egemen olmak ister. Gerek yurttaşları izlemek için, gerek askeri sebeplerle, ve tabii sermayeyi de zapturapt altında tutabilmek için… Ancak, en önemlisi erki elinde tutmak ve paylaşmamak için!
İNGİLİZ SOSYALİSTLERİN BİR TARTIŞMASI ÜZERİNE
Yapay zekânın olası siyasi ve ekonomik etkilerini, Birleşik Krallık’ın sosyalist gazetelerinden The Morning Star da masaya yatırmış. Gazete, dönemin başbakanı Rishi Sunak’ın Kasım 2023’te Bletchley Park’ta (bir zamanlar İkinci Dünya Savaşı şifre kırıcılarının çok gizli evi, hani şu efsanevi ‘Enigma’nın kullanıldığı) düzenlediği ve çok konuşulan, 28 ülke temsilcisinin ve dünyanın önde gelen teknoloji şirketlerinin yöneticilerinin katıldığı ‘Yapay Zekâ Zirvesi’ndeki (AI Summitt) konuşmalardan yola çıkmış. SpaceX CEO’su Elon Musk’ın öne çıktığı o zirveden… Toplantıdan, yapay zekâ modellerinden kaynaklanan riskler konusunda uyarıda bulunan ve ‘kapsayıcı küresel diyalog’ ile tamamen gönüllü güvenlik testleri konusunda bir anlaşma çağrısında bulunan belirsiz bir ortak bildiriden başka bir şey çıkmadığını hatırlatıyor The Morning Star. İşte bu yazı hem gazetenin gündeminden hem de daha önce yapılan bazı tartışmalardan ortaya çıkan sonuçlar üzerine bir iç tartışma…
‘OTOMATİK MAKİNE SİSTEMİ’NDEN YAPAY ZEKAYA DEĞİŞEN NEDİR?
Teknoloji kendi dinamikleri özerk gelişen bir süreç değil, yani ana amacı buluşçuluk ya da gündelik hayatı kolaylaştırmaktan öte, bu kolaylaştırıcılığın kâr sağlayıp saylamayacağına endeksli. Kapitalizmde kâr ya da kontrol, genellikle her ikisi birden olmazsa olmaz! Yani yapay zekânın hikâyesi de bu minvalde yazılıyor ve yazılacak. Genel olarak teknoloji tarihinde olduğu gibi bilişimde de, kâr arayışıyla insan emeğinin ikame edilmesi, rutinleştirilmesi ve düzenlenmesi inovasyonun başlıca itici gücü oldu.
Karl Marx ve Friedrich Engels ‘Komünist Manifesto’da kapitalizm altında teknolojinin dinamizmini vurguladılar ve ‘üretim araçlarının dönüşümü’nün, üretimin yapısında değişikliklere yol açarak her şeyin dengesini bozacağından söz ettiler. Marx, “İşçinin yerine beceri ve güce sahip olan makine; kendisi aracılığıyla işleyen mekanik yasalarda kendine ait ruhu olan bir virtüozdur” saptamasını da yaptı.
Marx, ‘Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ (1859) ve ‘Kapital’e (1867) hazırlık olarak kaleme aldığı el yazmalarında, “kapitalizmde teknolojinin ‘otomatik makine sistemi’ […] bir otomat tarafından harekete geçirilir, kendi kendini hareket ettiren bir güçtür. Bu otomat sayısız mekanik ve entelektüel organdan oluşur, böylece işçilerin kendileri yalnızca onun bilinçli bağlantıları olarak rol alırlar” notunu düşmeyi ihmal etmedi.
Marx herhangi bir bilgisayarla karşılaşmamıştı, ancak ilk bilgisayar programcısı olarak bilinen Ada Lovelace ile birlikte, mekanik tablolardan oluşan bir hesap makinesi olan ‘Analitik Motor’u geliştiren Charles Babbage’ın çalışmalarından haberdardı. Tam olarak işlevini yerine getirebilen versiyonu ancak 2002’de tamamlanan ilk dijital bilgisayar olarak tanımlanabilir ‘Analitik Motor’. Bu makine ‘Jacquard’ dokuma tezgahının (dokuma kumaş üzerindeki karmaşık desenleri programlamak için delikli kart kullanan) veri kodlama ilkelerinin ilkel de olsa işlevlerini yerine getiriyordu.
BOE BAŞKANINDAN MARX’A GÖNDERME
Bugün Marx’ın saptamalarına pek çok iş insanı ya da yönetici gönderme yapmadan edemiyor. Mesala İngiltere Merkez Bankası’nın (Bank of England-BoE) eski Başkanı Mark Carney… Şöyle bir yorum yapıyor Carney: “Tekstil fabrikalarının yerine platformları, buharlı makinelerin yerine makine öğrenimini, telgrafın yerine Twitter’ı koyarsanız, 150 yıl önce Karl Marx British Library’nin okuma odasında ‘Komünist Manifesto’yu karalarken, var olan dinamiklerin tamamen aynısına sahip olursunuz”.
Carney elbette marksist değil, ama o ve diğerleri, Marx ve Engels’in otomasyon ve bunun kapitalizm içinde ortaya çıkardığı çelişkiler hakkında yazdıklarından bir şeyler çıkarsıyorlar.
Son zamanlarda yaşanan hızlı gelişmeler, ‘derin öğrenme’ olarak bilinen – ‘biyolojik sinirsel zekanın en temel işlevlerini taklit etmek için tasarlanmış büyük yapay nöron ağlarına dayanan’, ham verilerden üst düzey sembolik veya temsili yapının öğrenildiği yeni bir durumun ortaya çıkmasına neden oldu. Örnekler, yüz tanıma sistemleri ve Google’ın yalnızca bilgisayar ekranındaki piksel değerlerine dayanarak video oyunları oynamayı ‘öğrenebilen’ Deep Mind’ından sağlık alanındaki ‘büyük verilere’ (big data) ve otomatik yüksek frekanslı ticarete kadar uzanıyor. Bu gelişmenin üretimin hemen her sürecine sirâyet edeceğini şimdiden varsaymak mümkün.
‘EN İNSANIMSI’ SAYILABİLECEK OTOMATİK DAVRANIŞSALLIK
Şu anda gündemde olan sistemlerden biri de OpenAI tarafından geliştirilen ve Kasım 2022’de piyasaya sürülen bir ‘chatbot’ olan ChatGPT… GPT’nin açılımı aslında doğasını net olarak açıklıyor: Önceden Eğitilmiş Üretken Dönüştürücü (Generative pre-Trained Transformer)… Sorulara yanıt verecek, hatalarını kabul edecek, yanlış önermelere meydan okuyacak ve uygunsuz istekleri reddedecek bir diyalog yoluyla kullanıcılarla sohbet tarzında etkileşime girebiliyor. ChatGPT ve rakibi Google Bard için, belki de bugüne kadar yapay zekânın ‘Turing testi’ni (bir insanınkinden kolayca ayırt edilemeyen otomatik davranış) karşılamaya en çok yaklaşmış olan türevleri denebilir.
Daha açık bir ifadeyle yapay zekâ yeni bir ‘dijital Taylorizm’i mümkün kılıyor. Yani azami verimle kaliteli ve sürdürülebilir seri üretimi… Bunun yanı sıra, kişileştirilmiş pazarlama teknikleri için sınırsız olanaklar da sunuyor. Bilgi tetknolojileri artık üretimden tüketime kadar tüm tedarik zinciri boyunca işleyebiliyor ve herkesi etkileyebiliyor. Marx’ın da ısrarla belirttiği gibi, teknoloji uygulamaları ya da bunların sonuçları hakkında ‘kaçınılmaz’ hiçbir şey yok. Hepsi seçimler içerir ve bir seçimin olduğu her yerde alternatifler de var. Ancak, unumamak gerekir ki tüm bunlarla birlikte, ‘dördüncü sanayi devrimi’ kavramı ‘devrim’ sözcüğünü temel marksist anlamından (devlet iktidarının bir sınıftan diğerine geçmesi) uzaklaştıralı bayağı bir zaman oldu.
Bu bağlamda Marx, teknolojiyi kapitalizm içinde sadece kârları artırmanın bir aracı olarak değil, aynı zamanda kontrolle – işçi üzerinde kontrol ve işçiyi yerinden ederek iş sürecini doğrudan kontrol etmekle – ilgili olarak gördü. Marx şöyle demişti: “Makine sadece işçiye karşı üstün bir rakip olarak hareket etmez, her zaman onu gereksiz kılma noktasındadır. Ona karşı düşmanca bir güçtür ve sermaye bu gerçeği yüksek sesle ve kasıtlı olarak ilân eder ve bundan yararlanır”.
BOŞ ZAMAN ARTACAKTI HANİ?.. NİYE EMEKLİLİK YAŞI YÜSELİYOR?
Bugünkü uygulamalar otomotiv sanayiindeki egemen robotikleşmeden çiftçilikte akıllı mobil uygulamalara, süpermarket self-servis kasalarından online siparişlere, muhasebecilikten finansal hizmetlere kadar uzanıyor. Hatta gazetecilik, çevirmenlik gibi fikir temelli iş kollarına kadar… E o zaman bu insanlık için güzel günleri müjdeleyecek bir şey değil mi? Bol bol boş zamanı, eğlenmeyi, öğrenmeyi sağlayacak boş zaman nerede?
Söz gelimi şu soruyu soralım: Yapay zekânın sıkıcı, tekrarlayan ve tehlikeli işlerin yerini alma ve daha önce uzmanlık gerektiren entelektüel ve fiziksel görevleri daha erişilebilir hale getirme konusundaki muazzam potansiyeli göz önüne alındığında, boş zaman neden artmadı ve ‘iş’ ile arasındaki sınırlar hâlâ aynı oranda ‘kapalı’? Mesela, verimlilikte müthiş artışlar sağlayan otomasyona ve bilişim teknolojilerine karşın, tam da bu teknolojilerin üretimde en fazla uygulandığı gelişmiş ekonomilerde emeklilik yaşı neden yükseltilmek zorunda kalınıyor? Eşitsizlik ve yoksulluk neden artıyor?
AMA ‘GEREKSİZLER’ DE TÜKETİCİ OLABİLMELİ
Kapitalizmin ikileminden olsa gerek herhalde! Gerçi uygulanma şansı bulmuş reel sosyalizmin de bu meseleyi çözme imkânı olamayacağını söylemeden geçmemek gerek. Zira bütünsel bir gelişme değil bu ve onlarca sebebi var. Mesela demografik sorunlar… Bir emeklinin maaşını sistemi zora sokmadan verebilmek için en az üç çalışan olmalı. Otomotiv sanayiini dikkate alırsak, bu nasıl olacak peki? Kaynağı yapan robot, vidayı takan robot, boyayı yapan robot… İşçiye pek de gerek kalmıyor! Bir de müthiş bir küresel rekabet var, robotlar insanlar balık da tutabilsin diye üretim sürecine alınmadı ki, fiyat ve kalite rekabetini sürdürmek hedef. Hal böyle olunca ve alternatif iş sahaları yaratılmadıkça, hangi iş kolunda istihdam yaratacaksınız emeklilik maaşlarını karşılayacak aktif işgücüne?
Bu sebeplerle değil mi ki, Jeff Bezos, Bill Gates, Elon Musk, Mark Zuckerberg ve yüksek teknolojinin diğer ‘öncüleri’, kapitalizmi ve kârları ayakta tutmak için vergilerle ödenen ‘evrensel vatandaş temel geliri’ tartışmalarına destek veriyor. Sonuçta, Yuval Norah Harari’nin ‘gereksizler’ diye tanımladığı bir sosyal katman de ekonominin işleyiş zincirinde olmalı, kimisi makarna alacak seviyede, kimisi cep telefonu… Gereksizlerin de bu sistemde yeri olmalı ki, büyümeyi sürdürülebilir kılacak bir tüketim olsun. Şimdilik gidişat bu yönde görünüyor. Tabii bu gidişatı destekleyecek üstyapıya da acil ihtiyaç var ve bu konuda da yapay zekâ pek çok imkân sunuyor.
YAPAY ZEKA İNSANIN AKLINI ALIRSA!..
Marx’a göre teknoloji, ‘işçi sınıfının sermayenin otokrasisine karşı periyodik isyanları olan grevleri bastırmak için en güçlü silah’tı. Bugün teknoloji, kredi kartlarından geçmiş satın alma alışkanlıklarına dayalı öngörülü reklamcılığa kadar tüketiciyi kontrol etmekle de ilgili. Yani öyle bir hayal âlemi var ki, işçilerin zincirlerinden başka kaybedebilecekleri çok falza şey var! Tabii yine de buna güvenerek kontrolü elden bırakamaz sistem… Çok daha geniş ve etkin bir sosyal kontrol programına ihtiyacı var. Gerçek şu ki, yapay zekânın gelişiminin ön saflarında yeni gözetim, baskı ve savaş teknolojileri yer alıyor. Bundan daha da kötüsü ‘deep fake’ uygulamalar nedeniyle, post-truht denen distopik ve akıl karşıtı bir atmosfere sonsuz imkânlar tanıyan ‘yaratılmış manipülatif gerçeklik’in saldırısı altındayız. Devletler, sermaye, çıkar grupları, terör odakları ve eline fırsat geçen her odak tarafından her an yanıltılma ihtimaliyle karşı karşıyayız!
Yapay zekâ teknolojisindeki son gelişmelerle ilgili mevcut tartışmaların bazıları, ‘olan’ ile ‘olabilecekler’ arasındaki zıtlıkları vurgulamak üzerine kurgulanmış. Marx, sosyalizmde teknolojinin ‘özgürleşmiş emeğin yararına olacağını ve onun özgürleşmesinin koşulu olduğunu’ öne sürüyordu. Ona göre, insanlar, ruhu ezen kapitalist emeğin bağlarından kurtulduktan sonra, kapitalizm altında etkileşimlerimizin çoğunu çerçeveleyen ücret ilişkisinin dışında yeni toplumsal düşünce ve işbirliği araçları geliştireceklerdi. Biraz fazla naif bir yorum değil mi! Bu iş eskisi gibi genel grev, mitingler, direnişler ve ayaklanmalarla çözülecek gibi değil artık. Kavga meydanda değil, her insanın beyninin içinde gerçekleşiyor ve ortam çok puslu… Sermaye ve devlet artık sadece polis copuyla düzeni sağlamaktan çok daha güçlü bir olanağa sahip, insanın aklını alıveriyor!
‘AZINLIK RAPORU’ RELOAD
Ancak işi şansa bırakmak devletlere yakışmaz! Marx görme imkânına sahip olamadı, ama sosyalizm bu dünyanın yarısında öyle ya da böyle uygulandı. Çoğu hegemon güçlerin saldırganlığı kaynaklı pek çok dışşal sebepten ötürü olsa da, proletarya diktatörlüğü bürokratik diktatörlüğe dönüştü ve devlet fetişizmi zirveye çıktı. Özetle, sistem değişse de devletin genetik yapısı değişmedi. Bugün soyalizm deneyimini yaşamış, şimdi ‘piyasa sosyalizmi’ diye tanımlanan sisteminin yürütücüsü Çin Komünist Partisi’nin iktidarında, George Orwell’ın ‘Büyük Birader’i hüküm sürüyor. Yurttaşların tümü her türlü teknolojiyle izleniyor. 2014 yılından itibaren Çin’de pilot uygulamaya geçirilen ve Çin Halk Cumhuriyeti yurttaşlarının tümünü kapsaması hedeflenen bir ‘sosyal kredi sistemi’ bu. Her yurttaş hemen hemen hayatının her anında izleniyor, bu izleme sonucunda davranış ve tutumları analiz edilip bir ‘yurttaşlık puanı’ alıyor. ‘İyi ve faydalı yurttaş’ ya da ‘kötü ve gereksiz yurttaş’ olduğunuza devlet kontrolündeki yapay zekâ sistemleri karar veriyor! Ona göre bankadan kredi alabilecekler mesela, ona göre sosyal hizmetlerden yararlanabilecekler. İşte size ‘Minority Report’un (Azınlık Raporu) Çin versiyonu… Bunu ABD daha utangaç, daha doğrusu gizli biçimde yapıyor. Ve fırsatı olan her devlet de bu imkânı sonuna kadar kullanacak!
SERBEST REKABET DE, DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ DE RİSK ALTINDA
Bilgi teknolojilerinin özgürleştirici potansiyeli neden gizli gözetim ve Google, Facebook ve benzerleri tarafından kâr amacıyla veri toplanması gerçekliğiyle çelişiyor ve bir kontrol distopyası tehdidi yaratıyor? Belki de zekâya sahip olanın rekabet avantajı, ancak elindeki sermayeyle bir rekabet avantajı oluşturabilirken, zaten sermayeye sahip olanların yapay zekâyı geliştiren ve ona doğal olarak sahip olmalarındandır. İşler böyle giderse, serbest rekabete yapay zekânın en belirgin katkısı koskoca bir mezar taşı olacak! Eğer ki yapay zekâ teknolojileri açık sistemlere dönüşmez ve toplumsal fayda için kullanılamazsa… Üretim araçlarının en gelişkiniyse yapay zekâ, yeni sınıf mücadelesi de bunun üzerine olmalı herhalde, tabii özgürlük mücadelesi de… Nasıl olacak, işte orası çok karışık, bir o kadar da zorlu! Belki yapay zekâya karşı ‘toplumsal ortak akıl’ı oluşturabilecek bir vizyon ve olgunlukla…