Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, SGK’dan para almak için bebekleri öldürdükleri ortaya çıkan yenidoğan çetesine ilişkin olarak, “İletişim Başkanlığı’ndan şunu pompalıyorlar, ‘Efendim bu işin içinde CHP’li bir Belediye Meclis Üyesi var.’ Bu işin 10 kilometre kenarında bir tane CHP’li varsa, onu partide tutan namussuzdur, şerefsizdir. Bir tane CHP’li bulmuş koca çetede, sorumluluğunu örtecek. Bir sorumlu aranıyorsa, ‘Sorumlusu benim, ben’ diyen. Nasıl FETÖ’nün bütün hastaneleri bir gecede kamulaştı. OHAL ilan etmeye gerek yok. Buradayız. Getirin, o hastanelerin hepsini bir gecede kamulaştıralım Meclis eliyle. Yasal düzenleme, salı günü Meclisten oybirliği ile geçirilmelidir. Hodri meydan. Bu kadar pislik akan adamlar, tutmuşlar 22 yıllık iktidarın sonunda sorumluluğu bize doğru ittiriyorlar. Her şeyi biliyorsan bu işi de çözeceksin kardeşim” ifadesini kullandı.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Ankara Hasanoğlan’da gerçekleştirilen Eğitim Zirvesi’ne katıldı. Zirvenin açılışında konuşan Özel, “Türkiye’de yapılan bütün anketler yüzde 80 ile 85 arasında kişilerin, velilerin çocuklarının aldığı eğitimden memnuniyetsizliklerini ifade ediyor. İktidarların güçlü yanları vardır, zayıf yanları vardır. Bu iktidarın eğitim hiçbir zaman güçlü yanı olmadı. Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı bu iktidarın en çok değiştirdiği iki bakanlıktır, birbiriyle yarışırlar. Sayın Erdoğan kendi kitlesine yönelik örneğin il başkanlarıyla, ilçe başkanları ile yaptığı toplantılardan canlı yayınlara yansıdığı şekliyle bu işi beceremediklerini söyler. Tabii onun hedefi başka bir şey, diyor ki; ‘Her şeyi yaptık ama istediğimiz gibi bir milli eğitim sistemi kuramadık’ diyor. Zaten aslında özeleştiri için demiyor ama esas meseleyle ilgili en doğru tespiti de kendi yapıyor” dedi.
Özel, şunları kaydetti:
“KENDİNE GÖRE NESİL YETİŞTİRMEK İSTEYEN BİRİ ÜLKEYİ NE HALE GETİRDİ”
“Biraz önce Gölge Bakanımızın ifade ettiği gibi kendi ideolojisine göre, kendini memnun edecek, kendi gibi kinli, eğitimi kendine benzeyen, dünya görüşü kendine benzeyen bir nesil yetiştirmek için bir çaba içinde olunca böyle oluyor. İyi örnek diye hep bakılır, geçtiğimiz günlerde Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin Genel Başkanı burada misafirimizdi, uzunca Alman eğitim sistemini de konuştuk. Ben, 10-17 yaş arasında Türkiye’de ama en az yedi Alman öğretmenle ders alarak büyüdüm bir yatılı okulda. Oradan öğrendiklerimiz, okuduklarımız, edindiklerimizden bildiğimiz bir şey var. Hepimizin bildiği bir şey var. Almanya’da ulusal mutabakatlar meşhurdur ve en yüksek ulusal mutabakat, milli mutabakat milli eğitim konusundadır. Her gelenin değiştirmediği, ilişmediği, sistemin belli olduğu, velisinin, öğretmeninin, öğrencisinin ve yetişecek öğrenciyi bekleyen sanayisinin, akademisinin, devletin üzerinde tam mutabık olduğu eğitim sistemi vardır. Sonuç şu oluyor; bu eğitim sistemi olanlar ve olmayanlar, böyle güçlü eğitim sistemleri olan ülkeler ve olmayan ülkeler diye dünya ikiye ayrılıyor. Bir taraftakiler dünyanın en pahalı makam arabalarını üretiyorlar. Limuzin Mercedes üretiyorlar. 10 tane üretiyorlar. Kendileri aynı firmanın, hatta bir başka Alman firmasının mütevazi makam arabasına biniyorlar. O 10 taneyi eğitim sistemi bozuk ülkelerin liderlerine satıyorlar. İki tanesi bizde, bir tanesi Birleşik Arap Emirlikleri’nde, bir tanesi Katar’da, bir tanesi Suudi Arabistan’da. Ama o arabanın satıldığı tarihte Merkel, Transporter minibüse biniyordu. Bizimkiler uçan saraylarla uçarken, tarifeli uçuyordu, basın da dalga geçiyordu ‘Merkel tarifeli uçakla ekonomide uçuyor’ diye. O yüzden aslında kendine göre bir nesil yetiştirmek isteyen birinin yaptığı müdahalelerin ülkeyi ne hale getirdiğini görmek lazım. Ama meseleyi sadece 20 yılla da sınırlı tutmamak lazım.”
“ÖĞRETMENLE ÖĞRENCİ ARASINA PARA GİRERSE ORASI YOZLAŞIYOR”
“Türkiye’de gelen iktidarlar tabii ki Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, İnönü’nün, 1950‘lere kadar son derece idealist ve kendi hırslarına, kinlerine göre değil ama tahayyül ettikleri güçlü Cumhuriyetinin ihtiyaç duyacağı insan kaynağına, akademisyenine, öğrencisine, ustasına, işçisine göre ve Cumhuriyetin ihtiyaç duyduğu aydınlanma devrinin ışığında ve onunla birlikte koşan, öyle köylüler, öyle memurlar, öyle işçiler yetiştirmek, öyle ebeveynler yetiştirmek için yaptıkları dışında maalesef Türkiye’de eğitim üzerinde mutabakatın olmadığı, kurulamadığı ve halk arasındaki deyimle, yazboz tahtasına döndüğü için bugünlere sürüklendiğimiz bir noktada. Bugün kürsüde 10 yaşında devlet parasız yatılı sınavını kazanıp devlet bursuyla yatılı okula gitmiş, ortaokulu, liseyi parasız yatılı bursuyla devlet okulunda okumuş, devlet üniversitesinde yüksek öğrenim tahsil etmiş ve devletin yetiştirdiği ve aslında bugün birazdan burada çokça konuşulacak bambaşka bir damardan gelen öğretmenlerin yetiştirdiği, iki emekli öğretmenin yetiştirdiği birisi konuşuyor. Ve şunu biliyorum ki, bir mesele ne kadar ticarileşirse, eğitimde kurumla veli arasına ya da öğrenciler arasına, öğretmenle öğrenci arasına paranın olduğu bir şeyler girerse orası yozlaşıyor, bozuluyor ve savruluyor. Bu yüzden elbette çok sayıda özel eğitim kurumu var. Belki Türkiye’de eğitimin özelleşmesi geri dönülemeyecek noktaya geldi. Ama buna bir dur demek lazım. Maliyeti ne olursa olsun bunun artısını eksisini hesaplayıp artık özelleştirmeyi, özelleşmeyi, paralı eğitimi, parası olanla olmayan arasında hayata kapatamayacağı kadar büyük farkla geriden başlayan sistemi komple değiştirmek gerekiyor. Hemen olmayacak. Ama şundan emin olun iktidarımızda geldiğimiz günden sonra eğitim asla bir gün öncesine göre daha ticari olmayacak. Her gün bu ticari eğitimden adım adım kamusal, eşit, kaliteli ve ayrımsız eğitim politikasına ve öğretim düzeyine dönmek durumundayız. Bu şu demek değil; bir günde özel okulları kamulaştıramazsınız. Ama günü geldiğinde bugünden özel okulların çok başka bir noktada olduğu ve keşke ve keşke artık annenin, babanın parasının çocuğun aldığı eğitim üzerinde etki yapmadığı ya da çok minimum düzeyde kaldığı, standart kaliteli eğitimin herkes tarafından erişildiği, parası olanların başka türden ayrıştıkları bir sistemi mutlaka kurmamız gerekiyor. Bugün beş veliden üçü ‘İmkanım olsa çocuğumu özel okulda okuturdum’ diyor. Ve o üç veli çocuğunun aldığı eğitimden memnun değil. Bu gerçekten toplumsal farkındalık noktasına geldiğinde rakamlar yüzde 85’ler noktasına çıkıyor.”
“ÖĞRENCİ ‘İSMET PAŞA’YA BAŞKA YEMEK VERDİNİZ’ DİYOR”
“Bugün nasıl bir mekandayız? Bugün genç Cumhuriyetin en büyük aydınlanma adımlarından birini temsil eden Köy Enstitülerinden bir tanesinin tarihi bir mekandayız. Hasanoğlan Eğitim Zirvesi’ni yapıyoruz. Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün o zaman yapılan ve 1940’larda kurulan 15’inci köy enstitüsü olarak kurulan,1941 ile 47 arasında çok değerli mezunlar veren ve aslında Lüleburgaz’daki Kepirtepe Köyü Enstitüsü olan ama 1941 Nisan ayında İkinci Dünya Savaşı’nın buhranıyla ve ordunun manevraları ile birlikte savaşa girildiği takdirde hayatları tehlikede olmasın diye sakınılan 266 öğrencinin güvenli yer olarak Ankara’ya taşınmasıyla hayata geçen bir mekandayız. 1942’de köy enstitüsü oldu burası ve Yüksek Enstitü tanımını aldı. İlköğretime öğretmen, denetmen, başöğretmen ve diğer uzmanları yetiştirmek üzere faaliyete geçti. Ankara’daki köy enstitüsü olunca İsmet Paşa’nın ilgi alanındaydı. Buraya gelirken Çankaya Belediye Başkanımız, İsmet Paşa’nın hatıratına benden daha meraklı birisi varsa Hüseyin Başkan’dır. Şu hikayeyi anlattı, burası ile ilgili; İsmet Paşa ara ara buraya geliyor gidiyor. Tabii köy enstitülerinde cuma günü akşam yönetim öğrencilere bir haftayı değerlendirip, öğrencilerin sorularını yanıtlıyor, eleştirilerini alıyor ve öğrencilerin şikayetleri varsa dinliyor ve özeleştiri yapıyor. İsmet Paşa gelmiş gitmiş, Hasanoğlan’da bir öğrenci kalkıyor diyor ki; ‘Paşa’ya başka yemek verdiniz. Bizim karavanadan yemedi, etli yemek yedi.’ Ve okuldaki fısıltı bu soruyla birlikte hararetli ihtirasa dönüşüyor. Okulun yöneticisi, öğretmeni, başöğretmeni önce soruya teşekkür ediyor. Sonra diyor ki; ‘Şeker hastası olanlar el kaldırsın.’ Kaldırıyorlar. Birkaç çocuk. ‘O gün ne yediniz?’ diye soruyor. Diyorlar ki ‘Etli bezelye yedik, bulgur pilavı yedik, yoğurt yedik.’ ‘İsmet Paşa ne yedi?’ diyor. Söylüyorlar; ‘O da onu yedi.’ ‘İsmet Paşa asker olduğu için değil, İsmet Paşa cumhurbaşkanı olduğu için değil, İsmet Paşa şeker hastası olduğu için köy enstitüsünün şeker hastalarına çıkan menüsü neyse onu yedi’ diyor. Bütün öğrenciler alkışlıyorlar. Soru kadar cevap da çarpıcı. Ama yol boyunca bunu konuştuk il başkanımızla, Umut vekilimizle. Bu sorunun sorulabildiği bir yer burası. ‘Cumhurbaşkanına etli yemek nasıl çıkar, benim yemediğim yemeği ona nasıl verirsin?’ diye öğrencinin hakkını aradığı ve gerçekten bu eşitsizliğin olmadığı ve bunun makul cevabının ta 2024 yılına, partinin ikinci genel başkanına yapılmayan ayrımcılığın partinin son genel başkanının kıvançla anlatılabildiği bir çatının altındayız. Ne kadar gurur duysak, ne kadar övünsek, ne kadar bu ülkenin eğitim sisteminin temellerinin kuvvetli atıldığını anlatsak, benim de 20 dakika, yarım saat öncesine kadar bilmediğim bu anekdot kadar herhalde etkili olmaz.”
“CUMHURİYET HALK PARTİLİ BAKAN SORUNLARA BÖYLE ÇÖZÜM ARAYACAK”
“Eğitim, ülkemizin en temel sorunlarından bir tanesi. Bu konuda büyük mutabakat var ki kimse memnun değil. CHP olarak bunu görüyoruz, yıllardır görülüyor. Duyuyoruz, duyurmaya çalışıyoruz. Ancak Suat Başkan’a, Gölge Bakanımıza teşekkür etmek isterim ki, göreve geldiğinden beri milli eğitim politikaları meselesini hem yapıcı hem eleştirel hem çoklu akla inanan ve bunu politika belgesine dönüştürmek için çoklu akılla birlikte doğruyu arayan strateji izliyor. Aslında tam da gölge bakanlıklar bu yüzden var. Yoksa bütün genel başkan yardımcılarımız tematik alanlarda görevlendirilebilir. Ama biz topluma şunu göstermeliyiz. ‘Biz iktidar olduğumuzda bakanımız bu olacak’ diyemiyoruz ama ‘Cumhuriyet Halk Partili bir bakan, Milli Eğitim Bakanı olacak ve bakan böyle bir bakan olacak. Sorunlara böyle çözüm arayacak, meseleyi böyle tartışacak, paydaşlara böyle kulak verecek’ diyoruz.”
“ÇOCUĞUN SINIFI YOK AMA SINIFLARIN ÇOCUKLARI VAR TÜRKİYE’DE”
“18 Mayıs’ta ilk önce İstanbul’da atanmayan öğretmen sorununu görünür kılmak ama o günlerde bir zorlamayla hayata geçirilmeye çalışılan ve maalesef geçirilen, ‘Beş yıldır çalışıyoruz’ deyip ‘Yedi günde katkı yapın’ dedikleri sonra ‘Yedi gün yetmez ‘deyince ‘Haydi yüzde 50 zam yaptım, 10 günde görüş bildirin’ dedikleri küstahlıkla karşı karşıya kaldığımız müfredat meselesini gündeme getirmiştik. 18 Temmuz’da biraz önce ifade edildiği gibi 24 saat süren milli eğitim maratonunda hepiniz, hepimiz açılışta ben ama esas söyleyecek sözü olan ve o gün bize zaman ayırabilen herkes 24 saat boyunca Anıtpark’ta, 10, 15 dakika sözünü söyledi, itirazını yaptı ve önerisini dile getirdi. 5 Ağustos‘ta eğitim sendikalarının yöneticileriyle bir araya geldik ve onlarla bir günlük çalışma yapıldı. Ben de çokça istifade ettiğim, birkaç saatine o toplantının katıldım. Nitelikli eğitime ulaşmanın sınıfsal bir soruna dönüştüğü tespitine herhalde artık kimse itiraz edemiyor. Çocuğun sınıfı yok ama sınıfların çocukları var Türkiye’de. Sınıfların çocukları birbirinden çok farklı nitelikte, kalitede eğitim alıyorlar. Bakanlık bile sınav başarılarında ailelerin sosyoekonomik durumunun etkili olduğunu tespit olarak paylaşıyor. Devlet okullarındaki eğitim kalitesine güven duyulmuyor. Özel okul ücretleri karşılanamayacak seviyelere geldiği için yaşanılan büyük ve kısa süre içinde üç, dört yıl içinde paranın satın alma gücünün neredeyse 10 kat azaldığı bir süreçte maalesef özel okulda başlamış öğrencilerin devlet okuluna dönme süreci, özel okulda okuyan öğrencilerin taksitlerinin ödenmemesi, kayıtların yenilenememesi gibi bu okullara başlamamış olmanın, niyet etmiş olmayan ailelerde olmayan yepyeni ve bambaşka travmalar bu işin cabası. CHP iktidarında biraz önce açıkça söyledim böyle bir adaletsizliği ortadan kaldırmak için her sabah, Milli Eğitim Bakanımıza, ‘Dün ne yaptın?’ diye sorulması gereken bir gündür. ‘Bu eşitsizliği ortadan kaldırmak için eğitimi dünden bugüne daha kamusal hale getirmek için ne yaptın?’ diye sorulması gereken, kaynakların dağıtılmasını siyasi tercih olduğu gerçekliğiyle, kaynaklar paylaştırılırken geçen gün azalan, her geçen gün artan bir bütçenin teklif edilmesi ve bu büyük eşitsizlik ortadan kalana kadar da bu konuda eğitim alanına pozitif ayrımcılık yapılması gerekmektedir.”
“OKUL YÖNETİCİLERİ, ‘TEMİZLE KARDEŞİM’ DİYOR, TEMİZLİYORUZ’
“CHP iktidarında liseyi bitirmiş her gencin en üst düzeyde bir yabancı dil bilmesini ve teknoloji okuryazarlığı konusunda dünyayla rekabet edebilecek düzeye kavuşmasını olmazsa olmaz hedef olarak önümüze koyuyoruz. Maalesef bugün siyasetçilerin bile çok doğrudan yaşadıkları bir problem, Türkiye’de yabancı dil eğitimine ayrılan süreye, emeğe, öğretmenlerin emeğine, velilerin niyetine, öğrencilerin gayretine rağmen doğru bir yabancı dil öğretim planı olmayıp uygulanamadığı için şu anda bütün öğrencilerimiz defalarca hazırlık okuyan ama iki kere hazırlık okumuş, ömrünün iki yılını sırf yabancı dili iyi olsun diye vermiş, üç olan örnekler var. Hele hele sınıf tekrarları ile üç yıllar, dört yıllar var. Sanki bir lisans eğitimiymiş gibi ömürden gitmiş ama dünyada mesleğini yapmak istediğinde mutlaka yeniden yabancı dil eğitimine, yurtdışında dil okuluna ihtiyaç duyulan örnekler var hepimizin yaşadığı. Bu konuyu olmazsa olmaz yetkinlik olarak yabancı dil ve gerçek anlamda teknoloji okuryazarlığı, teknolojik yetkinliğe tüm öğrencilerin kavuşturulması gerekiyor. Hijyen sorununu hem Başkanımız hem Gölge Bakanımız ifade ettiler. Yazın ortasında bu tehlike görüldü. Çok sayıda belediye başkanımız bu işlere girişti, engellemeler olmadan halledenler duyuyorum gittiğim yerlerde. ‘Yaz boyunca şu kadar okul boyadık, temizledik ve şunu yaptık.’ Ama çok büyük miktarda okul tam da MYK‘ya sizlerden gelen raporlarla eylül ayının başında Suat Özçağdaş dedi ki, ‘Okulların hijyen, temizlik sorunu kırmızı alarm’ dedi. ‘Ardından beslenme meselesi çıkacak’ dedi. Her ikisini yaşadık. Bir genelgeyle, eğitim sekreterlerimize dedik ki, ‘Çocuk mahremiyetine saygılı, video falan çekmeden, patırtı gürültü olmadan, iletişimini yapmadan okullara gidin, ihtiyacı tespit edin ve en yakın belediyeyi harekete geçirin.’ Biraz önce Mansur Başkan yaşadıklarını, rakam rakam veriyor. Bütün Türkiye’de çok az okul gerçekten ihtiyaç duymuyordu, geri kalanın hepsinin ihtiyacı vardı, tamamı malzeme istediler. Neredeyse dörtte üçü, erişilen okulların, ‘Aman bu okullari temizleyin’ dediler. ‘Çok büyük hizmet olur’ dediler. Biz iletişimini yapmadık ama maalesef öğrenilince, duyulunca haber olunca, keşke bir kere olsun temizleyebilseydik o haberler çıkana kadar. Döndüler, biz ‘Bakın, biz temizliyoruz’ demedik. Onlar ‘Sakın ha, temizletmeyin’ dediler. ‘Bu işi devlet yapamıyor, belediyeler yapıyor dedirtmeyelim’ dediler. ‘Ankara’da Mansur Yavaş olmasaydı okulları pislik götürüyordu’ denmesin, ‘CHP’li belediye iyi ki oy vermişim yoksa bu tuvaletler bu haliyle kalacaktı denmesin’ diye engel olmaya çalıştılar. Canına tak etmiş, çoğunluğu emekliliği gelmiş, bunlardan korkmayan okul yöneticileri, ‘Temizle kardeşim’ diyor. Diyeninkini temizliyoruz. Ama büyük kısmı yok 30 bin personel alınacaktı da yok 560 TL günlük ücret verilecekti de derken okullarda hala ciddi şekilde hijyen sorunları yaşanıyor.”
“8 YAŞINDA SABİNİN BOĞAZINDAN GEÇECEK SICAK ÇORBAYLA SORUNU VAR”
“2018 seçim beyannamemizde demiştik ki, ‘Okullarda, her öğrenciye, bir öğün, üç kap sıcak yemek verilecek.’ ‘Biz de yapacağız’ dediler. Biz de dedik ki, ‘Seçim sonuçlanmadı. Kimin kazanacağı belli değil.’ Hiç olmazsa öğrenciler birer öğün yemek kazandılar. Bu bir öğün yemeğin anlamı hem okuldaki eşitsizlikleri ortadan kaldırıyor. Bir tanesi döner yerken, sucuklu kaşarlı tost yerken öbürünün karşıdan bakması veya sadece bir kuru poğaça alması, onu bile alamaması gibi durumları ortadan kaldırıyor. Ayrıca o poğaçaya ya da evden bir kuru ekmek peynir getiren öğrenciye devlet eliyle, doğru diyetle protein veriliyor. Ve günde bir sefer müdahale ettiğiniz o iş bu ülkenin bir neslinde çok önemli etki yapacak. Ama ‘Seçimi kimin kazandığı belli olmadan öğrenciler kazandı’ demiştik. Seçim bitti, ‘Biz onu okul öncesi ile başlayacağız’ dediler. Geçen sene eylül ayında okul öncesinden kaldırdılar. Belediye başkanlarımız canlı yayında söyledi, ‘Biz okullara yemek vermek istiyoruz.’ Yanında belediye başkanımız var, bu ilçeninki, arkasında Çankaya‘nınki var. Her birisi hazır, ‘Gel, okulda sıcak yemek ver’ dediklerinde vereceğiz. Ya okula sokmadıkları gibi okulun köşesine seyyar araba koyuyoruz ona da izin vermiyorlar. Sekiz yaşında sabinin boğazından geçecek bir sıcak çorbayla, bir kavurmayla sorunu olan bir iktidarla karşı karşıyayız. Yapamıyor ve yaptırmıyor. Ayrıca kendisi geri geri giden bir iktidarla karşı karşıyayız, 2016 bütçesi yetersizliği yüzde 16.8’di bütçeden Milli Eğitim’e ayrılan pay. Bu sene dün geldi, evvelsi gün geldi ve yüzde 9.8. Yani kötüler ama her geçen gün daha da kötüye gidiyorlar. Dünya üzerinde bir ülke yoktur ki Milli Eğitim‘e ayırdığı para beş, altı yıl içinde kendisi bütçe üzerinden yüzde 40 azaltmaya gitsin. Bu gerçekten kabul edilebilir bir yaklaşım değil ve bunu bütçe sırasında ilgili komisyondaki arkadaşlarımız da dile getirecekler, temel bir mesele ve bütçeye en çok itiraz edilen alan olarak tartışılması gerekiyor.”
“DÜNYA SİYASİ TARİHİNİN EN BÜYÜK SİYASİ KAPKAÇ VAKASI”
“2002’de 68 bin atanmayan öğretmen için, buna ‘Atanamayan’ demiyoruz, itiraz ediyoruz çünkü öğretmene bir kusur, kendisine bir masumiyet atfediyor. ‘Atanamayan öğretmen’ hani atanamamış. ‘Atananı var bu atanamayan’ ya da ‘Kendisini atayacaktım ama atayamadım.’ Hayır, atanmayan öğretmen sorunu var. Bu 2002 yılında 68 bindi ve rahmetli Ecevit’e demediğini bırakmıyordu Erdoğan, demediğini bırakmıyordu. ‘Madem atamayacaksın niye okuttun?’ diyordu. Bugün o rakam 1 milyon ve son çıkan kanunla dünya tarihinin, dünya siyasi tarihinin en büyük siyasi kapkaç vakası ile karşı karşıyayız. Bir milyon öğretmenin yasa çıkarma yoluyla diplomasına kapkaç yaptılar. 1 milyon öğretmen var, okumuş, lise sona gelmiş, büyük ihtimal onu zaten çocukluğundan aklına koymuş, bu şartlarda öğretmen olmayı kolay kolay kim tercih eder, çok rasyonel bir tercih olmadığı belli çok duygusal bir tercih, altı yaşında filan gönlüne düşmüş olmalı. Bir iyi örneği görmüş ve gönlüne düşmüş olmalı. Okumuş, çalışmış, tercih etmiş, girmiş, okulu bitirmiş, diplomayı almış. Diyor ki, ‘Senin diploman geçmez. Ben içinizden 20 bini seçeceğim, bunları iki yıl daha okutacağım. Okurken izleyeceğim. Bu ilaç firmalarının tıbbi mümessil alması gibi çeşitli durumlardaki tutumunuzu takip edeceğim. Elediğimi eleyeceğim, kalanları atacağım.’ Kendi yaptıkları hesaba göre, verdikleri rakama göre, Bakanın biri diyor ki, ‘Bundan sonra her yıl emekli olan kadar öğretmen alacağız.’ Bu rakam 20 bindi, Milli Eğitim Bakanı teyit etti. Bu hesaba göre, bütün eğitim veren üniversiteleri kapatsak, daha doğrusu öğretmen yetiştiren bölümleri kapatsak ayrıca da başka bölümü bitirenleri artık öğretmenliğe geçiş, formasyon meselesini de tamamen durdursak, bugünkü öğretmenlere Allah uzun ömür verse, sonuncusu 65 sene sonra atanabiliyor, 65 yıl sürüyor dedikleri iş. Bir tane yeni öğretmen olmasa, 1 milyon öğretmeni, 20 bin, 20 bin, 20 bin, onları da elledikleri hariç hiçbirisi elenmesi millî eğitimin o subjektif kriterlerine uygun tutum ve tavır içinde olsalar 65 yılda atayacaklar bütün öğretmenleri.”
“PİYANGODAN İKRAMİYE VURMAYAN ÖĞRETMENİN EV ALMASI MÜMKÜN DEĞİL”
“Ben, boğazından geçen her lokma ya devletin karavanasından ya da devletin ödediği emekli maaşıyla ya okulda ya okuldan kazanılan, alınan bir maaşla yetişmiş birisiyim. Evlendiğim güne kadar böyleydi, kendi eczanemi açtığım güne kadar böyleydi. Eskiden öğretmenler eğer iki öğretmen çalışıyorlarsa beşinci yılda tek öğretmense onuncu yılda bir araba, ikinci el araba. İki öğretmense beş yılda araba, onuncu yılda mütevazi bir daireye, hiç olmazsa taksitlerini ödeyebilir hale gelerek sahip oluyorlardı. Bugün babasına miras kalmayan, Milli Piyangodan ikramiye vurmayan herhangi bir öğretmenin araba alması, ev alması mümkün değildir, mümkün değildir. 2002 yılında çeyrek altın 27 liraydı. Asgari ücret 187 liraydı. En düşük emekli maaşı 356 liraydı bu iktidar geldiğinde. Yani en düşük öğretmen maaşı köşedeki kuyumcudan 13 çeyrek altın alıyordu. Bugün en düşük öğretmen maaşı 40 bin lira ve sadece sekiz çeyrek altın alabiliyor ki öğretmen maaşları ile ilgili bütün itirazlara, bütün mücadelelere, güya bütün düzeltmelere karşı bu iktidar geldiği gün ve bugün arasında tam her ay beş çeyrek altın kayıptır. Bir öğretmen bir çeyrek altın kaybetse, bütün çantalarını döker, okula bakar, kitaba bakar, her yere bakar, o çeyrek altının peşine düşer. Bir öğretmen değil, her öğretmen, bir altın değil, beş altın, bir kere değil, her ay kaybediyor. Bu iktidarın öğretmene yaptığı da budur.”
“F16 İLE MECLİS’İ BOMBALAYANLAR SİZİN SİSTEMİNİZİN ÜRÜNÜ”
“Ayrıca üniversite öğrencilerinin kredisi konusunda da sayın Erdoğan çıkıp her seferinde, “Efendim biz gelmeden önce bunlar 45 liracık burs veriyorlardı’ diyor 45 liracık. Ona da baktık. 22 yıl önce 45 liracık burs asgari ücretin yüzde 27’si, bugün yüzde 11’i. 2002 yılında 45 liracık bursla 225 simit alınıyor, bugün 133 tane. 45 liracıkla 2002 yılında 1.7 çeyrek altın alınıyordu bugün 0.4. Altın hesabıyla 45 liracık dört kat gerilemiş. Yani Tayyip Bey bugün aslında Ecevit‘in, çok eleştirdiği kendisinden önceki koalisyon hükümetin parasıyla 11 liracık veriyor, onlar 45 liracık verirken. Ve geçtiğimiz günlerde konuşurken, metinde ‘Cumhuriyet Halk Partili belediyeler 61 yeni yurt yaptı’ dedik. AK Partili hiçbir belediye ne İstanbul’da ne Ankara’da yurdu yoktu, bir öğrencinin imkan başını sokmasını imkan yoktu. ‘61 yurt yaptı’ derken, bunu ‘Belediyeler’ derken ‘İstanbul Büyükşehir’ demişim. Sağ olsun eski görevimden mevkidaş Leyla Şahin Usta fırlamış, ‘Yalan, yalan, yalan. 61 tane yurt yapmadı.’ Leyla Hanım yalan olan o değil, 61 yurdu bizimkiler yapmış. Ama bu 61 yurdun 16 tanesi İstanbul’da yapılmış, iki tanesi daha açılmak üzereymiş. Ama toplamda 5 bin kapasitesi varmış. Peki ondan önce? Hiç yok. Beş öğrenciyi alıp belediyenin yurduna koyduğunuz yoktu. Niye? Mesela bu TOKİ her şeyi yapıyor, köprü yapıyor, yol yapıyor, lüks villa yapıyor, her şeyi yapıyor. Bir tek öğrenci yurdu yapmıyor. Niye? Ya da Ankara’da şu anda 2 bin öğrenci sayın Yavaş‘ın yaptığı yurtlarda ya da hizmet satın aldığı yerlerde ücretsiz konaklıyor ya da çok düşük ücretle kalıyorlar. Ankara’da ‘Kapıda kaldım, param yok’ diyen hiç kimse geri çevirmiyor. AK Partili belediyede neden Melih Gökçek bunu yapmıyordu? Zihniyet belli. Yurt yapmayacaksın ki yollamak istediğiniz yurtlara gitsin, o kindar yetiştirmek istediğiniz yerlere gitsin. İleride bu devletin kendi altına verdiği F16 ile Meclis’i bombalayanlar var ya işte onlar sizin sisteminizin ürünü.”
“İSTANBUL’DA ÖĞRENCİNİN YÜZDE 2.6’SINA DEVLET YURDUNDA YER VAR”
“15 Temmuz’a karşı olmak, darbeye karşı olmak, öyle namlu sana dönünce karşı olmak değil. Kime dönerse dönsün karşı olmak lazım. Ama o namluyu döndürene F16’yı kim verdi? O tankı altına kim koydu? O tankın mazotunu kim doldurdu diye bakarsınız geçmişte bir tane devlet yurdunda kalan göremezsiniz, bir tane devlet parasız yatılıdan mezun göremezsiniz. Ve boğazından devletin ekmeği geçmiş, helal parayla yetişmiş, yetiştirilmiş kimse, devlete hainlik yapmaz, çok istisnadır, özel sokulmuştur öyleyse. Ama sen bir cemaatin, bir tarikatın, kafasında devletin kılcal damarlarında ilerleme hedefi olan bir takım sapkınların her istediğini verirsen, işte onlara gitsin diye yurt yapmıyorsunuz Leyla Hanım. Meselenin özü bu. Ağrınıza gidiyor ama bütün imkansızlıklarla Cumhuriyet Halk Partili belediyeler arı gibi çalışıyorlar ve 61 yurt yapmışlar, ‘Efendim hepsini İstanbul yapmamış.’ İstanbul 16’sını yapmış 5 bin öğrenciyi koymuş, Mansur Bey 2 bin 500 öğrenci koymuş, Mersin bir yere 600 koymuş, bir yere 900 koymuş ama hiç olmazsa bir şey yapıyorlar. Bir öğrencinin barınma sorununu çözmemiş yerel yönetim anlayışı işte ortada. Türkiye’de, İstanbul’da çocukların sadece yüzde 2. 6’sına devlet yatacak yer gösterebiliyor. Ne konuşuyorsunuz? 22 yıldır iktidar olacaksın, İstanbul gibi bir yere öğrenci gidecek, yüzde 2. 6’sına devlet yurdunda yer var. Niye? Cemaatler onları bekler, tarikatlar onları bekler. İşte bu anlayış. Biz kimsenin ne inancına karşıyız, ne o tarikatların, cemaatlerin, bilmem nelerin yapılarını oluşturanların inançlarıyla, kendi inançları içindeki ayrımlarıyla, fraksiyonlarıyla, hiçbiriyle meşgul değiliz. Bizim derdimiz şu, oralara gençlerin çaresizlikten yönlendirmek için elinizdeki kamu gücünü kötü kullanmanıza, denetimsiz bırakmanıza, o sapkın yapılarla da hemen hemen hepsiyle onlarca protokol imzalayıp, onların pedagojiden anlamayan, eğitim almamış, başka alanda eğitimli kişileri gelip çocukların sınıflarına sokmanız, o çocuklara verilen eğitimin devletin, ‘Bu benim çocuğumu eğitebilir’ diye yetiştirdiği, diploma verdiği, güvendiği, inandığı ve denetlediği kişiler dışında, denetim dışındaki kişilere ve yapılara alan açmanıza karşıyız.”
“DEVLET OKULLARINDA ÜCRETSİZ SÜT, SU VE ÖĞLE YEMEĞİ DAĞITACAĞIZ”
“Cumhuriyet Halk Partisi olarak bakanlık bütçesini, geçmişteki dezavantajları da telafi edecek şekilde çok pozitif bir ayrımcılıkla oluşturacağız. Okul öncesi eğitimi önce bir, sonra iki yıl, zorunlu ve ücretsiz hale getireceğiz. Tüm kademelerde tam gün eğitime geçeceğiz. Taşımalı eğitim uygulamalarını, üst düzey istisnai durumlar hariç, bitireceğiz. Köy okullarını ihtiyaç doğrultusunda tekrar açacağız. Her okulun ihtiyacını karşılayacak sayıda kadrolu yani devletin alırken bildiği ve denetlediği güvenlik elemanı, temizlik görevlisi, teknik personel ve sağlık görevlisi atayacağız. Devlet okullarında ücretsiz süt, su ve öğle yemeği dağıtacağız. Bu arada İstanbul Beyoğlu Belediye Başkanımızla başladı, hızla yayılıyor. Çeşmeden suyun içilemediği her ilde, eğer CHP’li bir belediye varsa, belediyelerimiz okullara su sebili koyuyorlar. Bir çocuğun cebinde parası var ki, su 10 lira da İstanbul’da 15 lira. Babası söylemiş, Beyoğlu Belediye Başkanı bunu duymuş, koşmuş her işi bırakmış bu işe girişmiş. ‘Bu kerata günde üç kez üç şişe su içiyor’ diyor. ‘Okulda koşup koşup. 45 lira nerede bulacağım. 45 lira olsa akşam eve aş götürürüm o parayla’ diyor. Onun yerine yoksul çocukların çeşme suyuna, varlıklı çocukların şişe su içebildiği bir adaletsizliği hiç olmazsa su üzerinden, okullardaki su sebilleriyle çözüyoruz. Ayrıca her gün Çankaya’da Çankaya Belediyemiz 2 bin üniversite öğrencisine ücretsiz akşam yemeği veriyor. Türkiye’nin dört bir yanında belediyelerimiz sabah kahvaltısı, sabah çorbası, akşam yemeği gibi uygulamaları hiç olmazsa üniversite öğrencileri için yaygınlaştırıyorlar. Bunları Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidarında suyun, sütün ve okul yemeğinin eşit, ücretsiz ve ayrımsız olduğu güne kadar da sürdürecekler. Bu tip projelerle okuldaki eşitsizliğe müdahale eden tüm belediye başkanlarımı yürekten kutluyorum.”
“ASGARİ ÜCRETİN ALTINDA ÖĞRETMEN ÇALIŞTIRIYORLAR”
“Atamalarda mülakat uygulamasına son vereceğiz. Öğretmen ihtiyacı kadar öğretmen ataması derhal yapacağız. Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik adı altında yapılan emek sömürüsünü iktidarımızın ilk haftasında ortadan kaldıracağız. Özel okul öğretmenleri için 2014 yılında gözümüzün önünde sizler, ‘Yapmayın’ diye uyardığınız halde kaldırılan taban ücret uygulamasına geri döneceğiz. Bu salonda herkes biliyor ama televizyonlarında izleyenler için söyleyelim. 2014’te bir gece yarısı, bir önergeyle ‘özel okulda çalışan öğretmen, kamuda emsalinden düşük maaş alamaz’ maddesini, ‘Bu fıkra çıkarılmıştır’ diye cımbızlayıp aldılar. Öyle olmasaydı o kanun varken bugün özel okuldaki en düşük maaş 40 bin lira olacaktı çünkü kamudaki en düşük maaş 40 bin lira. Efendim 10 yıllık kıdemli, lise fizik öğretmeni, 50 bin lira alıyorsa özel okul da 50 bin lira vermek zorundaydı, o maddeyi çıkardılar. Özel okullar, 17 bin 2 liraya öğretmen çalıştırıyorlar, 17 bin 2 liraya. Hatta saat üzerinden çalıştırıyor, asgari ücretin altında öğretmen çalıştırıyorlar. Asgari ücreti bölüyor, haftalık çalışma saatine. ‘20 saat ders veriyorsun hocam’ diyor, çarpıyor 20 ile ‘9 bin 300 lira’ diyor senin maaşın. Bir gece yarısı, buna cevap versin AK Parti’nin Genel Başkanı. Kim dedi de çıkardınız 2014’te o yasayı? O yasayı kim istedi de yaptınız? Zaten atamadığınız, özel sektöre muhtaç ettiğiniz öğretmeni hiç olmazsa kamuda atanmışın bir sürü hakkı var ama maaşını aynı alsaydı hangi para babası, öğretmen çalıştıranlar, hangi patronlar istedi de yaptınız? Tabii Sağlık Bakanı özel hastane sahibi, Milli Eğitim Bakanı özel okul zincirleri sahibi. O gün, o tarihte öyleydi, sonrasında da hep öyle devam etti. Şimdi kendine göre daha başka birisini buldu. Efendim Turizm Bakanı otel zincirleri sahibi olunca gece yarısı önergeden Allahın kuluna memlekette arkasında kimse olmayana faydalı bir önerge gelmiyor, Hep otel sahibine, okul sahibine, özel hastane sahibine uygun işlerin peşine düşüyorlar. Gece yarısı önergeleriyle ekmekle oynuyorlar, hayatları karartıyorlar.”
“RESMİ GAZETE’DE İLK KARAR ÇEDES’İN İPTAL KARARI OLACAK”
“Her 24 Kasım’da öğretmenlere bir maaş ikramiye sözümüzü devam ettiriyoruz, o sözü tutacağız. ÇEDES protokolüne iktidara geldiğimiz gün, bakanların atama kararı, üst düzey atama kararından sonra Resmi Gazete’de yayınlanacak ilk karar, ÇEDES’in iptali kararı olacak. Birleştirilmiş okul uygulamalarına son vereceğiz. Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu sizlerle birlikte, sizlerin önerileri ile yeniden yapacağız. Yükü kaldırıp üniversiteleri özgürleştirceğiz. Üniversitelerde rektör atamalarını üniversitenin öğretim görevlileri, öğrencileri, okulla bağını kesmemiş mezunlarının vereceği, kendisi içinde oranlı oylarla, ama öğretmen öğretim görevlilerine öğrencilere ve mezunlara seçtireceğiz, sandıktan çıkanı imzalayıp Resmi Gazete’de atayacağız. Bir partinin seçim sloganı olan, ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ adı altında verilen programın adını da kendi partimizin programına değil Türkiye’de hangi görüşte olursa olsun kimseyi rahatsız etmeyecek bir program adını değiştireceğiz. İçeriğini de bu maarif modelinin içinde ne varsa, tamamını doğru şekilde revize edeceğiz.”
“MEMLEKETTE SADECE ÖZEL OKUL, HASTANE SAHİBİNİN YATI, KOTRASI GÜVENDE”
“Ve son olarak da şunu söylemek istiyorum son olarak. Sayın Bakan, biraz önce yenidoğan çetesiyle başladı. Gerçekten o söylerken bile onun da bizim de gırtlağımız düğümlendi. Dün Antalya Gazipaşa’daydım. Atatürk’ün ismini verdiği, Milli Mücadeleye katkılarından dolayı Atatürk’ün isminin kanun yoluyla verildiği ilçemizde. Ve işin bu boyutlarına geldi, gerçekten herkesin tadı kaçtı. Herhalde dün akşam bu salondakilerin yarısı uyuyamamıştır, uyanan da gözünü açtığında aklına ilk o yazışmalar gelmiştir. Memlekette çocuk okutuyorsun güvende değil, üniversiteye gidiyor güvende değil, evleniyor güvende değil, boşanıyor güvende değil, takip ediliyor. Polise başvuruyor, savcıya gidiyor güvende değil. Maalesef yeni doğuyor güvende değil. Hatta ve hatta insanlar, ‘Bu ülkeye çocuk mu doğurulur? Bu şartlarda çocuk mu doğurulur?’ diyor, gençler çocuk sahibi olmuyor. Gidiyor, kedi sahipleniyor. O bile güvende değil. Memlekette güvende olan hiçbir şey yok. Sadece özel okul sahibinin sermayesi güvende, özel hastane sahibinin yatı, kotrası Mercedes’i güvende. Onun için ona bir halel geldiğinde gece yarısı devrede arkadaşlar. Ama maalesef çok büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Bu mesele maalesef iktidara müzahir, tabii sorumlu birkaç sözü, kalemi kaydırarak ve ayırarak söylemek isterim ki, iktidara müzahir medyaya İletişim Başkanlığı’ndan şunu pompalıyorlar, ‘Efendim bu işin içinde bir DEM’li var bu işin içinde bir Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir Belediye Meclis Üyesi var.’ Arkadaşlar çok arayacaksanız, son lafımı baştan söyleyeyim. Bu işin içinde, içinde değil, 10 kilometre kenarında bir tane Cumhuriyet Halk Partili varsa, onu partide tutan namussuzdur, şerefsizdir. O kadar netiz bu konuda.”
“BU İŞE KARIŞAN TÜM ÖZEL HASTANELERİN RUHSATLARI ASKIYA ALINMALI”
“Genel şeytanlaştırmalar üzerinden, ‘Efendim DEM kimliğindeymiş de bilmem nerede paylaşma yapmış da oymuş.’ Bu işin içinde birisi varsa şu anki Sağlık Bakanı, ‘İstanbul İl Müdürüyken, biz ihbar ettik’ diyor. Kendini temize çıkacak ya kendini yeniden ihbar ediyor. Mayıs 2023’te ilk şikayet gidiyor. Mayıs 2023’ten Ekim 2024’e kadar geçen sürede hiçbir şey yok, soruşturmayı yapan savcıyı tehdit edecek kadar bütün bilgilere ulaşmış çete. Dün başından tutulup arabaya sokulana kadar aramızda dolaşıyor caniler, katiller. El kadar bebeği hastane hastane gezdiriyor. ‘Efendim satürasyonunu düşür biraz, anasından para alalım, babasından para koparalım’ diyor. Bu iş yapılırken eski Sağlık Bakanının hastanesi işin tam göbeğinde, iki önceki Sağlık Bakanının. Denetleyecek Sağlık Müdürlüğünde oturan kişi şimdi Sağlık Bakanlığının tepesinde, işin içinde bürokrat ile çalışanı ile bilmem nesi ile işin doğası gereği de dünya kadar bunların atadığı adam var. Biz dönüp demiyoruz, bu işi siyaset yerinden bakınca toplumu bölersin, yarısı yanına geçer, yarısı karşına geçer. ‘Bu canilerle mücadele edemezsin.’ Oradan bir tane CHP’li bulmuş koca çetede, sorumluluğunu örtecek, bizim üstümüze örtecek. Vallahi bir sorumlu aranıyorsa, bence dönemin Sağlık Müdürü şimdiki Bakanı filan da değil. ‘Kardeşim bu ülkenin bir sorunu varsa’ diyor ya ‘Sorumlusu benim, ben.’ Böyle yapan, ‘Sorumlusu benim’ diyen sorumlusu. Her imzayı atmayı biliyorsun, ekonomist yerine faiz belirliyorsun, Dışişlerindeki bütün deneyimi ittirip şirket yönetir gibi dış politikayı yönetiyorsun, her işi sen biliyorsun, bu iş olunca kenara çekiliyorsun. İletişim Başkanlığı iki tane isim tespit edecek de sorumluluktan kurtulacak. Eğer bu işte Erdoğan sorumluluğu alıp bu iş nereye kadar gidiyorsa teker, teker, teker bunları çıkarıp ne gerekiyorsa en ağır cezaların verilmesi için yasal düzenleme gerekiyorsa, o da konuşuluyordu başka bir mevzuda, bunları da dahil edin. Ama bu işten bir tane çocuğun kapısından girdiği bir tane hastaneyi, 15 Temmuz gecesi nasıl FETÖ’nün bütün hastaneleri, bütün okulları, bütün dershaneleri, bütün binaları bir gecede kamulaştı. Kardeşim OHAL ilan etmeye gerek yok. Bu halde buradayız. Getirin, o hastanelerin hepsini bir gecede kamulaştıralım Meclis eliyle. Özel hastaneymiş, o özel hastaneye, bu işe karışan tüm özel hastanelerin tamamının bugün ruhsatları askıya alınmalı. Her yere kayyum atıyorsun ya o hastanelerin devlet eliyle direk başlarına kayyum atanmalı. Yasal düzenleme, salı günü Meclis’ten oybirliği ile geçirilmelidir. Hodri meydan. Haydi bakalım buyurun. Bir tane DEM’li bulmuş, bir tane CHP’li bulmuş. Alnını karışlarız o CHP’linin. Bu kadar pislik akan adamlar, tutmuşlar 22 yıllık iktidarın sonunda sorumluluğu bize doğru ittiriyorlar. Kesinlikle ve kesinlikle üzerimize ne düşerse yapacağız. Ama bu işe bulaşan kimi kayırıyorsanız, kime ayırıyorsanız, kime dokunulmazlık sağlamaya çalışırsanız iki elimiz onun da yakasındadır, sizin de yakanızdadır. Her şeyi biliyorsan bu işi de çözeceksin kardeşim. Değerli hocalarım emekleriniz için teşekkür ederiz. Çok kıymetli iki gün olacak burada. Sonuçlarını takip edeceğiz ve bunu, yazıyı suya yazmadığınızı, bundan önce yaptığınız katkıları nasıl değerlendirdiysek, program kurultayımızda programımıza yazacağız, seçim beyannamemize yazacağız, politika belgelerimize yazacağız. Gün gelecek ilk seçimlerden sonra okunacak olan hükümet programına yazacağız. Emekleriniz için, gayretleriniz için, katkılarınız için teşekkür ediyorum. Günün zorluklarını biliyorum. Özellikle bugün hızlı hazırlanan bu mekanda yaşadığınız arkadaki güçlükler için ben sizden özür diliyorum. Hepinize kolay gelsin. Hepinize teşekkür ediyorum.”