Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, İstanbul’da CHP Emek Büroları’nın “Emeğin Türkiye’si Buluşmaları, Güvenceli Çalışma ve İnsan Onuruna Yaraşır Ücret Çalıştayı”nın açılışında konuştu. Özel, Cumhuriyet Halk Partisi’nin asgari ücret talebini şu ifadelerle açıkladı: “Cumhuriyet Halk Partisi, sol ve sosyal demokrat bir partidir. Bu partinin esas sorumluluğu yoksullara karşıdır, emekçilere karşıdır, emekçilikle ömrünü tüketip emekli olmuş ve bugün yoksullaşmış süründürdüklerine karşıdır. Gençlerin umutlarını korumak, bu ülkede bir yaşam hayal etmeye devam etmelerini sağlamak boynumuzun borcudur. Bunun yolu ilk önce asgari ücreti hak edilen değil ama bugün talep edilmesi ve söke söke alınması gereken yerde savunmak ve mücadeleyi her geçen gün omuz omuza artırmak durumundayız.”
Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, “Bugün buradan bir kez daha bütün emeklilere bir asgari ücret verilmesinin şart olduğunu ve bütün asgari ücretler için 1 Ocak tarihinde 30 bin liranın altında bir asgari ücretin kabul edilemez olduğunu siz emek dünyasının, emek örgütlenmesinin değerli temsilcileri ile birlikte bir kez daha hatırlatıyorum. Ve son sözümü bir kez daha ifade ediyorum: Asgari ücretlinin 1 Ocak’taki hakkı 30, bunun altında biz yokuz” dedi.
Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, CHP Emek Büroları’nın “Emeğin Türkiye’si Buluşmaları, Güvenceli Çalışma ve İnsan Onuruna Yaraşır Ücret Çalıştayı”nın açılışında yaptığı konuşmada, “Değerli hocalarım, Türkiye’de emek mücadelesinin örgütlü temsilcileri, değerli yöneticiler, değerli emekçiler bugün ev sahibimiz olan İstanbul Planlama Ajansı’nın Sayın Başkanı, değerli çalışanları, hepinizi Cumhuriyet Halk Partisi adına saygı ile selamlıyorum. Biraz önce değerli il başkanımın ifade ettiği gibi sürekli içinde bulunduğumuz değişimin artık halkın daha çok gözünün önünde olduğu ve ülkenin iktidar değişimi talebine yönelik iddiamızı ortaya koyarken, ‘Ülkedeki sorun alanlarında tespitlerden öte çözümü nasıl öneriyoruz, kimlerle birlikte öneriyoruz, iktidar olduğumuzda nasıl yöneteceğiz, paydaşlarımızla birlikte hangi vadede, hangi adımları atacağız?’ bunları paylaştığımız bir sürecin içindeyiz. Tabii bu süreç, aslında partimizin Merkez Yönetim Kurulu’nda görev alan 17 gölge bakanımız ve gölge cumhurbaşkanı yardımcımızla birlikte 9’u kadın, 9’u erkek Cumhuriyet Halk Partisi’nin tecrübelilerle gençlerin dinamizminin bir arada harmanlandığı bir gölge kabine tarafından yürütülüyor. 81 ilde, 973 ilçede hem örgütümüze ama örgütümüzle beraber sivil topluma, meslek örgütlerine, kanaat önderlerine, muhtarlara, halkın bizzat kendisine ulaştığımız bir sürecin içindeyiz. Alan ne olursa olsun, konu ne olursa olsun; milli savunmadan dış politikaya, içişleri ya da kamu yönetiminden kültür – sanat faaliyetlerine, milli eğitim politikalarından işte bugün birlikte olduğumuz çalışma ve sosyal güvenlik alanında emeğin korunması, emeğin hakkının savunulması noktasında neler yapacağımızı tüm Türkiye’de konuşuyoruz. Bu sürecin sonunda Cumhuriyet Halk Partisi, programını değiştirecek. Daha doğrusu programını daha kısa, daha net, daha anlaşılır ve ülkede iktidar olduğunda nasıl yöneteceğini söyleyen bir hale çevirecek. Bu aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi’nin, hatta CHP’yi de içinde bulunduran, kapsayan ve aşan bir şekilde Türkiye İttifakı’nın Türkiye’yi nasıl yöneteceğine ilişkin en temel belge olacak ya da hükümet programının referans aldığı en temel belge olacak. İşte bu çalışmalardan birinde buradayız” dedi.
Özel, şöyle devam etti:
“İSTANBUL’UN ÇOK GÖZDE YERİNDE, HALKA KAZANDIRILMIŞ BİR MEKANDAYIZ”
“Dünyanın en güzel şehirlerinden biri İstanbul’dayız. Ama İstanbul’un da çok gözde bir yerindeyiz. Pek bilinmeyen bir yerindeyiz. İstanbul Planlama Ajansı Florya’da denize çok yakın, yeşilliklerin içinde harika bir coğrafyada 12 villanın ortasında, biri daha büyük villanın yanında, biz bir yüzme havuzunun içindeyiz. Bunu buradaki her programda hatırlatmak istiyorum ki burası kazanılmış bir mekan. Halka kazandırılmış bir mekan. Eskiden burası yüzme havuzuydu. Eskiden burada kimin olduğunu sadece iktidar partisinin belediye başkanları ve aileleri biliyordu. İstanbul Büyükşehir’i kazandığımız 2019 yılında Ekrem Başkan’ı ziyarete geldiğimde dedi ki, ‘İstanbul Planlama Ajansı’nı bir yere taşıyoruz. Orayı incelemeye gidecektim, birlikte gidelim mi? Siz de görmek istersiniz ve çok etkileneceksiniz’ dedi. Geldik, burayı gezdik. Burası Bakırköy sınırlarında ama dönemin Cumhuriyet Halk Partili Bakırköy Belediye Başkanının haberi yok. Burada Bakırköy’de 13 ilçe ve bir büyükşehir belediye başkanı ikamet ediyor lüks villalarda, bir tanesi çok büyük. Burası onların ortak yüzme havuzu. Seçimi aldığımız gün bile bilemedik. Bir ay kadar sonra öğrendik ki böyle bir yer varmış. Ekrem Başkan kendisi oturmayacağını söyledi. Ama AK Parti’nin belediye başkanlarını zor ikna etti, buradan çıkmak da istemediler. Dedi ki, ‘Çıkacaksınız, biz burayı bir planlama ajansı yapacağız. Halk için çalışanların kullanımına sunacağız ve burası eşsiz bir mekan olarak, çok önemli üretimlere ve çok önemli çalışmalara, eğitimlere ev sahipliği yapacak’. İşte şimdi burada her biri dışarıdaki mekanda, birazdan benim de katılacağım masa çalışmalarının da yapıldığı binalarda, İstanbul Planlama Ajansı’nın birbirinden dinamik, birbirinden vizyoner, birbirinden iyi eğitimli, dünyayı gören, Türkiye’yi çok iyi okuyan ve İstanbul’u planlayan dinamik ekipleri çalışıyor. Buraları belediye başkanlarına sefa yerleri olmaktan İstanbul’a hizmet yeri olan, israftan İstanbul’a israfı bitiren, hizmeti getiren bir yer olmaya çeviren Ekrem İmamoğlu’na ve ekibine yürekten teşekkür ediyorum. Tebrik ediyorum.”
“SENDİKAL YAPIDA 34 YIL ÖNCENİN ONDA BİRİ NOKTASINDAYIZ”
“Partimiz, tüzüğünde de kalın harflerle vurguladığı gibi emek mücadelesini, sosyal demokrasinin özgürlük, eşitlik ve dayanışma ilkelerini benimseyen, çağdaş, demokratik, sol bir partidir. Sosyal demokrat bir partidir. İşçinin, emekçinin kendisiyle, örgütüyle, sendikasıyla temas halinde olmayan bir sosyal demokrat parti olmaz. 1970’lerde girdiği iki genel, iki yerel seçimden partimizi birinci parti olarak çıkaran Bülent Ecevit o dönemde partimize büyük bir değişim yaşatmıştı. Kadrolarıyla birlikte dünyadaki rüzgarları doğru okuyan, Türkiye’deki beklentileri iyi analiz eden ve paydaşlarını doğru belirleyen bir siyaset ördüler. O dönemde Cumhuriyet Halk Partisi’nin girdiği iki genel seçimde de onun iktidarından umudu olan işçilerin o dönem en örgütlü yapısı, en güçlü sendikası Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Cumhuriyet Halk Partisi’ne seçimlerde destek ve iktidarından umut deklarasyonları yayınlamıştı. Gerçekten bu umut boşa çıkmadı. O seçim zaferlerinde 15-16 Haziran direnişinin ve ardından yükselen işçi hareketlerinin öncü rolünü yok sayamayız. Ancak genel başkan olduktan sonra Bülent Ecevit’in attığı her adım emekliden yana oldu, emekçiden yana oldu, örgütlenmeden yana oldu. İşçiler sendikal haklarda, örgütlenme hakkında, ücret ve diğer haklarda çok kalıcı kazanımlar elde ettiler. 12 Eylül 1980 sabahı Türkiye tank sesleri ile uyanıp, Kenan Evren cuntası hem demokrasimizin hem de Türkiye’deki tüm örgütlü yapıların üzerinden tank paletleri ile geçerken bir gün öncesinde Türkiye’de her dört işçiden üç tanesi grevli, toplu sözleşmeli, sendikal haklara sahipti. Maalesef bugün bu rakam yüzde 14’tür ve bu yüzde 14’ün yarısı kamuda yani işverenin direnmediği, orantısız güç kullanmadığı, hileye, hurdaya sapmadığı güvenceli bir örgütlenme alanıdır. 100 işçiden yedisi özel sektörde sendikal, toplu iş sözleşmesi hakkına da sahip olduğu sendikalaşmış bir noktadadır. Yani 1980’den bugüne 34 yılda yüzde 75’ten önce sıfırlanmış, şimdi ancak yüzde 7’lere gelebilmiş, yani oransal olarak örgütlü sendikal yapıların 10’da biri noktasında olduğumuz bir gerçeklik içindeyiz.”
“SENDİKALARIN DURDUĞU YERE BAKMADIK, ‘YETER Kİ SES YÜKSELTİLSİN’ DEDİK”
“Biz, Özgür Başkan’ın biraz önce ifade ettiği gibi ‘Değişimin Yüzyılı, Yüzyılın Değişimi’ diye yola çıktığımız ve tutum belgesi olarak yayınladığımız ortak metnimizde sendikalarla, sendikal hareketle dayanışma içinde olacağımız, oradan güç alacağımız ve onlara güç vereceğimiz, her eylemlerine destek vereceğimiz, birlikte mücadele edeceğimiz bir süreci tarif etmiştik. Genel Başkan olduktan sonra sendikalar ne eylem yapıyorsa, toplum nerede itiraz ediyorsa orada olmaya çalıştık. Ama ‘Eylemleri sendikalara bırakalım, biz orada olmayalım. Açıklamaları barolar yapsın, biz onları takip edelim’ gibi bir anlayışı asla benimsemedik. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, nerede olmamız gerekiyorsa orada olmaya gayret ettik. 1 Mayıs’ta İstanbul’da DİSK ve KESK’in çağrısına destek verdik. 6 Ekim’de Hatay’da Hak-İş’e bağlı Öz-Çelik İş üyesi Yolbulan işçilerinin grevine destek verdik. 9 Ekim’de Soma’dan Ankara’ya yalınayak yürüyen Bağımsız Maden İş üyesi Fernas işçilerinin yanındaydık. Hiçbir zaman sendikanın ismine, siyasi ilişkisine ya da durduğu yere bakmadık. Siyasette durduğu yere bakmadık. ‘Yeter ki ses çıkarılsın, ses yükseltilsin’ dedik. DİSK’in ‘vergide adalet’ söylemiyle İstanbul’dan Ankara’ya yürüyüşüne her il ve ilçede örgütümüz katıldı, destek verdi. Ankara’da bizler karşıladık, birlikte gittik, mitingi hep birlikte yaptık. Bu talebi daha sonra Türk-İş’in de sahiplenmesini, mitinginde bu konuda açık bir çağrıda bulunmasını, bu söylem üzerinden siyaset üretmesini, Hak-İş’in de vergide adalet konusunda oluşan toplumsal duyarlılığa katkı sağlamasını, o mücadeleyi sahiplenmesini son derece önemsiyoruz.”
“ANAHTAR KELİMELERİMİZ; ÖRGÜTLENME HAKKI VE EMEĞE SAYGI İLE KAMUCU YAKLAŞIMLAR”
“Çalışma Bakanlığı’nın son verilerine göre Türkiye’de 2 milyon 512 bin sendikalı işçi var. Örgütlenmenin daha kolay olduğu kamuyu çıkardığımızda rakamın yüzde 7’lerde olduğunu biraz önce ifade etmiştim. Partimizin geçmişinde olan Emek Büroları pratiğinin ilk toplantısını geçtiğimiz aylarda hep birlikte Kocaeli’nde gerçekleştirmiştik. O gün temel yaklaşım olarak şöyle söylemiştim. Cumhuriyet Halk Partisi’nin bundan sonra iktidar perspektifinde iki anahtar kelime olacaksa bunlardan bir tanesi ‘örgütlenme hakkına ve emeğe saygı, sahip çıkma’, diğeri de ‘tüm politikalarda kamucu yaklaşımlar’dı. Ankara’da sendikalar ve emek örgütleriyle buluştuğumuz bir toplantı yaptık Kocaeli’nden sonra. O toplantıya da katılım hem niceliksel, hem niteliksel olarak çok üst düzey noktadaydı ve çıktıları hepimizi memnun eden, o toplantıya katılan herkesin birbirinden güç aldığı, birbirine moral verdiği bir süreci müjdeledi bize. Bugün de İstanbul’da güvenceli çalışma ve insan onuruna yaraşır bir ücret için bir araya gelmiş durumdayız. Değerli katılımcıların, saygın isimlerin hem bundan önceki kısımda hem bundan sonra yapacağı çalışmalarla bu konuda etkili bir yol haritasına sahip olacağımıza, güncellediğimiz program çalışmalarında bu başlıkların altının dolacağına ve hep birlikte en doğrusunu, en doğru dille, en doğru zeminde savunacağımıza inancım tam.”
“VERGİLER BÜYÜK EŞİTSİZLİK ÜRETEREK TOPLANIYOR”
“Bugün çalışanların önündeki en büyük adaletsizlik, vergideki adaletsizlik hiç şüphe yok. Anayasa’nın 73’üncü maddesi ‘Herkes kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür’ diyor. Türkiye’de devlet de bu anayasal ödevi hatırlatarak ve kendi anayasal görevini yaparak vergi topluyor. Ama bunu adil bir şekilde yapıyor mu? İşte orası çok tartışmalı hatta hiç tartışmasız. Kesinlikle adil bir vergi sistemimiz yok. Bakın toplanan 100 lira verginin 65 lirası… Kimden alınması lazım? Normalde çok kazananlardan, para kazananlardan, ticaret yapan, üretim yapan, ihracat yapan, hizmet sektöründe olan, parasıyla para kazananlardan verginin yüzde 65’inin alınmasını beklersiniz. Ücretlilerden hadi yüzde 20’si alınsın. Yüzde 15’i de dolaylı vergi olsa bence o bile çok ama iş bunun tam tersi. Bugün Türkiye’de vergilerin yüzde 65’i dolaylı vergi. Dolaylı vergiyi şöyle anlatmak bence doğru. Bir market var, bir şarküteri. Şarküteride iki kişi peş peşe alışveriş yapıyor, çocuğuna süt, sabah kahvaltısına peynir ve yumurta alıyor. İkisi de bu ürünlere aynı vergiyi ödüyor. Bu kişilerden biri karşıdaki fabrikanın patronu, biri kapısındaki bekçi. İkisi aynı vergiye tabi. Türkiye’de vergilerin yüzde 65’i zengin – fakir ayırmadan eşit alınan vergilerle, büyük bir haksızlık ve eşitsizlik üreterek toplanıyor. Bir başka yere bakacak olursak, şarküteri değil de örneğin bir benzin istasyonuna, akaryakıt istasyonuna. İki araç peş peşe girip, peş peşe mazot alıyorlar. Biri Türkiye’deki en pahalı jeep’i kullanıyor, en pahalı, o devasa jeep’i kullanıyor. Diğeri 1986 model eski püskü bir traktör kullanıyor. İkisi de mazot alıyor. İkisinden de devlet aynı vergiyi alıyor, eşit alıyor ve bir eşitsizlik üretiyor. Bu Türkiye’deki verginin yüzde 65’i. Kalan yüzde 17 hepinizin aldığı maaşlardan kesilen kesintiler ve küçük bir kısmı da serbest meslek erbaplarının beyana göre ödedikleri vergiler. Peki biraz önce esas vermesi gerekenler dediğimiz kısım? Yüzde 14. Yüzde 14 kurumlar vergisinden alınan vergiler. İnanılır gibi değil, kabul edilebilecek hiçbir tarafı yok. Tam tersi olması lazım o bile insanın aklına çok yatmazken, bugün yoksul – fakir ayırmadan yüzde 65. Eline bile değmeden, bankamatikten çıkmadan maaştan yüzde 17. Onun dışındaki tüm para kazandıran faaliyetlerden, holdinglerin, şirketlerin, zenginlerin ödediği vergi yüzde 14. Bir de bunlar gerçekleşme değil. Gerçekleşirken bu yüzde 14, 10’a düşüyor. Geçen sene öyle oldu. Yüzde 10,7. Bunlar bütçe, bunlar niyet. 2025 niyeti, adamın niyetinde dolaylı vergilerden 65 almak, zenginlerden 14 almak var. Onu da alamıyor, daha doğrusu almıyor. Ne yapıyor? Şöyle yapıyor, devletin alacaklarından vazgeçme hakkını, bazen Plan ve Bütçe Komisyonu’na son dakika getirilen bir gece yarısı önergesiyle, şimdi bir de baya baya bütçeleştirerek yapıyor. Geçen sene bu rakam 666 milyar liraydı. Ne o? Otoban yapmış, havaalanı yapmış, şehir hastanesi yapmış, efendim deniz altında tünel yapmış. Büyük büyük inşaatlar yapmış, para kazanmış. Kazandığı para ile vergi verecek, devlet ‘Vazgeçtim, almıyorum’ diyor. Ya da ‘Sen şuraya şunu yaparsan, ben senden vergi almayacağım’ diye baştan diyor. Vazgeçilen vergiler; 666 milyar lira.”
“TARAFLARI BELLİ; EMEKLİYE 66 MİLYARI VEREMEZKEN ZENGİNE 666 MİLYAR VERMEK”
“Bakın rakamı şöyle basit anlatmaya çalışacağım. Geçen sene 10 bin liraydı emekli maaşı, 1 Ocak’ta hep birlikte isyan ettik. Sonra o emekli maaşını kavga – dövüş temmuzda 12 bin 500 lira yaptılar. Maliyeti 33 milyar lira. Eğer bizim dediğimiz gibi, sizin talep ettiğiniz gibi 17 bin 2 lira asgari ücrete denkleselerdi, lazım para 100 milyar liraydı. Yani dediler ki, ‘Biz ancak 33 milyar lira bulduk emekliye, bu kadar oluyor. Sizin dediğiniz için 66 milyar lira daha lazım’. Bütün emeklilere bulamadıkları 66 milyar, bir büyüklük. Vazgeçtikleri vergiler 666 milyar. Bu da başka bir büyüklük. Yani siyaset en basit tanımıyla öncelik belirleme işidir. Ya da tarafını gösterme işidir. Bunların tarafı, 666 milyar lirayı buldukları taraf belli, 66 milyar lirayı bulamadıkları taraf belli. Adamın önceliği, bütün emeklilere 66 milyarı veremezken, zenginlere 666 milyar vermek. Bu geçen sene oldu, bu sene bunun için bütçeye 701 milyar lira yazmışlar. 701 milyar lira. Bu tip jestlerle zenginlerin verebileceği vergileri almayacaklar ama görün bakın 1 Ocak’ta asgari ücreti kaç para yapacaklar? O asgari ücret ki Sayın Buğra Gökçe grafiklendirmiş İPA bunu, biz de öyle hesaplamıştık. Ama onlarınki çok daha net ve çarpıcı, 17 bin 2 liralık asgari ücret verildiği günün satın alma gücüyle bugün 10 bin 600 liraya denk geliyor. 17 bin 2 liralık asgari ücreti sadece satın alma gücü olarak korumaya kalksanız bugün zaten 26 bin 500 lira yapmanız lazım. O paranın içinde refah payı yok, temmuz ayında hak edilip yapılmayan zamdan dolayı üstüne gelecek çarpan etkisi yok. Yani birçok atılan kazığa rağmen o bile 26 bin 500 liraya geliyor bugün. Ama bugün 21 bin lira, 22 bin lira, 23 bin lira asgari ücret konuşmaya çalışan bir vicdansız akılla karşı karşıyayız ve yerleştirilmeye çalışılan bir tartışmayla, toplumda üretilmeye çalışılan bir genel havayla karşı karşıyayız. Buna itirazımı, birazdan konuşmamın sonunda bir kez daha dile getireceğim.”
“YETMEZ AMA İLK VERGİ DİLİMİ YOKSULLUK SINIRINA ÇIKARILMALI”
“Vergide adaletin sağlanması için ne yapmak lazım diye baktığımızda en temel talep, bu konuda 4-5 haklı talep var, ama en temel talep, vergi dilimlerinin değiştirilmesi. Hepimiz biliyoruz ki 2000 yıldan itibaren hesaplandığında ilk vergi diliminin asgari ücretle oranının bilinçli olarak düşürüldüğü ortada. Yani sadece 2000 yılındaki dilimlere enflasyon oranında zam yapmış olsalar, doğru güncellemeyi yapmış olsalar, bugün rakam bambaşka bir yerde olacakken şu anda rakam birinci vergi dilimi için 110 bin lira. Yani yeniden değerleme oranı uygulandığında 1 Ocak’tan itibaren ilk vergi dilimi 158 bin lira olacak. Bu konuda asgari ücret üzerinde bir çok şey konuşacağız ama bu ülkede sorun sadece asgari ücret değil. Bu ülkede sorun, asgari ücretin temel ücretleşmiş olması, asgari ücretin hemen üzerindeki ücretlerde de inanılmaz bir vergi gaspı yaşanıyor olması, beyaz-mavi ve gri yakalı emekçilerin de adaletsiz vergi sistemiyle akıl almaz bir şekilde kendilerine 1 Ocak‘ta kaşıkla verilenin hemen bir sonraki aydan itibaren kepçeyle geri alınmaya başlanması. O yüzden ben meseleyi şuradan irdelemek istiyorum. Örneğin 30 bin lira net ücret alan bir çalışan, 30 bin lira. Bu çalışan bu vergi dilimleri ile 55 bin lira vergi ödüyor. Yani 30 bin lira maaş alıyor, 12 maaş alıyor ve bu 12 maaştan neredeyse iki tanesini, 30 bin lira ele geçen, 55 bin lira vergi olarak veriyor. Bu çalışan 50 bin lira ücret alıyorsa ödediği vergiyi 145 bin lira. Yani üç maaşını vergi olarak veriyor. 66 bin 500 lira, yani açıklanan yoksulluk sınırında maaş alan bir çalışan, ödediği vergi 239 bin lira, yani dört maaşını vergiye veriyor. Bu vergi dilimleri ile. Ve bu yüzden şöyle bir şey var. Eskiden iyi toplu iş sözleşmeleri duyardık. Şöyle, 12 maaş ama dört tane de ikramiye var. Bugün 66 bin lira maaş alan birisi 12 maaş ama dört tanesi Tayyip Bey’e veriliyor, Mehmet Şimşek’e veriliyor, sekiz maaşla geçinmeye çalışılıyor. Düşünün 12 maaşın dört tanesinin vergiye gittiği çalışanın aldığı net maaş 66 bin 500 lira. Bu ne demek? Bu şu demek: Yoksulluk sınırındaki herkes, yoksulluk sınırının altındaki herkes ya çok düşük bir asgari ücretle muhatap ya da aldığı maaşın dört tanesini ya da üç tanesini hemen kendisinden alan bir sistem var. Bizim bu konudaki önerimiz bu birinci dilimin, 158’in hiç tartışmasız yoksulluk sınırına çıkarılmasıdır. Yani birinci dilimin yüzde 15 olarak korunup bu yüzde 15’lik birinci dilimin 12 tane 69 bin lira kaç para yapıyorsa, 1 milyon liraya yakın 1 milyon lira civarında bir para yapıyor, birinci dilim olarak uygulanması ve sadece yüzde 15 vergi alınması. Böyle olursa 66 bin lira alan kişinin ödeyeceği vergi 106’ya, 50 bin lira alanın ödeyeceği vergi 70’e, 30 bin lira alanın ödeyeceği vergi 27’ye düşüyor. Yetmez ama önemli bir adım. Biz bununla ilgili içinde bulunduğumuz bütçe sürecinde çok önemli bir mücadeleye vermeye hazırlanıyoruz. Bu konudaki talebi en üst noktadan dile getireceğiz.”
“ZENGİNLE YOKSUL ARASINDAKİ GELİR FARKI 14,5 KATA ÇIKTI”
“Bugün toplumun en zengin yüzde onluk kesimi ile en yoksul yüzde onluk kesimin arasındaki ortalama gelir farkı tam 14,5 kata çıkmış durumda. Daha hafta başında Balıkesir’de gece bekçisi olarak görev yaptığı inşaattan 78 yaşında birisi düştü. 78 yaşında. Cengizhan Kabak. 78 yaşında bir büyüğümüz, bir amcamız, bir dedemiz inşaattan düşerek hayatını kaybetti. Çünkü çalışmadığı takdirde geçinemediği bir düzenin içine düştü, içine düşürüldü. Çalışmak zorunda bırakılan emekli büyüklerimiz de ek iş arayan öğretmen kardeşlerimiz, memur kardeşlerimiz de çocuğunun eğitim masraflarını karşılamayan işçi kardeşlerimiz de hayallerini yurt dışında arayan öğrenci kardeşlerimiz de zenginlerin vergi borçlarının affedildiği, asgari ücretlerin hemen üzerinde inanılmaz bir vergi adaletsizliğinin başladığı bir düzeni hak etmiyorlar. 2024 yılının ilk on ayında bin 535 işçi iş cinayetlerinde yaşamını kaybetti. İşçilerin cinayetlerde, katliamlarda yaşamını yitirdiği bir düzeni işçi sınıfı hak etmiyor. Bu düzeni hep birlikte değiştirmek üzere yola çıkmış durumdayız. Ve Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının, halkın iktidarının Türkiye İttifakı’nın iktidarının en önemli vaadi birincisi, işçileri yaşatmak ve katletmemek ikincisi de onları ve çocuklarını aç bırakmamak olacaktır.”
“ASGARİ ÜCRETLE BÜYÜKŞEHİRDE YA AÇ YA SOKAKTA KALACAKSINIZ”
“2002’de asgari ücret 184 liraydı. Bu iktidar geldiğinde. İstanbul’da ortalama bir ev fiyatı 10 bin liraydı. Yani asgari ücretli 54 aylık geliri ile bir ev alabiliyordu. Bugün asgari ücret 17 bin lira ve İstanbul’da ortalama ev fiyatı 5 milyon lira. Aynı ev emsal alındı çalışmada. Ve bu iktidardan önce 54 asgari ücretin aldığı evi şu anda 282 asgari ücret ancak alabiliyor. Aradaki erime bu. Ve bu asgari ücretliler bu İstanbul’da barınmak zorundalar. 2002 yılında konut sahipliği oranı tüm Türkiye’de yüzde 73’ken bugün yüzde 54’e gerilemiş durumda. Yani bu iktidardan önce basit hesap, dört kişiden üçü başını sokabilecek bir eve sahipken bugün iki kişiden birisi başını sokabilecek bir eve sahip. Yani iki kişiden birisi aldığı maaşla ya da alamadığı maaş kira ödemek zorunda. İstanbul’da ortalama ev kiraları 25 bin lira. Ankara’da 21 bin lira, İzmir’de 23 bin lira. Asgari ücretle üç büyükşehirde sadece kira ödemek bile mümkün değil. Aldığınız maaşı ya barınmaya verip aç kalacaksınız ya karnınızı doyurup sokakta kalacaksınız. Böyle bir gerçekle karşı karşıyayız. İstanbul Planlama Ajansı’na göre bugün toplantıyı yaptığımız İstanbul’da dört kişilik bir ailenin yaşam maliyeti 73 bin 700 lira. Bugün asgari ücret, İstanbul’daki yaşam maliyetinin sadece yüzde 23’ünü karşılayabiliyor. Bu şu demek, dört kişilik bir ailenin dördü de çalışır, dördü de iş bulur ve dördü de maaş getirirse sadece yaşam maliyetlerini karşılayabiliyorlar. İki kişinin asgari ücretle çalıştığı ailede yaşam maliyetinin ancak yarısı karşılanıyor. Asgari ücrete yılda 2-3 zam sözü verenler, seçimden önce hatta ‘Asgari ücreti üç ayda bir güncelleyebiliriz, artık bunu düşünmemiz lazım, enflasyon tek haneli rakamları çoktan geçti’ diyenlerin bu sene 17 bin liralık asgari ücreti satın alma gücü olarak 10 bin liraya kadar düşürdükleri ve temmuz ayında vermedikleri zam üzerinden halen daha asgari ücrete hak edilen zammı vermemenin hesabını yaptıkları ortada.”
“PAZARLIK DEĞİL HAK EDİLMİŞ HAKKIN SÖKE SÖKE ALINMASI..”
Biz bunun için bütçe görüşmeleri sırasında hem önergelerle hem yaptığımız Plan ve Bütçe Komisyonu’nda ve devamında Genel Kurul’da yapacağımız görsel eylemliliklerle, hem sözü çok güçlü kılarak hem de en basit yöntemlerle anlatmaya çalışarak Meclis’te de devam ediyoruz, sahada da devam edeceğiz. Şu anda Cumhuriyet Halk Partisi’nin 125 milletvekili Türkiye’nin 50 ilinde ve büyük ilçelerinde bugün ve yarın ellerinde görselleri ile, yanlarında gençlik kolları ile, kadın kolları ile birlikte bu meramı en basit şekilde anlatmaya çalışıyorlar. Ve bu aralık ayının sonuna, asgari ücret maalesef birtakım pazarlıklara falan dönüştürülüyor. Bunu bir pazarlık unsuru olmaktan çıkarıp hak edilmiş bir hakkın söke söke alınmasına dönüştürene kadar da bu mücadeleye devam edecekler. Biz arkadaşlarımıza en basit diyoruz ki, Meclis’te bütçe görüşülüyor, emekliye, asgari ücretliye, öğrenciye, çiftçiye ve memura bütçe istiyoruz diyoruz. Ve diyoruz ki sokağa çıkıp Türkiye’nin en kalabalık caddelerinde, pazar yerlerinde, işçi servislerinin emekçileri aldığı ya da bıraktığı yerlerde, fabrikanın girişlerinde çıkışlarında. Bütün örgütümüzle birlikte en basit hesabı hatırlatıyoruz. Türkiye’de şaşmayacak hesap, altın hesabıdır. Bu iktidar geldiğinde en düşük memur maaşı 14,5 çeyrek altın alıyorken bugün 7,5 çeyrek altın alıyorsa Erdoğan iktidarının memura aylık maliyeti 7 çeyrek altın kaybıdır. En düşük emekli maaşı Erdoğan geldiğinde 8 çeyrek altın alıp bugün 2,5 çeyrek altın alıyorsa her ay emeklinin cebinden alınan 5,5 çeyrek altındır Erdoğan’ın emekliye maliyeti 5,5 çeyrek altındır. Asgari ücret 2002’de 7 çeyrek altın alıp bugün 3 çeyrek altın alıyorsa bu iktidar değişmediği müddetçe her asgari ücretli cebinden 4 çeyrek altını Erdoğan’ın istediği zenginlerin cebine koymaya devam etmektedir. Ona maliyeti aylık 4 çeyrek altındır. Yani bir tam altındır her bir emekçinin. Kredi Yurtlar Kurumu’ndan öğrenci kredisi o beğenilmeyip burun büküldüğü dönemlerde 1,5 çeyrek altın alıyordu, Ecevit’in son yatırdığı KYK kredisi ile üniversite öğrencisi 1,5 çeyrek altın alıyordu. Bugün Tayyip Bey’in övündüğü 2 bin lirayla 0,25 çeyrek altın alınıyor. Arada 1,25 çeyrek altın kaybı vardır her üniversite öğrencisinin. Bunun için emekliye, asgari ücretliye, öğrenciye, çiftçiye, memura bütçe istiyoruz. İstemeye, bu mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz.
“İKTİDARIMIZDA EMEKLİYE 1,5 ASGARİ ÜCRET BOYNUMUZUN BORCUDUR”
“Ve asgari ücret için öncelikle bütün emeklilerin bir asgari ücret almasını hep savunduk, bu iktidar gelmeden önce 1,5 alıyorlardı. Bizim iktidarımızın ilk altı ayında en düşük emekli maaşını bir asgari ücret yapmak, devamındaki süreçte de 1,5 asgari ücretle eski günleri yakalamak boynumuzun borcudur. Ve asgari ücret talebimiz, o 17 bin 2 liralık asgari ücretin 30 bin lira olmasını, 2025 yılının ilk altı ayında, temmuzda yeniden zamlanmak üzere 30 bin lira olmasını savunuyoruz. Ve Türkiye’nin dört bir yanında işçi servislerinde, fabrika önlerinde, kahvehanelerde, sokaklarda, her yerde şunu haykırıyoruz: ‘Asgari ücret talebimiz 30, bunun altında biz yokuz’ diyoruz. Ekonomiyi vatandaşın hissettiği şekliyle, vatandaşın anladığı ve birbirine anlatabildiği dilde konuşmaya, anlatmaya, talepleri somutlaştırmaya, netleştirmeye mücadeleyi emek emek, öbek öbek büyütmeye kararlıyız. Cumhuriyet Halk Partisi, sol ve sosyal demokrat bir partidir. Bu partinin esas sorumluluğu yoksullara karşıdır, emekçilere karşıdır, emekçilikle ömrünü tüketip emekli olmuş ve bugün yoksullaşmış süründürdüklerine karşıdır. Gençlerin umutlarını korumak, bu ülkede bir yaşam hayal etmeye devam etmelerini sağlamak boynumuzun borcudur. Bunun yolu ilk önce asgari ücreti hak edilen değil ama bugün talep edilmesi ve söke söke alınması gereken yerde savunmak ve mücadeleyi her geçen gün omuz omuza artırmak durumundayız. Bugün buradan bir kez daha bütün emeklilere bir asgari ücret verilmesinin şart olduğunu ve bütün asgari ücretler için 1 Ocak tarihinde 30 bin liranın altında bir asgari ücretin kabul edilemez olduğunu siz emek dünyasının, emek örgütlenmesinin değerli temsilcileri ile birlikte bir kez daha hatırlatıyorum. Ve son sözümü bir kez daha ifade ediyorum: Asgari ücretlinin 1 Ocak’taki hakkı 30, bunun altında biz yokuz. Bu toplantıyı önemsiyorum, bu toplantı bundan sonraki toplantıların bir öncüsü olarak şekillenmiştir, aynı Kocaeli‘de yaptığımız toplantı gibi. Bundan sonra farklı emek kentlerinde, emeğin en çok sömürüldüğü, güvencesizliğin en üst noktada olduğu, işçi hayatının yok sayıldığı emek kentlerinden Türkiye’ye seslenmeye, gelecekteki emeğin ve emekçinin, halkın ve haklının, çiftçinin ve memurun, işçinin ve gençlerin iktidarını birlikte örgütleyeceğimiz toplantılarda bir arada olmak üzere hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.”