Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, laiklik ve kurucu iradeyi hedef alan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin hakkında, “Bak CHP ne ahır yaptı camiyi ne de camiyi kapattı. Köyde cemaat yokken; camileri, ezanı, bayrağı, milleti kurtarmak için cepheye giden cephaneler akşam ıslanmasın, tutukluk yapmasın diye camide barındırıldı. ‘Buraları ahır yaptılar’ diyen, yalan atana diyorum ki, ‘Senin yaptığın, çocukları aç bırakmanın, hasta etmenin milyon günahı var’” dedi.
TSK’dan ihracı istenen teğmenler hakkında, “Mustafa Kemal’in teğmenlerine sahip çıkmak bu milletin askerlik kadar kutsal vatan borcudur. Seneye, iki, üç seneye iktidar olunca, haksızlıkla atılan kim varsa geri alırız. Erdoğan, atma, yapma, kul hakkına girme. Ama girersen atılan teğmenlere hep beraber kılıç töreni yaptıracağız” ifadelerini kullanan Özel, pazarlardan iktidara ses yükselten vatandaşa dikkat çekerek, “Tayyip Bey pazara gidebiliyor mu? Esnafın hatırını sorabiliyor mu? İşçi ile konuşabiliyor mu? Milletin arasında karışıp ‘Geçinebiliyor musunuz?’ diye sorabiliyor mu? Soramıyorsa onun dediği gibi, ‘Sokağa gidemiyorsa sandığa gidecek, erken seçime gidecek.’ Tayyip Bey ya vatandaşa git hatrını sor, helallik iste. Yapamıyorsan sandık işte orada. Sandığı bekliyoruz, erken seçim istiyoruz” çağrısını yaptı.
Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, partisinin TBMM Grup toplantısında konuştu. Genel Başkan Özel, “Değerli milletvekillerimiz, yurdun dört bir yanından koşup gelen çok kıymetli örgütümüz, belediye başkanlarımız, televizyonlarında bizleri izleyen, radyolarından dinleyen kıymetli vatandaşlarımız, hepinizi Cumhuriyet Halk Partisi adına saygı ile selamlıyorum” dedi.
Özel şöyle devam etti:
“HER ŞEYE BULUYORUZ, BU EVLATLARIMIZA PARA BULAMIYORUZ”
“Geçtiğimiz hafta 14 Kasım Dünya Diyabet Günü’nde çok kıymetli bir heyeti ağırladım. Türk Diyabet Vakfı Başkanı ve yöneticileri, Tip 1 diyabetli, yani şeker hastalığına çocukluğundan yakalanmış, doğuştan gelen bir şeker hastalığı ile ömürlerini o hastalıkla geçirecek olan minik evlatlarımız vardı. Onlar bize bir sorumluluğumuzu hatırlatıyorlar. Ben bu kürsüye Genel Başkan olarak ilk çıktığım gün, ilk konu olarak bunu söylemiştim. Türkiye’de 30 bin Tip 1 diyabetlimiz var. Onlar doğru miktarda insülin kullanabilmek için günde 7-8 kez parmaklarını iğne ile delip, kanlarını damlatıp, ölçüm yapmak durumunda kalıyorlar. Oysa dünya bu acıyı, bu eziyeti çoktan geride bıraktı. Aslında Türkiye’de de parası olanlar geride bıraktı. Ama maalesef bu yöntemi kullanmak zorunda olan 30 bin Tip 1 diyabet hastası var. Ne yapılması gerekiyor? Bir sensör var, kola takılıyor. Eskiden cihazı yaklaştırılıyordu, şimdi ona da gerek kalmadı. Annenin, babanın cep telefonuna anında, istediğinde de doktorun cep telefonuna haftalık, aylık raporlarla şeker ölçümleri gidiyor. Anne ve baba 3 yaşındaki evladının, 7 yaşındaki kızının, 10 yaşındaki oğlunun sabah 08.00’da parmağını delip, onun canını yakıp, onu ağlatıp kan şekerini ölçme derdinden kurtuluyor. Cihaz omuzda duruyor, üst kolda, cep telefonuna mesaj geliyor. Ona göre de insülin kullanılıyor. İnsülinin kullanılması için de artık insülin pompaları var. İnsülinin iğnesine de gerek kalmıyor ikisi bir kullanılırsa. Bunu Avrupa Birliği’nde ödemeyen devlet yok. Dünyada gelişmiş, gelişmekte olan ülkelerde bunu ödemeyen devlet neredeyse yok. Ama biz her şeye para buluyoruz, bu evlatlarımıza para bulamıyoruz. Geçtiğimiz çarşamba Çalışma Bakanlığı bütçesi görüşüldü. Orada arkadaşlarımız ifade ettiler. Yıllardır bunu söylüyoruz. Sözler alınıyor; ‘Seneye kadar halledeceğiz, bu yaz geçsin halledeceğiz’. Yine olumsuz konuşan yok ama ilerleme yok. Birazdan değineceğim, burada bugün Sağlık Bakanlığı’nın bütçesi konuşuluyor. Söz verdim. Bugün bir kez daha 30 bin evladımızın ‘Parmağımızdaki acıyı kalbinizde hissedin’ çağrısını buradan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan tekrarlıyorum. Biz bu acıyı yüreğimizde hissediyoruz. Evlatlarımızın acısını bu Meclis dindirmelidir. Bu çağrıyı yapıyorum.”
“‘TEDBİR ALINSIN, FELAKET OLUR’ DEDİLER, DİNLETEMEDİLER”
“Doğru söylemek, haklı olmak, siyasette aslında tutarlılık çok önemli. Ama Cumhuriyet Halk Partisi, bazen haklı çıktıkça çok üzülüyor. Örneğin bu dönem, önceki dönem Rize milletvekillerimiz ya da Rizeli milletvekillerimiz, ‘Çayeli’nde bir heyelan tehlikesi var. Tedbir alınsın, felaket olur’ dediler. Geçmişte bunu bizim çeşitli facialarda pek çok arkadaşımızın yaptığı gibi. Soru önergeleri verdiler, bir dakikalarda konuştular, gidip Çayeli’nde konuştular. Dinletemediler. Bugün sabah bir heyelan ve bir can kaybı haberi ile uyandık. Maalesef, ‘Daha beterleri kapıda’ diyorlar. Allah esirgesin, çok korkarız ama bu konuda tedbir alınması gerekiyor. Çayelimize, Rizemize geçmiş olsun. Hayatını kaybeden vatandaşımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına da başsağlığı diliyorum.”
“YALANI İFŞA ETTİK, O TASARI DA GERİ ÇEKİLDİ”
“Gruptan her zaman beklentilerimiz oluyor. Zaman zaman kendi toplantılarımızda eleştirilerimiz oluyor karşılıklı. Ama bugün bu bütçe görüşmeleri sürecinde bu grubun bir hakkını vererek başlamak isterim. Geçtiğimiz aylarda hatırlıyorsunuz, hayvan hakları yasasında itlaf vardı. Yani ‘Al, götür, beklet, 1-2 ay içinde sahiplendiremezsen katlet’. Buna karşı bu grup muhteşem bir direniş ve itirazla yasayı tamamen geri çektirmedi ama itlafı çıkardı, kamuoyunu güçlü şekilde duydu ve sesini duyurdu. Belediye başkanlarımız ‘Biz uygulamayacağız’ dedi. AK Parti’nin o kötü tasarısının izleri ile zaman zaman canlar yanıyor. Ama o yasadan itlafı ve olumsuz pek çok yönünü geri çektirdiler. Devamında kadının soyadı meselesi; büyük bir hak mücadelesi. Grubumuz orada kadın örgütlerini ve kadınları dinledi, büyük bir mücadele verdi. O düzenleme de geri çekildi, uygun hale geldi. Efendim, gündemi ele almak için ya da yoksulluk, sıkıntı, işsizlik çekilirken başka şeyleri tartıştırmak için ‘İsrail, Türkiye’ye saldıracak’. Haydi bakalım akşam televizyonlarda eli çubuklu çok uzman kişiler… Türkiye’nin F-16’ları, İsrail’in F-35’leri tartışmaları sırasında, ‘Haydi bakalım; Savunma Sanayi Fonu’. 70 milyar lira bu milletten bu yok zamanda para toplayıp, bu aidatın aidiyet üretmesini isteyen ve güvenlikçi politikaları yaşam pahalılığının önünde konuşulsun isteyen akla karşı bu grup televizyonlarda, basın toplantılarında, Meclis’te, kürsüde önemli bir itirazı ortaya koydu. Kapalı grup toplantısında yalanı ifşa ettik, korkuyu ifşa ettik. O tasarı da geri çekildi.”
“GAZETECİ, ÖĞRENCİ, SİYASETÇİ, HER MUHALİF AJAN”
“Geçtiğimiz salı günü, buradan şunu demiştim, gruptaki milletvekillerimizin gözüne bakarak, arkamdaki grup başkanvekilinin, karşımdaki grup başkanvekillerinin ve grubumuzun gözünün içine bakarak… ‘Bir yasa getirdiler. Adı; Etki Ajanlığı. Bu yasa ile güya MİT, Türkiye’deki üçüncü ülkelerin, birinci ülkelere yaptığı operasyonlarda filan filan’… Ama bir yazmış AK Parti grubu, herkes ajan. Gazeteci ajan, televizyoncu ajan, öğrenci ajan, siyasetçi ajan, her muhalif ajan. Dedim ki, ‘Arkadaşlar kırmızı alarm ilan ediyoruz. Bu yasa geçmeyecek. Geçmemesi için elden gelen ne varsa yapılacak’. Grup mesajı aldı. Burada bu talimata kararlı gözlerle, inançla, alkışla mukabele ettiler. Geçen hafta mücadele verildi, Etki Ajanlığı Yasası geri çekildi. Hepinize yürekten teşekkür ediyorum. Hepinizle gurur duyuyorum arkadaşlar. Şimdi derler ki, ‘CHP yazsın getirsin o zaman’. Meramımızı nasıl anlatacağımızı, o yazıyı yazmak muhalefetin işi değil. Biz iktidara bütün eleştirilerimizi, uyarılarımızı yaptık. Taslağı hazırlasınlar, ajana ‘ajan’ desinler. ‘Efendim üçüncü ülke, Türkiye üzerinden bomba ile bir başka ülkeye gidecek. Yakalayınca sadece patlayıcı maddeden ceza veriyoruz’. Yazın oraya ne yazacaksanız. Ama MİT’in istediği veya devletin güvenlik güçlerinin istediği öğrenciyi, öğretmeni, öğretim görevlisini, siyasetçiyi, gazeteciyi tehdit etmeyen, kısıtlamayan, ‘ajan’ demeyecek, sadece bu durumu tanımlayacak maddeyi yazacak akıl, beceri, erdem, lügat bu ülkenin bürokrasisinde var. Yazsınlar, alın getirin. Oturmaya, konuşmaya, düzeltmeye, en uygun hale getirmeye biz varız. Ama sakın ha sakın geçen haftakine benzer bir metnin orasını, burasını değiştirip, aynı niyetle gelmeyin. Kırmızı alarm kalkmadı, sadece sarıya çevirdik. Gerektiğinde yeniden ilan ederiz, aynı mücadeleyi tekrar veririz.”
“DAHA İDDİANAME YOK, ÇÜNKÜ İDDİANAMEYE KOYACAK DELİL YOK”
“Dün Esenyurt’taydık, Cumhuriyet Halk Partisi tarihinde Merkez Yönetim Kurulu toplantıları bugüne kadar üç kez bir ilçe binasında yapıldı. İlki, memleketim Soma’da Soma faciasının yıl dönümündeydi; 10’uncu yıl dönümündeydi. İkincisi ve üçüncüsünü Esenyurt’ta yaptık. Üçüncüsünü dün Esenyurt’ta yaptık. İki hafta önce olduğu gibi yine Esenyurt’a gittik. İlçe binamızda, baba ocağımızda oturduk ve durumu gözden geçirdik. Şunu hatırlayalım. Bir şafak operasyonuyla, her sabah 08.00’da belediyenin kapısından giren Belediye Başkanımız Ahmet Özer’in sabah 05.00’da evinin kapısına koçbaşlarını vurdular. Korkuyla kapıyı açan eşini ittirdiler. Yatak odasına eşinin ricasına rağmen, eşini almadan veya eşine Ahmet Bey’i uyandırma imkanı vermeden gittiler, Ahmet Bey’i yatağında, döşeğinde gözaltına aldılar. Sırf itibarsızlık için, sırf itibarsızlaştırmak için. Aynı anda belediye, devletin kapısını, devlerin kilidini balyozla kırdılar. İçeri girdiler, avukatları almadılar. Yalan yanlış, saçma sapan, sahte mahte deliller topladılar. Çıktılar, Ahmet Özer’i o topladıkları güya delillerle tutukladılar. İtiraz ettik. Hep birlikte kampımızı iptal ettik. CHP’li bütün grubumuzu, yöneticilerimizi, Parti Meclisimizi, MYK’mızı dört gün, beş gün sadece Esenyurt’ta topladık. Hep birlikte bir demokrasi darbesine, demokrasiye karşı girişilmiş siyasi bir darbe girişimine karşı ne yapmamız gerektiğini konuştuk. Tabii o sırada Türkiye’nin sayılı ceza hukukçuları, tutukluluğa itiraz dilekçesi yazdılar. Dilekçe 40 sayfa, ekleriyle tuğla gibi. O dilekçeyi, o yazılmış, profesörlerin 40 yıllık kürsü birikimleriyle, akademik birikimleriyle hazırladıkları o itirazları belki sınava girse ceza hukukundan 40 alamayacaklar 40 dakikada reddettiler. Okusa okuyamaz. 40 sayfa dilekçe, dünya kadar ek. Okunamayacak sürede reddettiler. Ret gerekçesinde şöyle söylediler; ‘Her ne kadar..’, çünkü çürütüyor ya bütün iddiaları, ‘..bu böyleyse de, bu böyleyse de, bunda tutukluluğa gerek yoksa da gizli tanık beyanları var. Gerçi gizli tanık tutuklama gerekçesi tek başına olamayacaksa da tutukluluğun devamına’. Gizli tanık nereden çıktı yahu? Nereden çıktı? Ahmet Özer’i aldın sen bir gün tuttun, hakim karşısına çıkardın, sordun değil mi? Sorduğun soruların içinde gizli tanık yok. Olsa sormayacak mı? Soracak. Zaten diyor ki ‘Tutuklama gerekçelerinde bir şey yok ama gizli tanık var’. ‘O gün yalandan tutukladım. Bugün başka bahane buldum’. Gizli tanık vardıysa o gün sorardın. O gün yoksa demek ki önce tutukladın, sonra gizli tanık yarattın. Şimdi o gizli tanığın ifadesiyle güya iddianame yazacak. İddianameyi yazması beklenen soruşturma savcısı iyidir-kötüdür, bir şey demiyorum. İstanbul’da hızlı iddianame yazmasıyla meşhur. Efendim 200 sanıklı davaya 4 günde iddianame yazmış. Gece, gündüz çalışmış. Şimdi tek sanıklı dava. Oldu 22 gün. Daha iddianame ortada yok. Çünkü iddianameye koyacak delil yok.”
“İŞGALCİNİN YAPMADIKLARINI TEŞHİR EDİYORUZ”
“Delillerin yaratıldığı bir sürecin adalet getireceğine kimse inanmaz. Dün Eseryurt’taydık, Esenyurt’ta da kimse böyle bir sürece inanmıyor. AKP ve MHP’ye kötü haberim şu ki, Esenyurt’a gidin bir dolaşın bakalım. Biz Esenyurt’u, Ahmet Özer Esenyurt’u yüzde 51 oyla kazandı. İki kişiden birinin oyuyla. Bugün Esenyurt’ta yapılan farklı kamuoyu araştırmalarında en kötü sonuç olduğunda Esenyurt kayyuma, ki ‘kayyum’ dememek lazım o hukuki bir terim, işgale yüzde 81 ile itiraz ediyor. Bir gidin bir bakın bakalım Esenyurt ne konuşuyor? Esenyurt’un yüzde 80 itirazı şu. Esenyurt’ın yarısı Ahmet Özer’e oy vermiş, öbür yarısı vermemiş ya. Öbür yarısının da içinde olduğu beş kişiden dördü artık ‘Yanlış yapıyorlar, böyle olmaz’ diyor. ‘Ben’ diyor, ‘Ahmet Özer’e oy vermedim. Ama bu vakitten sonra bu adamın da hakkını yiyorlar’ diyor. Hodri meydan. Koyalım Esenyurt’a sandığı, soralım ‘doğru mu, değil mi?’ diye. Yüzde 80’le, yüzde 90’la Esenyurt, Ahmet Özer’in arkasında değilse biz hiçbir şey bilmiyoruz. Bir gidin, sokağı dolaşın. Bizim iki hafta boyunca milletvekillerimiz, genel başkan yardımcılarımız, ilçe belediye başkanlarımız, Türkiye’den il ve büyükşehir belediye başkanlarımız, il başkanlarımız geldiler ve gittiler. Her gün nöbetteyiz. O nöbetin sonunda iki büyük darbeye karşı Türkiye’de bir farkındalık oluşturdular. Biri Ahmet Özer’e yapılan darbe, sürüyor. Diğeri Belediye Meclis Grubuna yapılan darbe ve o da sürüyor. Ama belediye meclis grubuna ve bu Meclis’in seçilmiş milletvekillerine yapılan saygısızlık, nihayet geçen hafta uzun mücadelelerin sonunda, ilçe yönetimimizin, il başkanımızın, milletvekillerimizin, grup başkanvekillerimizin mücadelesiyle, genel başkan yardımcılarımızın mücadelesiyle nihayet barikatlar aşıldı, odamız geri alındı, odamız işgalden kurtarıldı. Şimdi soru önergesi verebiliyoruz, şimdi denetleme faaliyeti yapabiliyoruz, şimdi işgalcinin yapmadıklarını teşhir edebiliyoruz.
“ESENYURT’TA YAPILAN İLK SEÇİMDE DEMOKRASİ TOKADINIZI YİYECEKSİNİZ”
“Ama şunu unutmayın ki, Ahmet Özer çıkana kadar o belediyeyi bir vekil yönetecekse o vekilin, o grubun içinden seçilmesi lazım. Haklarında hiçbir suçlama olmayan, cezaları olmayan, milletin seçtiği koca bir Esenyurt Belediye Meclisi içinden biri yerine, birini seçmesi yerine Tayyip Bey’in seçtiği birisinin Esenyurt’u yönetmesi tamamen aslında Tayyip Erdoğan için bir yenilmişliğin, bir tükenmişliğin, bir zaafiyetin, bir acziyetin göstergesidir. ‘Ben aday çıkardım, yarıştım, Esenyurt’u kaybettim. Hazmedemiyorum, yerine bir kaymakamı vali yardımcısı yapıp bir günde oraya gönderiyorum. Bana ne, bana ne Esenyurt’u ben yönetmek istiyorum’. Bunun adı ‘demokrasi’ değil. Bu milli irade düşmanlığının, bu mızıkçılığın, bu kendisini acz içinde gösterme pahasına gözünü hırs bürümüşlüğün cevabını Esenyurt’tan alacaksınız. Nasıl Sayın İmamoğlu‘nun, Ekrem Başkan’ın mazbatasını, helal mazbatasını iptal ettiniz de millete gittiniz de 45 gün sonra millet, 13 bin farkla seçtiği İmamoğlu‘nu bu sefer 806 bin farkla seçtiyseniz Esenyurt‘ta yapılacak ilk seçimde demokrasi tokadını alnınızın ortasına yiyeceksiniz.”
“MÜCADELEYİ ESENYURT’UN 43 MAHALLESİNE TAŞIYORUZ”
“Biz Esenyurt’u ilk günden beri bir dakika yalnız bırakmadık, bir dakika. Bundan sonra da Esenyurt’u yalnız bırakmayacağız. Dün yaptığımız Merkez Yönetim Kurulu kararlarına göre, Esenyurt‘ta nöbete devam edeceğiz. Bundan sonra her iki günden birinde Türkiye’nin herhangi bir şehrinden bir ilimiz, bütün seçilmişleriyle, il başkanı, il yönetimi, ilçe başkanları, ilçe yöneticileri, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri ile birlikte Esenyurt‘ta günlük nöbeti bir ilimiz tutacak, Esenyurt halkıyla o şehrin dayanışmasını Esenyurt’a sonuna kadar hissettirecek. İki günden birinde bu varken diğerinde de bugüne kadar her birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum, eksik kalmasın diye isim saymıyorum. Tüm siyasi partilerin çok değerli milletvekilleri, il-ilçe başkanları, yöneticileri, genel başkanları dayanışmak için aradılar, sordular, tweet attılar, basın açıklaması yaptılar, böyle kürsülerden, grup toplantılarında ifade ettiler. Onları artık dayanışmalarını ifade ettikleri Esenyurt Belediyesi’nde, Esenyurt Belediye Meclis Grup Salonumuz’da bu haftadan itibaren ağırlamaya başlıyoruz. Hem tüm siyasi görüşlerden siyasileri, çünkü bunun partisi yok. Hangi partiden olduğunun bir önemi yok. Mesele milletin seçtiğine devletin başındakilerin saygı göstermeyi bırakması. Kendilerini seçince milli irade baştacı, başkalarından seçince milletin iradesi alaşağı, yerine kondur bir başkasını. Buna direnmek için tüm siyasi partilerle birlikte olacağız. Ayrıca sanatçılarımız, okur yazar, çizer ve bu ülkede düşünen, karikatür çizen, kitap yazan, köşe yazan, şarkı besteleyen, resim yapan herkes bize dayanışma için gelmek istediler. O hengamenin içine onları davet etmemiştik. Ama şimdi tüm sanatçılarımızı, tüm yazarlarımızı, gazetecilerimizi, düşün insanlarını Esenyurt’a bekliyoruz. Ayrıca önümüzdeki Pazar günü 81 il başkanımız Esenyurt‘ta olacak. İl başkanları toplantımızı yapacağız, ayrıca bir tam gün 81 il başkanımızla Esenyurt’un 43 mahallesinde il başkanımız hemşerileri nerede çoksa oraya koşarak, her mahallede iki il başkanının bulunduğu, milletvekillerimizin bulunduğu mahalle toplantılarıyla, yani tartışmayı, mücadeleyi, demokrasiye sahip çıkan iradeyi Esenyurt Meydanı’ndan, Belediye’nin önünden Esenyurt’un 43 mahallesine taşıyoruz, bu mücadeleyi hep birlikte vereceğiz. İlçede aksayan hizmetleri anlatmaya, Ahmet Özer görevdeyken başladığı o mahalleyi ilgilendiren projenin nasıl durdurulduğuna, kayyumun gelip de nasıl Esenyurt’a hizmet etmek için ama ihaleye girmiş, ama eskiden sözleşmesi devam eden şirketleri durdurduğunu, çalıştırmalarını, Esenyurt‘un nasıl hizmet almadığını ve kayyumun nasıl Esenyurt’u zaten zor durumda olan, 2019’a kadar çok güçlük çekmiş olan Esenyurt’u nasıl paçasından aşağıya çekmeye çalıştığını da hep beraber anlatacağız.
“BU MİLLETİN VEKİLLERİNE DE POLİSLERİNE DE TEŞEKKÜR EDİYORUM”
“Esenyurt üzerinden iki teşekkürüm var. Birisi Esenyurt’ta görev yapan milletvekilinden tüm yöneticilerimize kadar hepsine. Büyük provokasyonlar oldu, kanunsuz emirler verildi, milletin vekilinin önüne devletin hatta bu milletin evlatları olan devletin polisini diktiler. Milletvekillerimizden rica etmiştim, örgütümüzden, bu kürsüde. Demiştim ki, ‘O polislerin her birisi bir eş, bir ana, bir baba, bir evlat, bir kardeş. Eve gittiklerinde onları mahcup edecekler bir muameleyle karşılaşmasınlar. Sakın ola sakın bir polisimizi incitmeyin’. Ve bugün, dün İl Başkanımıza söyledim, Esenyurt İlçe Emniyet Müdürü’ne sordu, ‘Bu sürede bir polis incindi mi’? ‘İncinmedi’ dediler. Ayrıca o kadar yüksek tansiyona, o kadar zor şartlarda çalışmaya, uykusuzluğa, kumanyaya mahkum, günlerce süren göreve rağmen polis de bize karşı verilen onca kanunsuz emri gösterirken evet engelledi, kanunsuz işlere alet edildi ama bize karşı bir saygısızlık yapmadı. Ben bu milletin vekillerine de, bu milletin polislerine de yürekten teşekkür ediyorum.”
“AHMET ÖZER KUMPASLARI AŞACAKTIR, GÖREVİNİN BAŞINA DÖNECEKTİR”
“Bu konuda son sözüm şu, Ahmet Özer suçsuzdur. Ahmet Özer hakkında uydurma deliller ona yapışmaz. Ahmet Özer, Tayyip Erdoğan’ın her bayram kart attığı, Cemil Çiçek‘inden Süleyman Soylu‘suna, ‘Hoca gel bize bunu anlat’ deyip bu Meclis’te Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in Komisyon’da, Anayasa Komisyonu’nda 3 saat dinlediği, Süleyman Soylu‘nun çağırdığı, Şehircilik Bakanlığı’nın çağırdığı, dönemin Van Valisi şimdinin İçişleri Bakan Yardımcısının kitap yazdırdığı, bölgenin sorunlarıyla ilgili bir bilim adamına, bir akademisyene ne terörizm yapışır ne ona suçluluk yapışır. Bunun için biz başkanımızın arkasındayız, Ahmet Özer serbest kalacaktır. Ahmet Özer mahkemede aklanacaktır. Ahmet Özer kumpasları aşacaktır, görevinin başına dönecektir. Başkanımızın arkasındayız.”
“MİLLETİN HAKKINI SAVUNMAK İÇİN ÇETEYE DE MAFYAYA DA DİMDİK AYAKTA DURUN”
“Tabii CHP’nin başkanları, halka hizmet için her şeyi göze alınca kötü şeyler de yaşanmıyor değil. Dün Tahsin Erdem, Zonguldak Belediye Başkanımız. Bir pazar yeri. İster o pazar yerini köylüler kullansın, pazarcılar kullansın, evine ekmek götürmek isteyenler kullansın. Tabii belediyeyi devraldığımız yer belli, pazar yerleri verilmiş mafyaya. Bizimkiler mafyayı, çeteyi sokmayıp pazarcıyla direkt ilişki kurunca dün makam odasında sözlü saldırı, fiili taarruz, çok kötü bir şey olmadan engel olundu. Ama buradan Tahsin Erdem’in şahsında 414 belediye başkanımıza diyoruz ki, ‘Bu milletin hakkını savunmak için çeteye de mafyaya da her türlü kirli ilişkiye karşı da siz böyle durun, dimdik ayakta durun, Atatürk’ün partisi dimdik arkanızdadır.”
“O İSTİFA EDİLECEK, O HESAP VERİLECEK, KİMSE YÜZÜNE BAKMAYACAK”
“Biraz önce ifade ettim. Bugün Meclis’te bir konuk var. Bir misafir. Dışarıdan geliyor, aslında artık gelmemesi gerekiyor. Sağlık Bakanı. Nasıl bir çelişkidir, ne hazin bir tesadüftür ki bir yanda yenidoğan çetesi İstanbul’da yargılanıyor bir yandan Sağlık Bakanı gelmiş Plan Bütçe Komisyonu’nda bir yıl boyunca sağlığı nasıl yöneteceğini, hastaneleri nasıl yöneteceğini, yenidoğan ünitelerini nasıl yöneteceğini anlatıyor, onunla ilgili bütçe istiyor. Milletin parasını kullanmak için, milletin vekillerinden yetki almaya gelmiş. O Sağlık Bakanı ki, 2016 yılından bakan olduğu güne kadar sekiz yıl boyunca İstanbul’da İl Sağlık Müdürü. Onun döneminde yaşanıyor ne yaşandıysa. İhbar geliyor, dört ay çocuklar ölüyor, bunlar gözlüyor. Sonra bu sene Mart- Nisan’da gözaltılar yapılıyor ama hastanelerin sahipleri o kadar hatırlı kişiler ki o kadar bizimkilere yakın kişiler ki, o kadar dokunulmaz kişiler ki o hastanelere çocuklar yatırılmaya devam ediyor. O hastanede buz dağının görünen yüzüne operasyon yapılıyor, Eylül’e kadar duruyorlar. Bu çetenin başındakiler o kadar şımarmışlar ki bu ayrıcalıklı muameleden, gidiyor savcıyı tehdit ediyor. ‘Bizimkileri salmazsan, bu dosyayı kapamazsan’ diye tehdit edince Savcı Bey’in canına tak ediyor, yeni bir operasyon başlatıyor. O operasyon sayesinde öğreniyoruz ki yıllar önce ihbar, aylar önce tutuklama, ihbardan sonra bile çocuk ölümleri ve o hastanelere el kadar bebeleri emanet etmeye devam eden bir sağlık sistemi. İşte o sürecin sağlık müdürü, bugün gelmiş ‘Ben Sağlık Bakanıyım’ diyor. Plan Bütçe Komisyonumuz ona patik gösterdi. Ona zıbın gösterdi. Ona emzik gösterdi. Çocuğunun altına hiç bağlayamadığı zıbınları, hiç giydiremediği patikleri, hiç üstünde yatmadığı küçücük yastıkları gösterdik. Onun ve onun zihniyetinin yarattığı büyük acı. Evlerde o beşikler, o yataklar boş duruyor. O zıbınlar, o yastıklar boş duruyor. 18 sene sonra bir mucize bir çocuğu olmuş, o çocuğu da gitmiş o çete öldürmüş. Halen daha da bu gelmiş Plan Bütçe Komisyonunda milletin vekillerinin gözünün içine bakıp kendisine bakan muamelesi yapılmasını bekliyor. Arkadaşlarımız onun gözüne baktılar, istifaya çağırdılar, onun konuşmasında orayı terk ettiler. O istifa edilecek, o hesap verilecek, o güne kadar da kimse bunların yüzüne bakmayacak.”
“EN ÖNEMLİ ÇARKSIN, SEN ORADA DURURSAN BU YARGILAMA SÜRMEZ”
“Şu kadar ar, onur, namus varsa bakansın ya, soruşturma sürüyor, 47 sanık var bir tanesi devlet memuru değil. Bir tane kamu görevlisi yok. Niye? Kimi koysa o üstünü işaret edecek, ikinci, üçüncü ifadede beyefendi kabak gibi ortada kalacak. Sağlık Müdürüsün sen. Sen kendini nasıl savunursun? ‘Efendim biz ne yapalım bizi de buraya atadılar, hastanelerinde yenidoğan ünitelerini çetelere kiraladılar’. Sen bu sistemin içinde en önemli çarksın. Sen orada durursan bu yargılama sürmez. Onu orada zaten o yüzden tutuyorlar. Nasıl Soma davasında en sorumluları vermediler ki iş yukarıya doğru gitmesin diye bunu da orada tutuyorlar. Ama ne olursa olsun bu millet gördü, hepimiz görüyoruz ki bu iktidarın uygulamaları ne yenidoğana, ne çocuğa, Narin‘e, ne kadına, surdan atılan kardeşlerimize, ne sokaktaki canlara, ne yoksullara, ne gençlere hiç kimseye iyi gelmemektedir, bu iktidarın gitmesi Türkiye’nin yüzünün gülmesinin tek şartıdır, ön şartıdır.”
“AK PARTİ’NİN UYDURDUĞU NE KADAR YALAN VARSA HEPSİNİ KULLANDI”
“Tabii bu dönemki Kabine gerçekten evlere şenlik diyeceğiz ama şenlik demek ağlanacak halimize gülmek olur. Bir Milli Eğitim Bakanı var. İsminin başında ‘milli’ kelimesi olan bir bakanlığı yönetiyor. Çıkmış canını kurtarmak için siyaseten, Anayasa’nın ilk dört maddesi, değiştirilmemesi gereken ve üzerinde yüzde 90 mutabakat olan ilk dört maddesinden laiklik ilkesine, o 4 maddeyle korunan laiklik ilkesine Batman’da elinde mikrofon dümdüz saldırıyor. Hafta sonu yalanlarla, iftiralarla tarihi eğip bükerek laiklik ilkesi üzerinden Cumhuriyet’e, kurucu kadrolara bizzat gazi Mustafa Kemal Atatürk’e saldırmıştır. ‘Vay efendim o dönem camiler kapatılmış’ neymiş ‘Camiler ahıra çevrilmiş’. AK Parti’nin 22 yıllık kutuplaşma siyasetinde uydurduğu, kullandığı ne kadar yalan varsa hepsini birden bir cümlede kullanıp ‘Aman bir gerginlik çıkarayım, bir kavga çıkarayım, arkam boşaldı, bizimkiler de beni eleştiriyor, arkamı toplatayım, CHP ile karşı durunca bana sahip çıksınlar’ diye aklınca uyanıklık yapıyor, şeytanlık yapıyor. Bu safsatalara verilecek yanıtların hepsi verildi, verilmeyecek yanıt yok. Bir tek şeyi bilsin, laiklik din düşmanlığıymış da, yok camiler ahır olmuş da… Eğer o Anayasa’yı yapanlar, bu ülkeyi kuranlar, başta Gazi Mustafa Kemal olmasaydı o camilerde şimdi ezan okunmuyordu arkadaş, ezan okunmuyordu.”
“MİLLİ EĞİTİMİ TARİKATLARA PEŞKEŞ ÇEKEN BAKAN”
“Bakanlığı döneminde eğitimde fırsat eşitliği yerlerde sürünen, öğrencileri okulda aç bırakan, milli eğitimi vakıf-dernekler adı altında tarikatlara yönettiren, onlara peşkeş çeken bir bakanla karşı karşıyayız. Yusuf Tekin sen öğrencilerin yüzde 31’i kahvaltı yapmadan okula giden bir Milli Eğitim Bakanısın. Sen öğrencilerin yüzde 25’inin ‘Okulda en az bir kez birinin elinde bıçak gördüm’ dediği bir dönemde Milli Eğitim Bakanısın. Sen öğrencileri kantine gidince tost alamayan, iki günde bir tost alsa ya da bir tostu ortadan ikiye bölüşse yanında ayran içemeyen öğrencilerin Milli Eğitim bakanısın. Sen okullarda öğrencilere yemek dağıtma sözünü seçimden sonra unutan, ‘Yemek dağıtalım’ dediğimizde biz ‘Türkiye’deki okullarda öğlen üç kap sıcak yemek verelim, çorba verelim, temiz su verelim’ dediğimizde o kapıları bize kapatan, inat uğruna öğrencileri aç bırakan, kötü suya muhtaç bırakan bir Milli Eğitim Bakanısın. Okulları pislik götürürken bütün yaz durup durup durup okullar açılınca o pisliği görünce ‘30 bin eleman almak lazım’ diye başvuruda bulunup, o sırada Cumhuriyet Halk Partililer tuvaletleri, okulları, her yeri temizlemek için el uzatınca, ‘Kamera olmadan, rozet takmadan, gitsin belediyelerimiz ne gerekiyorsa yapsın’ dediğimizde çocukları hastalığa, pisliğe terk edip inadından o okulları seçilmiş belediye başkanlarına kapatan birisin.”
“CEPHANE ISLANMASIN DİYE CAMİDE BARINDIRILDI, BİZ CAMİ KAPATMADIK”
“Bak CHP ne ahır yaptı camiyi ne de camiyi kapattı. Köyde cemaat yokken, cepheye camileri, ezanı, bayrağı, milleti kurtarmak için giden cephaneler akşam ıslanmasın, cephede tutukluk yapmasın diye camide barındırılan, köyde cemaat yok hepsi cephede çarpışırken, o camide barındırılan mühimmata ‘Camileri ahır yaptılar’ diyen o mühimmatın etrafındaki düşmüş olan, etrafındaki samanlara bakıp da ‘Buraları ahır yaptılar’ diyen, o zamanları söyleyen, o samanın üstündeki Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün cephesine yetiştirilen mermilerin ne kadar kutsal olduğunu görmeyen, bunun üzerinden bu utanç yalanlarına atana diyorum ki, ‘Biz cami mami kapatmadık. Ama cami kapatmanın bir günahı varsa, bu senin yaptığın, bu çocukları aç bırakmanın, hasta etmenin bin günahı var, milyon günahı var’. O yüzden bu hadsizin, bu küstahın söylediği sözlere siyasi zeminde laf yetiştirmek yerine bunu niye yaptığını görmek lazım. Bunun derdi, ‘Bu tartışmayı başlatayım, Özgür Bey ile Tayyip Bey’in arasında cami polemiği başlatayım, laiklik tartışması başlatayım, ben bu rezilliklerim konuşulmadan kenarda durayım, bakanlığı sürdüreyim’. Bu Türkiye Cumhuriyeti’nde, hatta bu AK Parti döneminde ne bakanlar geldi, ne bakanlar gitti. AK Parti’ninkilerin içinde çok kötüleri vardı ama bu kadar kötüsü, bu kadar vicdansızı, bu kadar beceriksizi gelmedi arkadaş.”
“HER TÜRLÜ GERGİNLİĞİ ÜRETMEK İÇİN ALARMA GEÇTİLER”
“Bir başka hesap, aynı hesap, aynı taktik. Birazdan söyleyeceğim. Bu ülkede bu iktidar 22 yıl sonra kutuplaştırma siyasetinin ekmeğini yiyemediği bir dönem yaşıyor. Bu ülkede bu milletin milletvekilleri bu iktidar geldiğinde asgari ücretin alım gücüyle yedi çeyrek altın, bugünkü alım gücü üç çeyrek altını 81 ilde, 973 ilçede, pazar pazar, kapı kapı anlatıyorlar. En düşük emekli maaşında da aynı hesabı anlatıyorlar, öğrenci kredisinde de. Asgari ücrete zam talebini her yerde konuşuyorlar. Biz bu ülkenin gerçek sorunlarını ve nasıl çözüleceğini söylerken, Tayyip Bey’e şunu söylüyorlar, değilse yalanlasın; ‘1,5-2 ay önce, 2,5 ay önce anket yaptırdık. Toplumda kutuplaşma düşüyor. CHP, seçmenle konuşuyor. CHP, polemiğe girmek yerine kavgayı ekmek kavgasına, işsizlik kavgasına, yoksulluk kavgasına döküyor. Çeperler inceldi. Bizim seçmen CHP’nin taahhütlerine, tespitlerine kulak veriyor. Mutlaka gerginlik üretmelisin. Normalleşme denen CHP’nin millete saygılı dilini bitirtmelisin. Bunu onlara sonlandırtmalısın’ dedi diye. Çıktılar hiç olmayacak zamanda, her türlü gerginliği üretmek için alarma geçtiler. Sokak röportajı yapan bir hanımefendiyi olmayacak maddeden alıp hapishaneye attılar. Olmayacak hakaretlere başladılar. En nihayetinde teğmenler… Silahlı kuvvetlerde, harbiyeden mezun oluyorlar. Deniz Harp Okulu, Kara Harp Okulu ve Hava Harp Okulu. Tarihte ilk kez, üçünün de birincisi genç kadın teğmenler. İşte size bir Cumhuriyet hikâyesi.”
“ESAS KARIN AĞRISI ‘MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ’ DENMESİ”
“Başta hatırlarsak, bu Meclis’e dört tane de ittifak ortağı soktular ‘Kadınlar sahiplendirilmeli sokak köpekleri gibi’ diyen. Kadınların okumasına karşı çıkan, kadınların araba kullanmasını yasaklamayı planlayan, Atatürk’e düşman, vatana düşman, millete düşmanları buraya taşıyanlar, o üç kadının birinci olmasını zaten hazmedemediler. Yetmedi. O teğmenler… Ki geçen seneye kadar yönergede var; kılıç çekiyorlar, yemin ediyorlar ve ‘Atatürk’ün askerleriyiz’ diye bitiriyorlar. Bu törende sizin gibi ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ dediler diye teğmenlere ilk önce hiçbir şey olmadı. Bir şey olmadı. Sonra biraz önce söylediğim o Hizbullahçı kafa, o gerici kafa ve onun AK Parti’ye sirayet etmiş çeşitli uzuvları harekete geçtiler. Sekiz gün sonra Tayyip Erdoğan, sekiz gün önce elini sıktığı, selamını aldığı, hatrını sorduğu, şakalaştığı, madalyasını taktığı, hediyesini verdiği o birinci teğmen başta olmak üzere, o kadın teğmenimiz başta olmak üzere döndü hepsine saldırmaya başladı. Sonra soruşturmalar, bir takım haberler. ‘Hepsini atalım’ diyenler. ‘Darbeci’ diyenler, bilmem ne yapanlar. Suç, güya emre itaatsizlik, disiplinsizlik… Esas karın ağrısı; ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ denmesi.”
“GÖRDÜK FETHULLAH GÜLEN’İN ASKERLERİ NE YAPTI BU ÜLKEYE”
“Şimdi bir kez daha soruyorum. Güya ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ deyince bu darbecilik oluyormuşmuş, 28 Şubat oluyormuşmuş. 28 Şubat’ta Mustafa Kemal yok arkadaş. Mustafa Kemal, 10 Kasım 1938’den beri buramızda (kalbimizde). Yok 28 Şubat’ta… Peki bu teğmenler ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ demeyecek de ‘Trikopis’in askerleriyiz’ mi diyecekti sizin gibi, ‘Keşke Yunan kazansaydı’ diyen senin hocan gibi? O yüzden meseleyi 28 Şubat’a, 25 yıl – 30 yıl geriye götürmeye çalışanlara diyorum ki bu mesele 28 Şubat’lık mesele değildir. Sizin hazımsızlığınız, ‘Keşke Yunan kazansaydı’ diyen, ‘Atatürk’ün heykelleri köpek leşi gibi yerde sürüklensin’ diyen Fesli Deli Kadir’in anlayışına ortaksanız bilelim. Yoksa sizde şunu bilin. Mustafa Kemal’in askerlerinden bu millete hiçbir zaman zarar gelmedi, gelmez. Ama 15 Temmuz günü gördük Fethullah Gülen’in askerleri ne yaptı bu ülkeye. O yüzden 14 yıl önce Balyoz kumpasında biz ‘Bu ülkeye kumpas kuruldu’ derken, biz Silivri cezaevinde, Hasdal Cezaevi’nde bugünkü Genelkurmay Başkanının, bugünkü Milli Savunma Bakanının devrelerini, arkadaşlarını, silah arkadaşlarını ziyaret ederken, o gün o kumpası kuranlarla ülkeyi bugün yönetenler etle tırnak gibiydiler. Ne istediyse veriyorlardı. Savcıya yetki de veriyordu, zırhlı araç da veriyordu. O da orduyu eziyordu. O günden bugüne bu ordu, hem hava kuvvetlerinde, hem deniz kuvvetlerinde, hem kara kuvvetlerinde ne kadar kan kaybettiyse, bir müsebbibi geçtiğimiz haftalarda ölen ve şimdi hesap veren Fethullah Gülen’se, diğer müsebbibi de bu işin Fethullah Gülen cemaati kadar onların önünü açan, onların yolunu açan, her makamı onlara veren Recep Tayyip Erdoğan’dır.”
“MUSTAFA KEMAL’İN TEĞMENLERİNE SAHİP ÇIKMAK ASKERLİK KADAR VATAN BORCUDUR”
“Bunun için AK Parti ve MHP’nin kıymetli seçmenlerine diyorum ki, bulduğunuz her AK Parti yöneticisine, bulabilirseniz meydanda ve sokakta AK Parti’nin milletvekillerine, telefonla ulaşabildiğiniz herkese söyleyin. Bu yol, yol değil. Bir kez gittik, bu memlekete felaketi yaşattık. Sadece alnı secdeye değiyor diye, ki orada da takiye yapıyordur o, bir takım cemaatlerin, tarikatların önünü açıp, liyakata değil sadakata bakanlar bu ülkeye felaketi yaşattılar. Onun için Mustafa Kemal’in askerlerine, onun teğmenlerine sahip çıkmak bu milletin askerlik kadar kutsal vatan borcudur, millet borcudur. Şunu diyorlar, ‘Aman bir şey yapın, Milli Savunma Bakanı ile görüşün’. Görüşmediğimizi kim biliyor? Dün yazmış biri; ‘CHP Mİlli Savunma Bakanından randevu almalıdır’. Yankı Bağıcıoğlu, Emekli Tümamiral, benim Genel Başkan Yardımcım üç kez, ikisi yüzyüze ve bir tanesi telefon üzerinden, görüşme yaptı Sayın Yaşar Güler’le. Hepsini atılacak noktadan güya buralara Sayın Yaşar Güler’in ve teğmenlerin atılmasını doğru bulmayanların mücadelesiyle gelinmişmiş. Mesele o değil. Mesele, bütün teğmenleri atmak ya da bir tek teğmeni atmak. Bütün mesele şudur; oradaki iyi niyeti görmeden, oradaki gençlik heyecanını görmeden, oradaki adanmışlığı görmeden o ilk günün heyecanından bir darbe yapılanmasını çıkarmak siyasi hesaptır. Kötü ve siyasi hesaptır. Oradaki çocukların yaşında Yaşar Güler de oldu, bugünkü kuvvet komutanları da oldu. Her teğmen, teğmen rütbesini taktığı gün Genelkurmay Başkanı olmayı hayal eder. Atatürk’ün ordusunda, Atatürk’ün teğmenlerinin hedefi eninde sonunda bu millete en üst noktalarda hizmet etmektir. O teğmenlik heyecanı ile geçen seneye kadar okunan, bakın bu sene de Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı bordo berelilerin mezuniyet töreninde okunan. Neden? Yönergeyi karada, havada, denizde kaldırmışlar. Bordo berelilerde unutmuşlar. Okunuyor, o da dinliyor, alkışlıyor. Yemin aynı yemin, yeminde yanlış bir şey yok. Yemini yapan teğmenlerin hiçbir kötü niyeti yok. Ama bir fırsatçı ordusu var ki Mustafa Kemal’in ordusuna, geçmişte Fetullah Gülen’in ordusunu içine enjekte eden zihniyet şimdi Mustafa Kemal’in teğmenlerini alıp yerine yine hastalıklı hücreler yerleştirmek istiyor.”
“KILIÇ TÖRENİ YAPACAĞIZ, O KARARA SESSİZ KALANLARIN HEPSİNİ EMEKLİYE YOLLAYACAĞIZ”
“Onun için bu millete şunu hatırlatırım. Bu Disiplin Kurulu, Sarıklı Amiral’i aylarca bekletip, emekliliğe kaçırtıp, bütün haklarını almasına, ceza almadan kurtulmasına sebebiyet veren disiplin kuruludur. Bu disiplin kurulu ne yapıyorsa, Recep Tayyip Erdoğan’ın Milli Savunma Bakanı üzerinden ilettiği talimatlarla yapıyordur. O yüzden buradan bir kez daha tüm milletimize sesleniyoruz. Hepinizin evladı var. 23 yaşında, 22 yaşında gencecik çocukların, 100 yıldır devamlı yapılan o ritüele, mezun olduğunda en büyük hayali onun, kılıç çekmek ve o yemini yapmak. Geçen seneye kadar yapmışlar. Bu sene de yapmak istiyor. Öğretmenlerine gidiyor, komutanlarına gidiyor, ‘Biz de yapalım’ diyor. ‘Efendim yap diyen varmış, yapma diyen varmış’. Tamamı yalanmış. O çocuklar, komutan diyor ki ‘Mikrofondan yapamazsınız, resmi törende yapamazsınız’. Bir kenarda, bir köşede törenden sonra yapıyorlar. İhraç etmek bu çocukları… Yahu okul birinciliği, derste iyi olacak, yabancı dilde iyi olacak, sporda iyi olacak, atıcılıkta iyi olacak, disiplinde iyi olacak. Her şeyi dört dörtlük olacak ki birinci olacak. Kolay mı yetişti, kolay mı yetiştirildi? Okul birincisini, en liyakatlisini kendince mülakatta eliyor, mülakatta. O yüzden milletimize diyoruz ki, ‘Biz bu teğmenlere sahip çıkacağız’. Yok attılar. Geçmişte de sahip çıktık. Bundan sonra da sonuna kadar sahip çıkarız. Seneye, iki seneye, üç seneye iktidar olunca, böyle haksızlıkla atılan kim varsa onu biz geri alırız ama bu arada geçen süre, meslekte onlara çok şey kaybettirir, devrelerinin çok gerisine düşerler. Yoksa şunu söyleyeyim, ‘Recep Tayyip Erdoğan, atma, yapma, kul hakkına girme. Ama girersen, günü geldiğinde şu yemin törenini göreceksin’. O kararı verenler, o karara sessiz kalanlarla atılan teğmenlere hep beraber kılıç töreni yaptıracağız. Sonra o karara sessiz kalanların hepsine emekliye yollayacağız.”
“HEDEF ENFLASYONLA ARTIRILSAYMIŞ ASGARİ ÜCRET BUGÜN 6 BİN 800 LİRA OLURMUŞ”
“Yeni yıl geliyor ve yeni asgari ücret belirlenecek. Pazar günü hepinizle beraber eş zamanlı ben de İstanbul’da Yenibosna’da kazanmadığımız bir belediyenin, Bahçelievler Belediyesi’nin Yenibosna semtinde oldukça yoksulların yaşadığı bir pazaryerinde vatandaşlarla konuştum, dert dinledim. Sizin gibi bir dokundum, bin ah işittim. Bir dokunduk, bin ah işittik hep birlikte. Maalesef, pazarda en büyük beklenti, asgari ücretliler diyor ki, ‘Hedefimiz 30, altında biz yokuz dediniz, hepimizin gönlüne girdiniz. Ama bize bunu vermeyecekler. Çünkü koro halinde televizyonlardan şunu söylüyorlar; asgari ücret artarsa enflasyon da artar’. Bu dünyanın en büyük yalanı. Bu büyük bir kandırmaca, büyük bir haksızlık. Merkez Bankası’nın kendi verilerinde var. Artan ücretin enflasyona etkisi yüzde 8,4. Ortalama 10’da 1. 10’da 9 başka etkiler var. Sen üstüne düşeni yapmayacaksın, ‘Bu işin sorumlusu yüzde 8,4’lük artış’ diyeceksin ve millete o yüzden ‘Biz asgari ücret zam veremeyiz, az vereceğiz’ diyeceksin. Sen temmuz ayında asgari ücrete ne verdin? Sıfır. Ne oldu temmuz enflasyonu, ne oldu ağustos enflasyonu, eylül, ekim..? Demek ki asgari ücreti durdurunca enflasyon durmuyor, hızla artıyor. Onun için bu büyük yalana asla ve asla teslim olmayacağız. Ayrıca enflasyonun altında, yani gerçekleşen enflasyon değil hedef enflasyon, beklenti. Hükümetin beklentisi olan enflasyonda zam vermek… Tayyip Erdoğan’ın yemini var ‘Ben memurumu, emeklimi, asgari ücretlimi enflasyona ezdirmeyeceğim’ diye. Bakın eğer gerçekleşen enflasyon değil, hedef enflasyonla asgari ücret artırılsaymış, bunu bu sabah okudum TEPAV çalışmış TEPAV. Resmi raporu var. Asgari ücret 6 bin 800 lira olurmuş. Yani sen asgari ücrete hak ettiğini vermiyor ama gerçekleşen TÜİK enflasyonunu veriyor, o da haksızlık yaratıyor ama bunlar şimdi ‘TÜİK’i de vermeyelim hedefimizi verelim’ diyorlar ya. Öyle yapsalarmış bugün 6 bin 800 lira olacakmış 17 bin lira olan asgari ücret. Yani planın ne kadar kirli, ne kadar kötü niyetli ve ne kadar haksızlık üretecek bir plan olduğunu görmek açısından son derece önemli. Sen KDV‘yi artır, ÖTV‘yi artır, elektriğe zam yap, doğalgaza zam yap, vergiye zam yap, devletin belirlediği her şeye zammı yap, asgari ücretliye gelince ‘Sana zam yaparsam enflasyon artar’. Böyle bir şey yok. Bunu kesinlikle kabul etmiyoruz.”
“BU ASGARİ ÜCRETTE 6’ŞAR BİN LİRALIK PRİM DESTEĞİ SAĞLANIRSA BU ÜLKEDE HERKESİN BİRDEN YÜZÜ GÜLECEK”
“Ve biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak şunu öneriyoruz: Bir, asgari ücret 30 bin lira olmalıdır. İki, bu asgari ücret artışından esnaf, küçük esnaf ve KOBİ mutlaka korunmalıdır. Nasıl yapacağız? Vergi mevzuatına hakim, sosyal güvenlik mevzuatına hakim arkadaşlar sıkı ve güzel bir çalışma yaptılar, teklifimizi sunacağız. Bir kere mevcut asgari ücret desteğinin kapsamı genişletilerek yararlanma şartlarındaki üst sınır 1,5 katından, iki katına çıkarılmalıdır. Asgari ücret ve iki katına kadar ücret ödeyen işyerleri için prim gün sayısında sadece cari ay dikkate alınmalı, geçmişiyle karşılaştırma yapılmamalıdır. Ve somut önerimiz olarak bir işyerinde bir ila 10 çalışan varsa kendisine şu anda 700 lira sigorta prim desteği ödeniyor, 700 lira. Bizim yeni çalışmamıza göre yanında bir tane kalfa çalıştıran berberi, 30 bin lira asgari ücret, onlar işte 21 verecek, 23’e çıkacak diyenler var CHP’nin yarattığı baskıyla. Aradaki fark, esnafın sırtına gitmesin diye yani yanında bir kalfa çalıştıran berbere ya da iki tane tekniker çalıştıran eczacıya, üç tane garson, bir bulaşıkçı, bir aşçı çalıştıran esnaf lokantasına, kebapçıya yani 10 sigortalıya kadar verilen desteği 6 bin liraya sigortalı başına. 10-50 çalışan için 3 bin liraya, 50-100 çalışan için 2 bin liraya, 100’ün üzerinde işçi çalıştıran işyerleri içinse aylık bin 500 liraya çıkarmayı öneriyoruz. Bu önerimizin toplam maliyeti 250 milyar lira, 300 değil. Oysa asgari ücret artışından dolayı toplamda, bütün sistemde, o en zenginlerden, devasa fabrikalardan, en kârlı yerlerden alınanlarla birlikte devlete gelecek SGK prim avantajı zaten 1 trilyon lira. Yani aldığının dörtte birini verse bu iş berbere, kadın kuaförüne, bakkala, küçük marketlere, efendim 10 kişiye kadar eleman çalıştıranlara hiç dokunmayacak. Küçük KOBİ’lere neredeyse hiç dokunmuyor. Büyük fabrikalara da bir miktarı karşılanıyor ‘E bu kadar kazanıyorsun kardeşim bir miktarını, önemli bir kısmını da sen vermelisin’ deniyor. Bu asgari ücrette 6’şar bin liralık prim desteği sağlanırsa bu ülkede herkesin birden yüzü gülecek. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bütün Türkiye’de söylediğimizi bir kez daha söylüyoruz. Burada bütçe görüşülüyor, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde. Biz emekliye, asgari ücretliye, esnafa, memura, çiftçiye ve öğrenciye bütçe istiyoruz. ‘Emeklinin geçim hakkıdır, emekliye bir asgari ücret şarttır, en düşük emekli maaşı asgari ücrete yükseltilmelidir’ diyoruz. Ve asgari ücretle ilgili ‘Talebimiz 30, bunun altında biz yokuz’ diyoruz.”
“EMEKLİLERİ ÇOK, ÇALIŞANLARI AZ AMA EMEKLİSİNİ BU HALE KOYMUYORLAR”
“Şunu da söylemek lazım, Sosyal Güvenlik Kurumu’nu olur olmaz yalanlarla ‘Siz batırdınız’ falan diyenlerin SGK‘yı getirdiği durum ortada. Prim tahsilat verimliliği diye bir şey kalmadı, şu anda yüzde 55’lerde olması gereken, daha önce olan tahsilat oranı, yeni af beklentisiyle yüzde 10’a düşmüş durumda. Kayıt dışı istihdam, eksik ücret bildirimi, günübirlik yapısal çözümler içermeyen ve kötü ekonomi politikalarının sonucu olarak iş yaşamında çok olumsuz etkileri var. İşgücüne katılım oranı düşük, işsizlik oranı ise yüksek. Artan göçmenlerin, kayıt dışı istihdamda oluşturduğu risk her gün büyüyor. Bu tablo, sosyal güvenlik sistemini çökertmiş durumda. İktidar Partisi önce EYT’yi suçladı, emeklilikte yaşa takılanları. Ve burada büyük bir yalan attılar, ‘Aktif çalışanlarla emekliler arasında dengesi Türkiye’den bozuk bir ülke yok’ dediler. ‘Bakın’ dedim, baktık. Yunanistan bizden kötü, Avusturya bizden kötü, İsveç bizden kötü. Ama onların emeklileri bizimkilerin kat kat üzerinde. Euro ile karşılaştırıldığında beş kat üzerinde maaş alıp, yazın tatilini dünyanın başka ülkelerinde yapıp, torunuyla çocuğuyla çok mutlu bir emeklilik yaşarken bizimkiler bu halde. Yani şunu söylüyorlar, yalan. Türkiye’de evet aktüel denge çok iyi değil, ‘Bu kadar bozuk olan başka ülke yok’ diyor. Komşu Yunanistan’dan Norveç’e kadar bizden bozuk birçok ülke var. Emeklileri çok, çalışanları az ama emeklisini bu hale koymuyorlar.”
“TAYYİP BEY ‘BİZİMKİLER YEMEĞİ YEDİ, HESABI CHP’Lİ BELEDİYE BAŞKANLARI ÖDESİN’ DİYOR”
“Bir de şimdi çıktı ‘Sosyal Güvenlik Kurumu’nu CHP’li belediyeler batırıyor’ yalanına. Bakın, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun toplam alacaklarının yüzde 90’ı özel sektörün ödemediği borçlar. Belediyelerimizin payı ise özel sektörün yüzde 1’i kadar falan. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ödemediği, ödeyemediği SGK borcu devede kulak değil. Kaldı ki bu borç zaten bizim değil. Sizinki şöyle: Kayseri Belediyesi, 2019’a kadar Ankara Belediyesi, Konya Belediyesi, 2019’a kadar İstanbul Belediyesi, geçtiğimiz yıl Kütahya Belediyesi. Türkiye’deki Manisa’nın MHP Belediyesi, hepsi birbiriyle şöyle şakalaşıyordu. ‘Ödeme ya ödeme, yine şirketler bastırır primlere af gelir. Sen bu parayı niye ödeyeceksin’ diyordu. Ödemediler, biriktirdiler, şimdi diyor ki Tayyip Bey ‘Bizimkiler yemeği yedi, hesabı CHP’li belediye başkanları ödesin. Bunu da taksitle ödemeyecek, faiz silerek ödemeyecek, yapılandırmayla ödemeyecek. Bunu bir kerede faiziyle hemen ödeyecek, yoksa haciz yollayacağız, CHP’yi aciz göstereceğiz’. Haciz yoluyla CHP’yi aciz gösterme uyanıklığı. Bunu istedikleri kadar denesinler. Biz bunu milletimize anlatırız, öyle elbette zorlanırız, elbette birtakım yerlerde aksamalar yaşanır ama sanmayın ki bu kötülüğü yapınca milletin gönlünden biz düşeriz, hak etmediniz mevkilere siz binersiniz. Siz böyle yaparsınız nasıl olduğunu anlamadan o oturduğunuz en üst koltuktan da çok yakında inersiniz. O kadar net söylüyorum. Şunu söyleyeyim, bir dönem bizde değildi Süleymanpaşa Belediyesi, Tekirdağ. Bütün SGK borçlarından kurtulmuş. ‘Nasıl oldu’ dedik. Şöyle olmuş: Dört arsa vermişler borçtan düşürmüşler. Ne güzel. Balıkesir aynı, Bursa aynı. Arsaları vermişler, borçtan düşürmüşler. Biz de yapalım. Size yok. En güzel arsayı teklif ediyoruz, kabul etmiyor mahsuplaşmak için. Oysa Süleymanpaşa‘daki arsalar var. Çok güzel yerlerde Allah için, çok değerli ama üstünde cami var. Cami var cami. Senin o borcu tahsil kabiliyetin var mı? O camiyi yıkıp da, o arsayı satabilir misin? Yani üstünde cami ile arsayı almak demek, ‘Sen bu borcu ödeme, ben sildim’ demek. Bursa’da, Balıkesir’de camili arsalar, üstü trafolu arsalar, üstü ilkokul olan arsalar teker teker borçtan düşülmüş ama bize bunu yapmıyorlar. Bu adaletsizlik milletimizin bilgisine sunulur, vicdanına emanet edilir.”
“TÜRKİYE’DE 1970 YILINDA VATANDAŞIN SIRTINDAKİ VERGİ YÜKÜ YÜZDE 9.1 İKEN BUGÜN YÜZDE 21”
“Bir diğer adaletsizlik, geçen hafta da söyledim. Vergide adaletsizlik. Bugün DİSK’in, HAK-İŞ’in, TÜRK-İŞ’in üç konfederasyonun başkanları geldiler, odamda misafir ettik, grup başkanvekillerimizle görüştük. Altı ay önce söz vermişti Şimşek, vergide adaleti sağlamadı. Ve Türkiye’de 1970 yılında vatandaşın sırtındaki vergi yükü yüzde 9.1 iken bugün yüzde 21. Nasıl ölçülüyor? Vergiler bölü gayrisafi milli hasıla. Bu dünyada 1970’te 26’dan şimdi 34’e çıkmış, yüzde 27 artmış, bizde yüzde 128 artmış. Yani OECD ülkelerinde arttığının beş katı bizde artmış. Ayrıca da şöyle bir durum var, yıllık 110 yani 110 bin lira. Bugünkü hesapla ikinci maaşı aldığında başlayan bir vergilendirme sistemiyle Türkiye’de ayda 30 bin lira alan 12 maaştan üçünü, 50 lira alan 12 maaştan dördünü, 65 bin lira alan 12 maaştan neredeyse beşini vergiye veriyor. Yani ‘Eskiden 12 maaş alıyorum ama dört de ikramiye alıyorum’ diyenler şimdi ‘12 maaş alıyorum dördünü Tayyip’e geri veriyorum’ diyor. Esasen 8 maaş alıyor bu adaletsizlikten. Bugün geldiler, grupları geziyorlar. Onların teklifini destekliyoruz. Kendi teklifimiz, yoksulluk sınırı olan 66 bin liranın altındaki bütün maaşlar yüzde 15’e tabi, yani en düşük dilime tabi olmalıdır. Böyle olursa bu verilen yüksek vergilerin en azından yarısından kurtulunacaktır ve bir nispet de herkes rahatlayacaktır.”
“TAYYİP BEY’İN YÜREĞİ YETECEKSE, KENDİSİNİ TÜRKİYE’NİN DÖRT BİR KÖŞESİNDEKİ PAZAR YERLERİNE GÖTÜRMEK İSTERİM”
“Son sözüm, ‘Hafta sonu bir dokunduk bin ah işittik’ dedim. Gerçekten Tayyip Bey’in yüreği yetecekse, kendisini Türkiye’nin dört bir köşesindeki pazar yerlerine götürmek isterim. Pazar yerinde emeklinin, asgari ücretlinin, pazar esnafının, diğer esnafların dertlerini dinlesin. Ben her birinin derdini dinledim, birisi kolumu tuttu, ‘17 bin lira asgari ücret çok mu’ dedi. Dedim ‘Değil’. ‘Çok’ dedi. ‘12 bin lira emekli maaşı çok mu’ dedi. Dedim ‘Değil’. ‘Çok’ dedi. ‘Ne oldu teyze niye çok’ dedim. ‘Benim’ dedi ‘Bak bu sakat çocuğum var, engelli parası 4 bin lira. Bir tane anam var yaşlı bakım ücreti, evde bakım ücreti 9 bin lira’. Ben 4 bin lirayla aileme bakmaya, 9 lirayla anama bakmaya, bu paraların hepsiyle kiramı ödemeye, çocuk okutmaya, boğaz geçindirmeye çalışıyorum, anlat bunu’ dedi. Söz verdim. ‘İzne, anlatacağım’ dedim. Bu ülkede engelli parası, engelli aylıkları, evde bakım aylıkları, emeklilerin yanında dul ve yetimlerin ikiye, üçe, dörde bölünen aylıkları tamamen artık yok hükmüne gelmiş durumda. Bu ülkede kimse ama kimse kaynak tartışması yapmasın. Bütçeye, büyük şirketlerden 701 milyar alacak silmeyi koyan, asgari ücret artışı için lazım olacak bu paranın üçte biri kadar parayı bulacak bütçeye koyacak. Bütçe yapmak önceliklere karar vermektir. Devletin parası her şeye yeter, hepsine birden yetmez. Sen karar vereceksin. Asgari ücretliye mi vereceksin? Emekliye, emekçiye mi vereceksin? Esnafa mı vereceksin? Yoksa öbür taraftaki yandaşın müteahhite, holding sahibine, zenginlere, parasına para katanlara pandemide bile paradan para kazananlara mı vereceksin? Pandemide yüzde 9 faizle kredi verdiğin esnafı kefalete çağırıp yüzde 25 istiyorsun. O günkü krediye. Yüzde 8 ile kredi garanti fonundan kontra almış adam, özel uçak almış, yüzde 8 ile ödettirmeye devam ediyorsun.”
“YA VATANDAŞA GİT HATIRINI SOR, HELALLİK İSTE. YAPAMIYORSAN İŞTE SANDIK ORADA”
“Pazarda gezerken bir tezgâh, bir giyim tezgahı herhalde, uzağında kalmışım çağırdı. ‘Buyur amcam’ dedim, dedi ki, ‘Ben onun sınıf arkadaşıyım’. ‘Kimin’ dedim? Dedi ki ‘Tayyip Bey’in’. ‘Sen geziyorsun, sana soruyorum’ dedi. ‘Tayyip Bey bu pazara gelebilir mi’ dedi. Dedim ‘Bence gelemez. Sence gelebilir mi’? Dedi ‘Gelemez. Çünkü bu pazarda on yürütmezler. Bu kadar dert, bu kadar sıkıntı, bu kadar üzüntü varken, bu kadar yakarma varken, senin bu işte bir günahın yok insanlar sana içini dökerken, sana ağlarken, 22 yıldır bu ülkeyi yöneten Tayyip Bey bu pazara gelemez’ dedi. Videosu var, açık açık söylüyor, korkusu da yok, ‘Sınıf arkadaşıyım’ diyor. ‘Perişanız’ diyor. Şimdi akla şu geliyor, Tayyip Bey vaktiyle gidiyordu, meydanlara çıkıyordu, bugünkünün çok gerisinde bir krizi araçsallaştırıp vatandaşa diyordu ki, ‘Bunlar pazara gelebilirler mi? Bunlar tarladaki çiftçinin yüzüne bakabilirler mi? Esnafın derdini dinleyebilir, fabrikalara gidebilirler mi? Gidemezler’ diyordu. ‘O halde erken seçim şart’. Şimdi soruyorum, Tayyip Bey bir pazara gidebilir mi? Pazara gidebiliyor mu? Gidip de esnafın hatırını sorabiliyor mu? İşçi ile konuşabiliyor mu? Tayyip Bey bu milletin arasında karışıp ‘geçiniyor musunuz’ diye sorabiliyor mu? Madem soramıyorsa onun dediği gibi sokağa gidemiyorsa sandığa gidecek. Erken seçime gidecek. Tayyip Bey ya tarlada, fabrikada, pazarda vatandaşa git hatırını sor, helallik iste. Yapamıyorsan işte orada sandık orada, sandığı bekliyoruz, erken seçimi istiyoruz, erken seçim istiyoruz. Hepinize teşekkür ediyorum sağ olun, var olun.”