Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, “Ayrımcılık yetmezmiş gibi bu ayrımcılığın dayandığı zihniyet, kendini aslında ihbar eden bir zihniyet var. Sıkıştığında döndü bir kere dedi ki ‘Cemevi, cümbüş evi.’ Tabii kafada böyle bir yaklaşım olunca Alevilere, Sünnilerin aldığı hizmetlerin aynılarını, eşit şartlarda, eşit sunabilecek yapılar, varsa eşitsizlikler bunun ortadan kaldıracağı iradeyi göstermek yerine ‘Onları Kültür Bakanlığı’na bağlayalım’ diyor. Orada bir daire başkanlığı açıyor. Mesele cümbüşse zaten Kültür Bakanlığı’na bağlamak lazım. Esas sorun orada, bunun eşit bir inanç olduğu, bu inancın sahiplerinin bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşlar olduğunu kabul edecek dirayeti göstermek. Daha doğrusu kabul edilmiş toplum sözleşmesine bu noktada uymak gerekiyor” dedi.
Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı 13. Olağan Genel Kurulu’na katıldı. Özel burada yaptığı konuşmada, “Değerli genel başkanlar, çok kıymetli DEM Parti’nin değerli Eş Genel Başkanı, burada Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nın yönetim kurulunun, kurucu yöneticilerinin şahsında derneğin, vakfın kurucusu Ali Doğan’ı rahmetle, minnetle, o günden bugüne yitirdiğimiz tüm canları rahmet ve minnetle anarak sözlerime başlamak istiyorum. Çok kıymetli konuşmalar oldu açılıştan beri. Aslında bu salonda ‘Meseleye nasıl yaklaşıyoruz, nasıl bakıyoruz, ne yapılması lazım’ bu konuda tam bir mutabakat var. Mutabakat şudur. 2 Temmuz’da Madımak’ın önünde söyledim. Bir Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ilk kez Madımak anmasındaydı. Orada, oranın bir utanç müzesi olana kadar mücadeleyi sürdüreceğimizi, oranın bir insanlık suçu olarak zaman aşımı olmaksızın tüm yargılamaların yeniden yapılmasını, Madımak’ta yaşanan insanlık suçunun tarihe Türkiye Cumhuriyeti’nin bir utancı olarak nakşedilmesi gerektiğini ve bu konudaki özeleştiriyi hepimizin yapması gerektiğini ifade etmiştim. Yine ilk ziyaretimi -Ankara’da çok ziyaret oldu tabii biz göreve geldikten sonra, Vakfımızın değerli yöneticileri de ziyaret ettiler- ilk iadeiziyaretimi vakfa bu binada yaptım. Ankara’daki ilk resmi ziyaretimdi. Orada da konuştuk. Her şey bir anayasal eşit vatandaşlıktan geçiyor. Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasında eşitlik, herkesin eşit olduğu yazıyor ancak o anayasanın uygulanmasında, kanunlarında, kanun koyucuların bakış açılarında, kanunu uygulayıcıların bakış açılarında, yerleşik içtihatlardan dolayı çok önemli sorunlarımız var” ifadelerini kullandı. Özel şöyle devam etti:
“AYNI VERGİYİ VEREN HİZMET ALMAYA GELDİĞİ ZAMAN ORADA BİR AYRIMCILIKLA KARŞILAŞIYOR”
“Bir Meclis’teyiz, görev yapıyoruz. Hepimiz seçmenlerin oyları ile geliyoruz. İşte şimdi bütçe görüşmeleri var. İnsanlığın en önemli kazanımlarından bir tanesi bütçe hakkı. 1200’lerden beri gelen bir mücadelenin sonucunda paranın nasıl, ne kadar, kimden toplanacağına ve nasıl, ne kadar, nereye harcanacağına seçilmişler, Meclis karar veriyor. Bunu bir bütçe kanunu ile yapıyor. Yani devletin alan, toplayan sağ eliyle, dağıtan şefkatli sol elinin dengesi orada kuruluyor. Orada bütçeyi alırken hiçbir farkımız yok. Alevi, Sünni ayırmadan vergiler toplanıyor. Zaten Türkiye’de vergilerin yüzde 68’i zengin ve fakir de ayırmadan dolaylı vergilerle, yüzde 20’si maaşlardan yapılan kesintilerle, sadece yüzde 11-12’si gerçekten para kazanan, yani gerçekten vergi vermesi gerekenin vermesi gereken vergilerle toplanıyor. Bunun içinde de aynı büyük adaletsizliğe her iki taraf da muhatapken, daha sonra bir de bu para harcanırken Sünnilerin cami ihtiyaçları karşılanıyor. Her yere yeteri kadar cami yapılıyor. Personeli, imamı, müezzini devlet memuru olarak görev yapıyor. Tüm ihtiyaçları karşılanıyor ama aynı vergiyi veren hizmet almaya geldiği zaman orada bir ayrımcılıkla karşılaşıyor.”
“ASIL MESELE BU ÜLKENİN EŞİT VE ONURLU VATANDAŞLAR OLDUĞUNU KABUL EDECEK DİYARETİ GÖSTERMEK”
“Burada bu ayrımcılık yetmezmiş gibi, bu ayrımcılığın dayandığı zihniyet, kendini aslında ihbar eden bir zihniyet var. Sıkıştığında döndü bir kere dedi ki ‘Cemevi, cümbüş evi.’ Tabii kafada böyle bir yaklaşım olunca Alevilere, Sünnilerin aldığı hizmetlerin aynılarını, eşit şartlarda, eşit sunabilecek yapılar, varsa eşitsizlikler bunun ortadan kaldıracağı iradeyi göstermek yerine ‘Onları Kültür Bakanlığı’na bağlayalım’ diyor. Orada bir daire başkanlığı açıyor. Mesele cümbüşse zaten Kültür Bakanlığı’na bağlamak lazım. Esas sorun orada, bunun eşit bir inanç olduğu, bu inancın sahiplerinin bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşlar olduğunu kabul edecek dirayeti göstermek. Daha doğrusu kabul edilmiş toplum sözleşmesine bu noktada uymak gerekiyor.”
“CUMHURİYET’E TUZAK BİR MÜFREDAT PROGRAMINI DAYATTILAR”
“Ama bunu kasten yapmayan ve bu alana kurduğu daire başkanlığı ile müdahale eden, yapıyı içinden parçalamaya çalışarak devletin bir takım imkânlarını teklif eden, herkesin bir ve beraber olması gereken günde, Hacı Bektaş’ta bir gün önce bazı temsilcileri yanına alarak alternatif tören düzenleyen, Başkan’ın dikkat çektiği gibi gelecek yıllara doğru ‘Esas tören bu tören, resmi tören bu tören’ demeye hazırlanan, bir taraftan da milli eğitim alanında tam da bu bakış açısına uygun bir bakanla. Yani aslında diyorlar ki, hep söyleniyor, Milli Eğitim Bakanı bu kabinenin en kötü bakanı. En berbat bakanı. Bence en iyi bakanı bu kabinenin. Çünkü bu kabineyi en iyi temsil eden bakan o. Bu anlayışın bakanı ancak böyle olur. Bu kabinenin, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin anlayışı bu. Sınıfın ortasına mezar koyduran, gülmeyi öğrenmesi gereken çocuklara ki 6 Şubat depremini geride bırakmışız, hep birlikte ağlamışız, hep birlikte yastayız. Ağlamayı öğrettiniz zaten bu çocuklara yıllardır, bu çocuklar babalarına, 301 tane madenci çocuğu babaları girdi madene, çıkmadığında ağladı zaten. Bu çocukları Ermenek’te ağlattınız. Afyon’da patlamada ağlattınız. Çorlu’da tren kazasında ağlattınız. Daha geriye gidince Madımak’ta tüm canları ağlattınız. Ağlatmada zaten mahirsiniz. Gülmeyi öğretmeniz lazım. Umutsuzluk, karamsarlık yerine umudu, o çocukların yüzüne bir gülümsemeyi koymak lazımken, sınıfın ortasına mezar getirecek kadar ya da o çocukların eğitim almaları gereken, uyumaları gereken saatte ya da eğitimcilerle birlikte olmaları gereken saatte, eğitimle alakası olmayan repütasyonlara bu çocukları sokmanın hiçbir manası yokken, bir de hem ÇEDES projesi, artık dilimizde tüy bitti. İzmir’de birlikte biz katıldık sizin yaptığınız o önemli protestoya, mitinge. Bütün dostlar, bütün yoldaşlar orada hep beraberdik. hepsi söylendi. Ama biraz önce de dendiği gibi tekrarda zarar görmüyorum. Berbat bir müfredat programı. İçinde bu ülkenin kurucularının adının anılmadığı bir müfredat programı. Cumhuriyet’i Cumhuriyet yapan değerlere uzak. Aslında Cumhuriyet’e tuzak bir müfredat programını dayattılar. Verilmeye çalışılan her türlü mücadele, her gün yeni bir gündem, her gün yeni bir saldırı, her gün yeni bir hukuksuzluk, her gün yeni bir yasa, anayasa, mahkeme tanımazlık. Yetmezmiş gibi tüm organların yetkilerinin tek elde toplandığı bir rejim.”
“ORADA YILLARDIR ZULME, HAKSIZLIĞA BİRLİKTE DİRENENLERİN NASIL BİR MÜCADELE VERDİKLERİNİ GÖRDÜM”
“Sözlerimi sonlandırmadan önce şunu da söylemek isterim. Biraz önce gördüm, Nurhak’ta ‘Bir tuğla da sen koy’ diye bir kampanya var. 6 Şubat’ı takip eden gün 7 Şubat’ta ikinci deprem oldu, 8 Şubat’ta büyük kar altında dağ yollarından Nurhak’a dışarıdan ulaşan ilk kişi bendim. Önce dendi ki ‘Nurhak’ta bir şey yokmuş’. Sonra Nurhak’tan haber alınamıyor. Nurhak’a ne telefonla, ne karayoluyla hiçbir şekilde ulaşılamıyor. Çünkü büyük kayalar yuvarlanmıştı. Kar yağmıştı üstüne de. Bir dağ yolundan, bir köy yolundan ulaştığımda Nurhak’ta hiç kimseler ortada yoktu. Evler yıkıktı. Koşuşturan askerler vardı birkaç tane. Onlardan bir tanesine dedim ki ‘Nerede bu insanlar?’ Dedi ki ‘Ölenler öldü, kalanlar da cemevinde toplandı. Orada hep beraberler.’ Gittiğimde cemevinde herkes için tek bir kazanın kaynadığını, hayatta kalanların birbirine sımsıkı sarıldığını, biraz gücü olanların arama ve kurtarma için koştuğunu, çırpındığını ama henüz devletin oraya ulaşmadığını, ilk depremde çok hasar görmeyip, ikinci depremde hem de ‘Birlikte oturalım, ayrı ayrı uğraşmayalım, hep birlikte kara kazanları kaynatalım’ deyip evlerinden malzeme almaya giden 70 kadının aynı anda -Barış Mahallesi ve bir önceki mahalle, iki mahalle var orada dışarıda- enkaz altında kaldıklarını orada öğrendim. O cemevinde bir köşede bir hastane vardı. Şimdi ismini yanlış söylersem mahcup olurum ama Güven Hastanesi’ndeki bir hocamız o gün Nurhak’tayken, depreme orada yakalanıyor ve bir yoğun bakım ünitesi kurdu oraya. İnsanların ciğerlerine dışarıdan bir takım işte bulduğu borularla, pet şişelerle filan müdahale edecek kadar şartlar çok zordu ama büyük bir mücadele veriliyordu. Orada ben dayanışmanın, birlikte olmanın, yıllardır zulme, haksızlığa birlikte direnenlerin nasıl bir mücadele verdiklerini gördüm. Tabii daha sonra, bir gün sonra hatta oradan bir video çektik. ‘Nurhak’a yetişin, Nurhak’ta depremde hiçbir şey olmadı gibi ilk depremde düşünülüyor, ikinci deprem direkt Nurhak’ı vurdu’ diye. Bugün o cemevinin yeniden yapılmakta olduğunu gördüm, ‘Bir tuğla da sen koy.’ O gün ayaktaydı ama tabii yenilenmesi gerekiyor muhakkak. Bence örnek bir proje olacak. Biz de üstümüze düşen katkıyı bu noktada yapmaya, hem ben şahsen, hem partimiz olarak, belediyelerimiz olarak da hazırız.”
“ONLARLA A4’LERDE, KINAMA METİNLERİNDE BULUŞMA ZORUNLULUĞUMUZ YOK”
“Burada söylenen benim de üstünde durduğum mesele aslında hep birlikte dönüp dolaşıp sorunun nasıl çözüleceğinde birleşiyoruz. Ama birleşmemiz gereken mesele bu iktidarı, geçmişte yaptığımız bütün hatalardan ders alarak, örneğin en büyük hata yan yana durmaktan çekinerek, bir haksızlık varsa o haksızlığa iktidarın şeytanlaştırdıklarını sen de yalnız bırakarak mesafelendiğinde daha sonra benzer haksızlıklara sırasıyla herkes ve sen de muhatap oluyorsun. Zaten sosyal demokrat bir parti olarak, sol bir parti olarak, sol yapılarla, sosyalist yapılarla, bütün muhalif yapılarla bir arada durmadan, çekinerek ve ne derler siyasetini izleyerek bir yere varamayacağımız çok açık. Ben göreve geldiğim ilk günden itibaren bu tip rezervlerin tamamından genel başkanlık makamını da partiyi de arındırmak için var gücümle mücadele ediyorum. Gün oluyor camide üzerime o zaman kendi ellerinde olan, 31 Mart’ta da yüzde 60 ile o ilçeyi de büyükşehri de aldığımız yerde, güya hemşerileri Özgür Özel’e saldırıyor görüntüsü vermek için kendi belediye işçilerinden linç girişiminde bulunuyorlar. İtibarsızlaştırıyorlar. Neden? Onlarla birlikte bir A4’ün altında buluşmamışım diye. Orada, o Mehmetçik neden şehit olmuş, o Mehmetçik orada neden durmuş, bir bilgi vermekten esirgeyecek Meclis’i, önümüze kağıt ittiriyor. ‘Bunun altına bütün siyasi partiler imza atalım. Hep birlikte terörü kınayalım’. Kendim kınarım. İktidar dışındaki herkesle birlikte kınarım. Ama o meseleyi çözmeyen, hatta o meseleyi araçsallaştıran, bunun üzerinden bir güvenlik kaygısı ile iktidar kurmaya çalışan bir anlayışın her dediğini yapma zorunluluğu, onlarla A4’lerde, onlarla kınama metinlerinde buluşma zorunluluğumuz yok hiçbirimizin. Gün oldu itibar suikastleriyle, gün oldu sosyal medyadan, gün oldu içimizdeki bazı farklı düşünen arkadaşları belli konularda teşvik ederek, bu birlikteliğimize, bu güç birlikteliğimize zarar vermeye çalışıyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi olarak şunu söyleyeyim. Bir, iki benden önceki konuşmacımız da haklı çağrılarda bulundu. Biz kim haklıysa onun yanında durmaya devam edeceğiz. Biz cesaretle, yapılan tüm haksızlıklara karşı haklının yanında olmaya devam edeceğiz. ‘Onların bir farklılığı bulalım, üstünde tepinelim, ayrıştıralım, uzaklaştıralım, uzak taraftakileri önce kutuplaştırıp, sonra şeytanlaştıralım, bu sayede kendi arkamızı kalabalıklaştıralım’ın artık Türkiye’de işlemediğini ve işlemeyeceğini bir kez daha ifade etmek isterim. Çünkü bu şeytanlaştırma söylemi, aslında AK Partili, CHP’li, DEM’li, MHP’li, İYİ Partili, Saadet’li, partisi Meclis dışında, kim olursa olsun bu kişilerin, bu görüşte olanların ortak derdinin yoksulluk olduğu, ortak derdinin haksızlık olduğu, eşitsizlik olduğu, açlık, işsizlik olduğu, güvencesizlik olduğu konuşulmasın diye bu kutuplaştırma siyaseti. Dönüp de seçmenine şunu demek. ‘Yahu haklısın, yoksulsun, işsizsin, açsın, güvencesizsin ama tehlike büyük. Bir kere daha arkama geçmelisin. Yoksa bayrağı indirecekler. Yoksa ezanı dindirecekler. Yoksa ülkeyi böldürecekler’. Yok öyle yağma. Cumhuriyet’in kurucu partisinin Genel Başkanı olarak söylüyorum. Biz bu ülkede kimsenin bayrağı indirmesine de vatanı böldürmesine de ezanı dindirmesine de izin vermeyiz. Ama biz sizin bu söylemle, iktidarınızı sürdürüp, ondan sonra o ezanı okuyan müezzine, imama da zulmetmenize ya da o müezzine, imama maaş verirken, diğer tarafta Alevi inancını yok saymanıza da izin vermeyeceğiz. Biz bu ülkede kimsenin o bayrağı bizden daha fazla sahiplenmeye hakkı olmadığını, bunu kendimize bir tekel değil bu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı herkesle birlikte paylaştığımızı, paylaşacağımızı, bu kararlılıkta olduğumuzu ifade etmek isterim. Bütün dünyada aşırı sağ yükseliyor, karşılarında birleşemeyenler, karşılarında bu olanağı tanıyan kötü siyaset var. Cumhuriyet’i kuran parti olarak tüm muhalefete, elimizi uzatarak, tüm muhalefete, sadece sol muhalefeti de kastetmiyorum. Yani bu iktidar değişsin isteyen, bu eşitsizlikler bitsin isteyen herkese elimizi uzatarak ve üstenci, kibirli bir tavırla değil eşitlikçi bir tavırla birlikte mücadele için bir kez daha irademizi tekrar etmek isterim.”
“EŞİTLİKÇİ BİR ANAYASAYI YAZARAK, BU ÜLKEYİ İKİNCİ YÜZYILDA HEP BİRLİKTE ÇOK DAHA GÜÇLÜ BİR NOKTAYA GETİRECEĞİZ”
“Eninde sonunda, biraz önce ifade edildiği gibi çeşitli hatiplerce, bir anayasa yapacağız. Yapacağımız anayasa gerçekten çağın gereklerini karşılayan, darbenin kurumlarından kurtulmuş, darbe pratiğinden kurtulmuş, tam olarak eşitlikçi, doğayı gören, çevreyi gören, örneğin yeni anayasal kavramları sahiplenen, belli eşitsizliklere, belli haksızlıklara farklı yönleriyle müdahale edebilen, Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyanın en güçlü, en önde, en müreffeh ve en barış içinde ülkelerinden bir tanesi haline getirebilecek bir toplum sözleşmesini hep beraber inşa etmeye ihtiyaç var. Ama bu sözleşmeyi, bugünkü anayasaya uymayanlarla, her doğana yapılması gereken bir anayasayı Erdoğan’a yapanlarla, şimdi o kendine yapılmış anayasaya bile uymayanlarla ve bu anayasayı aslında kendisi için -ki küçük ortağı söylüyor- revize etme ihtiyacını tatmin etme için, bir gün bize, bir gün size, bir gün bir başkasına giden bir takım pazarlıkçı tekliflerle ama sonunda dönüp, dolaşıp kendi rejimini yeniden inşa etmek, yeniden sürdürmek için yaptığı uyanıklıklara karşı uyanık olarak, biz bu anayasayı yapacağız. İlk önce bu iktidarı hep birlikte değiştireceğiz. Sonra oturacağız. Gerçek bir toplum sözleşmesini tüm yönleriyle konuşacağız. Hayata geçireceğiz. Bu ülkede geçen anayasa gibi değil toplumun tamamını, yani yüzde 51’e 49 ile değil. Yüzde 95’ini memnun edecek bir anayasayı, gerçekten eşitlikçi bir anayasayı yazarak, bu ülkeyi ikinci yüzyılda hep birlikte çok daha güçlü bir noktaya getireceğiz.”
“VAKİT, CEPHEYİ GENİŞLETME, KARARLILIĞI YÜKSELTME, BİR ARADA DURMA, ÖZGÜVENLE BU REJİMİN DEĞİŞTİRİLEBİLECEĞİNE İNANMA VAKTİDİR”
“Bir yol ayrımındayız. Tarihi bir kavşaktayız. Erdoğan’ın dediği yöne gidilirse, 3 bin-4 bin dolarlık milli gelirlerle sürünen hakların ve onların itibardan tasarruf etmeyen liderlerinin ülkelerinin ligine döneceğiz. Gideceğiz, oraya gideceğiz. Ama esas hedefe doğru yürürsek, 50 bin doların üzerinde milli gelirleriyle, hesap verebilen şeffaf siyasetiyle, mütevazı liderleriyle, zengin halkların olduğu dünyadaki yerimizi alacağız ve bu sefer dünyadaki diğer eşitsizliklerin üzerine Türkiye’den kararlılıkla yürüyeceğiz. Bunu yapmak için özgüvene ihtiyaç var. Bunu yapmak için kararlılığa ihtiyaç var. Bunu yapmak için ‘ne derler siyasetine’ ihtiyacımız yok. Ne derlerse desinler, kendimize inanmaya, halka inanmaya, topluma inanmaya, köklerimizden aldığımız güçle bunların karşısında dimdik ayakta durmaya ihtiyaç var. Bu süreçte dilimizi doğru kurmaya, karşı tarafı yani muhalefeti birbirinden ayrıştırmak için karşı tarafın eline argümanlar vermemeye. Biz 100 yıllık tarihimizdeki ders alınacak yerleri de geçmişteki hataları da ikinci yüzyılda kol kola hep birlikte ilerlerken, onların hepsini konuşuruz, konuştuk. Vakit, geçmişten husumet çıkarmak değil. Vakit, bazı cümleleri söyleyip de iktidara muhalefeti ayrıştıracak imkânları verme vakti değil. Vakit çerle, çöple uğraşma, gözünün üstünde kaşın var ile uğraşma vakti değil. Vakit cepheyi genişletme, kararlılığı yükseltme, bir arada durma, özgüvenle bu rejimin değiştirilebileceğine inanma vaktidir. 31 Mart’ta toplum muhalefetin belli öğelerinin dağınıklığına, belli öğelerinin tamamen karşı tarafa hizmet edecek bir dili kurmalarına rağmen ve birçok işbirliği olanağını ellerinin tersi ile itmelerine, sarayın bir yerel seçim başarısı elde etmesine katkı sağlayacak hatalara rağmen toplum çağrımızla, çağrılarımızla ve kendi ferasetiyle, aklıyla, vicdanıyla, Türkiye İttifakı’yla ya da Türkiye’deki demokratik güçlerin aday oldukları yerde kendi gönlünden kurduğu ittifakla bu iktidarın karşısında kim kazanabilecekse o belediyeleri ya kazandırdı, ya kazandırmaya çok yakın, çok iyi sonuçlar elde etti. Şimdi bu sürecin hazımsızlığı içinde olanlar, oylar kendisine verildiğinde milli iradeyi baş tacı edenler, oylar başkasına verildiğinde bu sefer kafa tutmaya, hesap sormaya, cezalandırmaya başlıyorlar. Eğer muhalif olanın kim olduğunu buluyorlarsa hapse atıyorlar ama seçimde kapalı oy var. Bulamadılar. Toplu olarak cezalandırıyorlar. Esas mesele Esenyurt’a kayyum atanması da Mardin’de Ahmet Türk’e kayyum atanması da CHP’li ve DEM’li belediyelere atanan kayyumlardaki esas mesele halkı cezalandırmaktır. Halkın iradesine kafa tutmaktır. ‘Beni seçeceksin, tek seçenek benim, benden başkasını seçersen seçme hakkının elinden alırım’ demektir.”
“MARDİN’DE AHMET TÜRK İLE BİRLİKTE OTOBÜSÜN ÜSTÜNE ÇIKMAKTAN, BUNU KINAMAKTAN DA GERİ DURMADIK”
“Biz buna ilk önce daha Van’da ikinciye mazbata verilen geçen dönem tekrar etmeye çalıştıklarında, bir heyetle gittik orada olduk, dimdik durduk. Hakkari’deki kayyuma da itiraz ettik. Esenyurt’ta dayanışmaya gelen kimseyi reddetmedik, itmedik, hep birlikte olduk. Ardından diğer kayyumlarda, örneğin Mardin’de Ahmet Türk ile birlikte otobüsün üstüne çıkmaktan, bunu kınamaktan da geri durmadık. Çünkü mesele şu, yapılan iş bir suçtan dolayı değil. Olsa zaten bütün süreçler biter. Yerine de belediye meclisi yenisini seçer. Ama daha soruşturma aşamasında, bu zaten OHAL mantığı, darbe mantığı. Bu ancak sıkıyönetim dönemlerinde olan bir şey. OHAL artığı olan bir KHK ile değişmiş olan bir kanundan istifade ederek, yaptıkları bir şey. Çok ayrıntıları ile her birini konuştuk. Son Ovacık’ta ve Dersim’de yaptıkları iş. Yahu 2012 yılında bir cenaze var. Bu cenazeye gidilmiş. Birincisi bir temel mesele var. Taziye ölüye değil diriye verilir. Hiç kimse hayatını kaybetmiş çocuğunun siyasi görüşünden, işlediği suçundan, örgütünden, bilmem nesinden mesul değildir. Öyle anneler ve babalar vardır ki iki ayrı zıt görüşlü, birbiriyle çatışan örgütte evlatları vardır. Siz bu anne ve babayı evladının görüşünden, taziyeye geleni taziye verişinden sorumlu tutamazsınız. Birincisi bu. Daha da vahimi. Dönem, farklı bir dönem. O dönemde savcı, belediye başkanlarını arıyor. Diyor ki ‘Bu cenazeyi biz yollarsak bir çatışma olur, şehit veririz. Şu anda bunun olmaması için siz inisiyatif alın. Belediye başkanı olarak sorun. Olursa siz gidin’. Soruluyor, gidiliyor. Defne eşlik ediliyor. Katılınılıyor. Aileye taziye veriliyor, dönülüyor. Bunu terör faaliyeti sayan bir anlayış var. Bunu 2012’den, 22’ye kadar görmeyip, 22’de müflis tüccarın eski defterleri karıştırması gibi o dönemin ruhundan, o dönem Türkiye’de neler oluyordu, neler konuşuluyordu, sen ne diyordun onlara bakmadan, dönüp oradan suç çıkarıp, gelip burada kayyum atıyorlar. 12 yıl önce, 2 yıl önce açtıkları soruşturmayla. O yüzden bunların ne yapmaya çalıştıkları belli. Ama derdimizi halkımıza doğru anlatmamız lazım. Bunun için de çok dikkatli olmak, bu süreçlerin neden başlatıldığını, partilerin, kurumların neye zorlandığını, buradan kendilerinin ne umduklarını görmek, onların oyununa gelmemek ama oyuna gelmeyeceğiz diye de varlığından, birliğinden, kararlılığından da bir şey kaybetmemek lazım. Zaten muhalefetin başarısı da tam bu noktada denge bulacak. O yüzden de biz birbirimize nasıl güç verebiliriz, birbirimize zarar vermeden muhalefeti nasıl ortaklaştırırız, toplamda hep birlikte nasıl başarırız, bunun üzerinde kararlılıkla ve iyi niyetle hep beraber olmalıyız. Ben bugün bu saatte, bu zor günde, yılın ilk karında Başkan’ın dediği gibi yolları teslim aldığı ilk günde, burada olanlara ve buraya varamayanlara ayrı ayrı selamlarımı, sevgilerimi iletiyorum. Bugün yapılacak genel kurulun iç işleyişinize önemli katkılar vereceğini, gücünüze güç katacağına inanıyorum. Bugüne kadar hizmet edenlere teşekkürlerimizi, bundan sonra görev alacaklara başarı dileklerimizi iletiyorum. Hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum.”