CHP Sözcüsü Deniz Yücel, “AKP iktidarına Suriye’de yaşanan süreçten kısa vadeli siyasi çıkar devşirmeye çalışmak yerine, ülkemizin ve milletimizin ortak milli menfaatlerine uygun hareket etmeleri, ortak milli menfaatlerimizi korumaları gerektiğini hatırlatıyoruz ve kendilerini uyarıyoruz. Esad rejimi çöktüğüne göre; Türkiye’de 13 yıldır misafir ettiğimiz, resmi rakamlara göre 3 milyona yakın geçici koruma altında bulunan, kanaatimizce gerçek sayısı bunun çok çok üzerinde olan Suriyelilerin ülkemizdeki misafirlikleri sona ermiştir. İktidardan hukuki gerekçesi ortadan kalkması sebebiyle öncelikle geçici korumanın kaldırılmasını, ardından sığınmacıların ülkelerine dönmeleri konusunda hükümetin bir an önce bir takvim ilan etmelerini bekliyoruz” dedi.
CHP MYK, bugün saat 14.00’te CHP Genel Başkanı Özgür Özel başkanlığında toplandı. Yaklaşık üç saat süren toplantının ardından CHP Parti Sözcüsü Deniz Yücel, toplantının gündemine ilişkin açıklama yaptı. Yücel’in açıklamaları şöyle:
“İki gün önce Isparta’da meydana gelen askeri helikopter kazasında altı askerimiz şehit düştü. Şehitlerimiz; Tuğgeneral İsa Baydilli, Teğmen Mustafa Atakan Dut, Teğmen Ceyhun Kalyoncu, Teğmen Tunahan Dağlı, Astsubay Kıdemli Çavuş Hüseyin İpek ve Astsubay Çavuş Talha Nergis’e Allahtan rahmet, ailelerine başsağlığı ve sabır diliyoruz. Milletimizin başı sağ olsun.
“CHP iktidarında sarayın değil, halkın bütçesini biz yapacağız”
TBMM komisyon görüşmelerinin sona ermesinin ardından, Meclis Genel Kurulu’nda da 2025 yılı Merkez Bütçe Kanun Teklifi’nin görüşmeleri başladı. Ülkenin kaynaklarını siyasi geleceği için çarçur eden AKP iktidarı, bütçe teklifini de bunun kılıfı haline getirmeye çalışıyor. Halk adına bütçe yapmakla sorumlu olan TBMM, bütçe teklifi sürecinde prosedürü tamamlayan bir kurum haline gelmiştir. CHP milletvekilleri, bu bütçenin halkın bütçesi olması için iki hafta boyunca mücadele vereceklerdir. 2018 yılından bu yana, TBMM adına yapılan denetimlerin etkisizleştirildiği ve maalesef göstermelik hale getirildiği; bakanların halka değil, AKP’ye hizmet etmek için çabaladığı ve aslında herkesin tek bir adama tabi olduğu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen ucube sistemde işçinin, emekçinin, çiftçinin, öğrencinin, emeklinin, memurun hakkını savunmaya devam edeceğiz. Halk iradesini yok sayan bu sisteme inat biz sarayın değil, halkın bütçesini anlatacağız. İlk sandıktan çıkacak CHP iktidarında sarayın değil, halkın bütçesini biz yapacağız.
“Bugün TÜİK’e de onun açıkladığı verilere de güvenen yok”
22 yıllık AKP iktidarının en fazla zarar verdiği alanlardan biri de kamu kurumları oldu. Liyakatsiz atamalarla kurumların içini boşalttılar, vatandaşın kamu kurumlarına güvenini yok ettiler. Bu kurumların başında tabii ki TÜİK geliyor. 98 yıllık geçmişi olan bu kurum, yayımladığı verilerle bu ülkede enflasyon, istihdam, milli gelir, sosyal yardımlar gibi ekonomik ve sosyal alanlarda belirleyici bir role sahip. Açıkladığı veriler, maaş ve ücretlere de etki ediyor ödediğimiz kiralara da. Bu nedenle TÜİK’in tarafsızlığından ve bağımsızlığından kimse şüphe duymamalı, açıkladığı veriler herkes için doğru ve güvenilir olmalı. Ama öyle mi? Bugün TÜİK’e de onun açıkladığı verilere de güvenen yok. Çünkü AKP, ülkenin gerçek ekonomik ve sosyal durumunu baskı ve müdahalelerle sansürleyerek kapatacağını zannediyor. Son beş yılda beş başkan değiştiren TÜİK, geçen hafta da kasım ayı enflasyon verilerini açıkladı. Elbette bu enflasyon oranına hiç kimse inanmadı. TÜİK’in açıkladığı yüzde 47,09’luk yıllık enflasyon oranı karşısında, ENAG yıllık enflasyonu yüzde 86,76 olarak açıkladı. Nitekim Merkez Bankası da çok kısa bir süre önce, 2024 yılı enflasyon tahminini yüzde 44’e yükseltmişti.
“Mehmet Şimşek’e pazarda ‘yarım brokoli’, ‘çeyrek karnabahar’ fiyat etiketlerini görünce belki bizim ne demek istediğimizi anlayabilir”
Açıklanan resmi enflasyonla gerçek enflasyon arasındaki makas gittikçe açılıyor, vatandaş yüksek enflasyon karşısında geçim mücadelesi vermeye çalışıyor. Ekonomide işler iyi gitmiyor. Enflasyonla mücadele programındaki başarısızlık, TÜİK’in zorlama rakamlarıyla bile örtülemiyor. Enflasyonda belirgin bir düşüş olacağı masallarına artık hiç kimse inanmıyor. TÜİK’in çizmeye çalıştığı sanal iyilik tablosu, yoksullukta birleşen milyonların gündeminde bile değil. Vatandaş kredisini, kredi taksitlerini, kredi kartı borcunun asgarisini bile ödeyemiyor. Özellikle gıda fiyatlarındaki fahiş artışlar, gıdaya erişim konusunda çok ciddi bir sıkıntı olduğunu ortaya koydu. Kasım ayında geçen yıla göre; meyve fiyatları yüzde 142,4, sebze fiyatları ise yüzde 253,4 oranında arttı. Artık kiloyla meyve-sebze alma devri kapandı. Meyveler taneyle alınıyor. Sebzeler ise ikiye ya da dörde bölünerek satılıyor. Sayın Mehmet Şimşek’e tavsiyemiz gidip pazarda şöyle bir dolaşsın. Pazarda ‘yarım brokoli’, ‘çeyrek karnabahar’ diye fiyat etiketlerini görünce belki bizim ne demek istediğimizi, vatandaşın da nasıl bir sıkıntı içinde olduğunu belki anlayabilir.
“Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantısı 10 Aralık İnsan Hakları Günü’ne denk gelince insan onuruna yaraşır bir rakam konuşulur diye umutlanmıştık”
Asgari Ücret Tespit Komisyonu ilk toplantısını 10 Aralık tarihinde gerçekleştirdi. Toplantı 10 Aralık İnsan Hakları Günü’ne denk gelince insan onuruna yaraşır bir rakam konuşulur diye umutlanmıştık ki her zaman olduğu gibi ilk toplantıda rakam dahi konuşulmadı. İkinci toplantı 16 Aralık’ta yapılacak. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ve Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i, asgari ücreti 24 bine çıkarmaları için ikna çabaları sürüyormuş. İkna olmadıkları rakama bakar mısınız, 24 bin lira. Açlık sınırıyla neredeyse eşdeğer, yoksulluk sınırının ise çok çok altında. 24 bin lirayla vatandaşa, ‘Faturanı öde, kiranı öde, karnını doyur’ diyorlar ama 24 bin liranın artık bir kira parasını karşılamaya bile yetmediğini görmüyorlar. Bir asgari ücretlinin standart harcamalarının geçtiğimiz yıla göre yüzde 80 artığını görmezden geldikleri yetmiyormuş gibi, üstüne TÜİK’in bile yüzde 47 olarak açıkladığı enflasyonu görmezden geliyorlar ve asgari ücrete yüzde 25-30 arasında bir zam yapılmasını öngörüyorlar. Bu kelimenin tam anlamıyla insafsızlıktır, vicdansızlıktır, vatandaşı açlığa mahkum etmektir. Asgari ücret, dünyadaki uygulamaların aksine bizim ülkemizde ortalama ücret haline gelmiş durumda. Bugün çalışanların yüzde 60’ı asgari ücret ve civarında ücretlerle çalışıyorsa elbette bu işte bir yanlışlık vardır. Asgari ücret, eğer milyonların geçindiği bir ücretse bu ülkedeki milyonları açlığa ve yoksulluğa mahkum etmeye kimsenin hakkı yoktur.
“Asgari ücret teklifimiz 30, bunun altında yokuz”
Türkiye, Avrupa’nın beşinci en düşük asgari ücretli ülkelerinden biri. Asgari ücret belirlenirken açlık ve yoksulluk sınırları göz ardı edilemez. Asgari ücret tek bir kişinin değil, kimi zaman iki kişi, kimi zaman dört kişi belki de daha fazla nüfuslu bir ailenin geçimini sağlayan bir ücret olmalıdır. Asgari ücret belirlenirken gerçek enflasyona göre değil, hedef enflasyona göre belirlenmesi saçmalığından da bir an önce vazgeçilmelidir. Bir kez daha yineliyoruz: Bizim asgari ücret teklifimiz 30, bunun altında yokuz.
“Türkiye’de gıda güvenliği konusunda büyük bir sorun yaşanmakta”
Bu ülkede gıda güvenliği konusundaki zafiyet öyle bir boyuta ulaşmış ki artık halk sağlığını tehdit eder hale gelmiş. Türkiye’den ihraç edilen tarım ürünlerinde yüksek oranda pestisit, aflatoksin ve Akdeniz meyve sineği tespit edilmeye başlandı. Bunlar alıcı ülkeler tarafından Türkiye’ye hemen iade ediliyor. Vatandaş da doğal olarak soruyor: ‘Geri gönderilen bu ürünleri bize mi yediriyorlar?’ Daha da önemlisi bu ürünler tırlara, kamyonlara yüklenmeden önce denetimden geçiyor, analiz ediliyor. Ama yine de içinden zehir çıkıyor. Yurt dışına gönderilen, sözde bir sürü denetimden ve analizden geçen ürünlerde bu zehirler çıkıyorsa yurt dışına gönderilmeyen ve direkt iç piyasaya sunulan ürünlerde kim bilir neler var neler? Hata olduğunda susan, kriz olduğunda geri çekilen, problemleri hep başkalarının çıkardığını iddia eden hükümetten ise gıda güvenliği konusunda cılız açıklamalar yapmak dışında hiçbir ses çıkmıyor. İhraç edilen ancak geri gönderilen meyve ve sebzelerin iç piyasaya sürülmediği açıklaması pek çok vatandaşımıza inandırıcı gelmiyor. İktidarın şeffaf şekilde yürütmediği denetim süreçleri, ‘Soframızdaki meyve-sebze yurt dışından geri gönderilen mi’ sorusunu akıllara getiriyor. Çünkü Tarım ve Orman Bakanlığı hem ihraç edilen hem de iç piyasada tükettiğimiz ürünlerin denetim sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmıyor. Bu nedenle de biz nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu ancak çok sayıda ihraç ürünü yüksek kalıntı veya hastalık nedeniyle geri gönderildiğinde öğrenebiliyoruz. Bu konuda CHP Genel Başkan Yardımcısı, Gölge Tarım Bakanı Sayın Erhan Adem’in tam iki ay önce yaptığı uyarıyı yineliyoruz: Türkiye’de gıda güvenliği konusunda büyük bir sorun yaşanmakta. Gıda sahteciliği ve tağşiş vakalarına verilen cezaların derhal caydırıcılığının artırılması ve gıda üreticilerinin şeffaf ve etik uygulamalar konusunda teşvik edilmesi gerekiyor. Bağımsız bir gıda teşkilatı kurulmalı ve bu kurumun da yetkin kadrolarla donatılması gerekiyor. Ve Türkiye’nin gıda güvenliği konusundaki mevcut durumu tüm şeffaflığıyla tespit edilmeli ve derhal bir acil eylem planı yapılarak gıda güvenliği konusunda ciddi adımlar atılmalıdır.
“Laik eğitim alerjilerini artık saklama ihtiyacı dahi hissetmiyorlar”
Her hamlesiyle milli eğitim sistemine darbe vurmayı hedefleyen, tarikatlarla imzaladığı protokollerle laik, çağdaş ve bilimin ışığındaki eğitim anlayışını bitirmeyi amaçlayan, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) koltuğunu işgal eden zat ve ucube projesi ÇEDES, her geçen gün çocuklarımızın geleceğini karartmaya devam ediyor. ÇEDES kapsamında Bornova İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından okullara gönderilen yazıyla İzmir, Bornova ilçesindeki 99 okula din görevlisi atandı. Geçtiğimiz yıldan bu yana karşısında durduğumuz, suç duyurusunda bulunduğumuz ÇEDES projesi için MEB’i defalarca uyarmıştık. Okullarda din görevlilerinin görevlendirildiğini söylemiştik ancak ‘Böyle bir atama yok’ diyerek yalanlamışlardı. Geçen sene yalanladıklarını bu sene ÇEDES kapsamına alarak projeymiş gibi uyguluyorlar. Laik eğitim alerjilerini artık saklama ihtiyacı dahi hissetmiyorlar. Çocuklarımızın sözde zihinsel ve manevi gelişimleri için okul içinde ve dışında dini içerikli etkinlikler düzenleniyorlar. Sınıflara mezar maketleri sokuluyor, öğrencilere mezarlık temizletiliyor. Bu etkinliklerin bir çocuğun zihinsel gelişimini ilerletmeyi bırakın, tam tersine uzmanlar travma etkisi yaratabilecek etkinlikler olduğu söyleniyor.
“Profesörlüğün şaibeli, rektörlüğün torpilli, bakanlığın ise lanetli”
Milli eğitim kurumları, dini içerikli faaliyet ve etkinlikleri yapma yeri değildir. Bilimin ışığında pedagoji eğitimi almış eğitimcilerin elinde, bilgi birikimiyle donanımın gelecek nesillere aktarıldığı yerler olmalıdır. ÇEDES denen ucube projeyle milli eğitim sistemine darbe vuranlar, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile de müfredattan bilimi çıkardılar. STK adı altında tarikatlarla protokoller imzalayanlar, sadece pırıl pırıl çocuklarımızı değil; eğitimcilerimizi de istediği kalıba sokmayı, istediği kalıba girmeyen eğitimcileri ise ekarte etmeyi hedefliyor. Bunun en son örneğini ise atanmayan öğretmenlerimizde gördük ve görmeye de devam ediyoruz. Milyonlarca atanmayan öğretmenimiz dururken okullara eğitimci yerine imam görevlendiren Milli Eğitim Bakanı, mülakatla yüksek puan alan öğretmen adaylarını eleyip tarikatının referansını alanları kadrolara doldurdu. Bu haksızlığı protesto eden atanmayan öğretmenlerimizi ise yaka paça, sille tokat gözaltına aldırdı. Buradan MEB koltuğunu işgal eden zata bir kez daha seslenelim: İzmir Bornova’da, 99 okula pedagoji eğitimi almamış imam atayacağına atanmayan öğretmenlerimizin atamasını yap. Profesörlüğün şaibeli, rektörlüğün torpilli, bakanlığın ise kusura bakma ama lanetli. Öğretmenlerin hayatlarını, umutlarını söndüren; öğrencilerin geleceğini karartan bir kişisin Yusuf Tekin.
“22 yıllık AKP iktidarının verdiği en yanlış kararlardan biri, MEB koltuğunda oturan zattır”
Toplumdaki kanayan yaralardan birisi de KPSS sınavlarının ardından yapılan mülakatlar konusudur. KPSS’de derece yapmalarına rağmen mülakatlar sonucunda elenen eğitimcilerimiz, anayasal hakları olan protesto hakkını kullanarak MEB önünde oturma eylemi yaptılar. Öğretmenlerimizin bu son derece barışçıl eylemi, demokratik ülkelerde çok olağan bir protesto yöntemi olan oturma eylemi, herhalde birilerini o kadar rahatsız etmiş ki polis ekipleri öğretmenlerin eylemine müdahalede bulundu. Polis ekiplerinin müdahalesinde iki öğretmenimiz yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı. Devletin polisiyle öğretmenleri karşı karşıya getiren zihniyet, polise öğretmenlere karşı kuvvet kullandıran zihniyet bundan utanmalıdır. Ne eğitim umurlarında ne eğitimci ne de gelecek nesiller… MEB çok bakan gördü ama böylesine eğitim ve eğitimci düşmanı bir bakanı daha önce görmedi. 22 yıllık AKP iktidarının verdiği en yanlış kararlardan biri, o koltukta oturan zattır. İşgal ettiği koltuk çocuklarımızın geleceğine mal olmaktadır.
“MESEM’in ölümüne sebep olduğu 17 yaşında bir evladın bedeli, biri için 36 bin lira; bir diğeri için 15 bin lira oldu”
Az önce dedik ya çocuklarımızın geleceğine mal oluyor diye… İşte o yavrularımızdan biri Alperen Enes Ural. 17 yaşında, hayatının baharında gencecik bir evladımızdı. Manisa Soma’da, Meslek Eğitim Merkezi (MESEM) kapsamında stajyer olarak çalışıyordu. İnşaatta doğal gaz borusu döşerken yüksekten düşerek yaşamını yitirdi. 23 Mayıs’ta kaybettiğimiz yavrumuzun üçüncü duruşması dün gerçekleşti. Tek bir kişi bile tutuklanmadan dava sonuçlandı. İş yeri sahibine 36 bin lira ve sekiz ay meslekten uzaklaştırma, ustaya ise 15 bin lira para cezası verildi. İktidar eliyle çocuk işçiliğini meşrulaştıran MESEM’in ölümüne sebep olduğu 17 yaşında bir evladın bedeli, biri için 36 bin lira; bir diğeri için 15 bin lira oldu. Davada MEB’den hiç kimse yoktu. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan hiç kimse yoktu. Adalet Bakanlığı’ndan hiç kimse yoktu. Oysaki Alperen Enes, MESEM’in ilk iş cinayeti değildi. Yine Manisa’da 16 yaşındaki Zekai Dikici ve 14 yaşındaki Muammer Samet Karaoluk; Konya’da 17 yaşındaki Ulaş Dumlu, 17 yaşındaki Yunus Emre Küçükuzun ve 16 yaşındaki Eren Dağ; Diyarbakır’daki 15 yaşındaki Ömer Çakar; İstanbul’daki 14 yaşındaki Arda Tonbul; Kütahya’da 15 yaşındaki Erol Can Yavuz; Kilis’te 17 yaşındaki Murat Can Eryılmaz; Ankara’da 15 yaşındaki Alperen Kocayavuz ve son olarak Zonguldak’ta 14 yaşındaki Efe Baran Kazancı… 12 yavrumuz MESEM’in çocukları patronlara ucuz işgücü olarak tahsis eden anlayışının kurbanı oldu. 12 yavrumuz yaşamını yitirirken sustuğunuz gibi, adaletin sağlanmazken de görmezden geldiniz. MESEM’de yaşanan çocuk ölümlerinin asıl faili susanlar, gözlerini kapatanlar, üç maymunu oynayanlardır.
“Ülkemizin güneyinde ulusal güvenliğimizi tehdit eden ‘de facto’ bir devlet yapılanması bulunmaktadır”
Yıllarca otoriter bir şekilde yönetilen Suriye halkı, ulus egemenliğine dayalı bir yönetimle değil; şahıs devletiyle yönetilmenin neticesini ağır biçimde yaşatmıştır. Gelinen noktada, Suriye’nin en zengin ve en verimli toprakları olan Fırat Nehri’nin doğu kısmı PYD’nin kontrolünde kalmıştır. Suriye enerji kaynaklarının yüzde 90’ından fazlasına ve su kaynaklarının çoğunluğuna sahip bu bölgeye PYD yerleşerek Irak coğrafyasının en zengin enerji kaynaklarına sahip Kuzey Irak Kürdistan Özerk Bölgesi’yle sınır komşusu haline gelmiştir. Bölgemizde binlerce insani vahşice öldüren El-Kaide terör örgütü uzantısı, IŞID katillerini dahi bünyesinde bulunduran Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) de Fırat’ın batısına ve Halep’ten Şam’a kadar olan bölgeye yerleşmiştir. Suriye’de yönetimi devralan, Türkiye’nin ve Birleşmiş Milletler’in (BM) terör örgütleri listesinde olan HTŞ’nin saldırgan olmayacağı, kapsayıcı olacağına dair açıklamalarını dikkatle takip ediyoruz. PKK’nın Suriye’de kurmuş olduğu, PYD’nin yönettiği SDG; Fırat’ın batısında Halep’ten Şam’a kadar olan bölgeye yerleşmiştir. Ülkemizin güneyinde ulusal güvenliğimizi tehdit eden ‘de facto’ bir devlet yapılanması bulunmaktadır. En uzun sınırımızın olduğu bölgede, birden fazla silahlı organizasyon bulunmaktadır.
“Suriye’de yaşanan süreçle ilgili iktidarın CHP’nin tutumuna ilişkin açıklamaları son derece provokatif”
Suriye’de yaşanan süreçle ilgili Dış Politika Danışma Kurulumuz ve Milli Savunma Kurulumuz son bir ayda altı kez karma olarak toplanmış ve bu toplantılardan çıkan tespitlerini MYK’mıza sunmuşlardır. Bu kapsamda Suriye’de hızlı bir şekilde önce askeri, sonra siyasi, sonra da ekonomik anlamda kalıcı istikrarın sağlanması gerekmektedir. Suriye’de yaşanan süreçle ilgili iktidarın ve yandaş basının CHP’nin tutumuna ilişkin açıklamalarını son derece provokatif bulduğumuzu da ifade etmek isterim. CHP’nin Suriye’ye ve devrik lider Esad’a bakış açısı ve tavrı, ülkemizdeki sığınmacıların geri dönüşünün sağlanması merkezinde, her zaman tutarlı olmuştur. Diğer yandan Esad’a güzellemeler yapan, birlikte ailece tatiller yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ‘Dostum Esad’ ifadesinden ‘Katil Esed’ ifadesine dönüşü, tutarlılık ve istikrar konusunda ibret vericidir.
“Sığınmacıların ülkelerine dönmeleri konusunda hükümetin bir an önce bir takvim ilan etmelerini bekliyoruz”
AKP iktidarına Suriye’de yaşanan süreçten kısa vadeli siyasi çıkar devşirmeye çalışmak yerine, ülkemizin ve milletimizin ortak milli menfaatlerine uygun hareket etmeleri, ortak milli menfaatlerimizi korumaları gerektiğini hatırlatıyoruz ve kendilerini uyarıyoruz. Esad rejimi çöktüğüne göre; Türkiye’de 13 yıldır misafir ettiğimiz, resmi rakamlara göre 3 milyona yakın geçici koruma altında bulunan, kanaatimizce gerçek sayısı bunun çok çok üzerinde olan Suriyelilerin ülkemizdeki misafirlikleri sona ermiştir. İktidardan hukuki gerekçesi ortadan kalkması sebebiyle öncelikle geçici korumanın kaldırılmasını, ardından sığınmacıların ülkelerine dönmeleri konusunda hükümetin bir an önce bir takvim ilan etmelerini bekliyoruz. Zira Suriyelileri sığınmacıların misafirliğinin Türkiye’ye ekonomik ve sosyal maliyeti ağır olmuştur.
“Suriye’nin kanlı bir coğrafya olmaya devam etmesini istemiyorsanız Atatürk’ü okuyun”
Bir diğer çağrımız da Suriye halkınadır: Ülkenize dönün ve ülkenizin toprak bütünlüğünü koruyun. Orada seçim yapılmasını sağlayın ve tüm toplum kesimlerini kucaklayan bir demokrasi inşa edin. Ülkenizi yeniden imar edin, biz de sizlere destek olalım. Suriye’de kurulan geçiş hükümeti kapsayıcı değildir ancak en kısa zamanda kapsayıcı bir hükümet ve tüm kesimlerin katıldığı bir anayasa yapım süreci olmasını temenni ediyoruz. Suriyeliler olarak anayasanızın yapım sürecinde dış müdahalelere fırsat vermeyip bir ulus devleti inşasını başarmak zorundasınız. Bunu başaramazsanız, laikliği ve demokrasiyi benimsemezseniz; ülkeniz küresel güçlerin satranç tahtası, savaş sahası olmaya devam eder. Suriye’nin birbirini öldüren insanların kanlı bir coğrafyası olmaya devam etmesini istemiyorsanız dünyada emperyalizmi yenen tek lider olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü okuyun ve 100 yıl önce o ne yaptıysa aynı iradeyi ve aynı kararlılığı gösterin. Ulus egemenliğine değil; şahıs, aşiret, klan, aile ve cemaat egemenliğine dayalı devletlerin çağımızda nasıl çöktüklerini en acı şekilde tecrübe eden Suriye halkının bir an önce ulus egemenliğine dayalı, üniter bir devlet kurmasını temenni ediyoruz.”