• Kent konseyleri: Katılım için bir şans katılım kabusuna nasıl dönüştürülür?
    17 Ocak 2025

    Katılımcılık pek çok siyasetçinin ağzından düşürmediği bir sözcük, tıpkı şeffaflık gibi… Ve her ikisi de ne kadar çok tekrarlanırsa tekrarlansın, ya söylemde kalıyor ya da göstermelik olarak uygulanıyor. Şeffaflığı başka bir zaman tartışayım, şimdilik katılımcılığı kent konseyleri üzerinden bir masaya yatırayım. Önce bir tanımla gireyim konuya: Kent konseyleri 5393 sayılı Belediye Kanunu ve 26313 sayılı Kent Konseyi Yönetmeliği’ne dayanarak kuruldu. Kuruluş amaçları; kent yaşamında, kent vizyonunun ve hemşehrilik bilincinin geliştirilmesi, kentin hak ve hukukunun korunması, sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap verme, katılım, yönetişim ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirmek.

    HEMŞEHRİLİK HUKUKU MU YOKSA KENT HAKKI MI?
    Merkezi yönetimin, yerel yönetimin, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının ve sivil toplumun ortaklık anlayışıyla, hemşehrilik hukuku çerçevesinde buluştuğu; kentin kalkınma önceliklerinin, sorunlarının, vizyonlarının sürdürülebilir kalkınma ilkeleri temelinde belirlendiği, tartışıldığı, çözümlerin geliştirildiği ortak aklın ve uzmanlaşmanın esas olduğu demokratik yapılarla yönetişim mekanizmalarını hayata geçirmek için var kent konseyleri… Bu ‘hemşehrilik hukuku’ kavramı bizim gibi ülkeler için biraz şaibeli, ‘yurttaşlık ve kent hakkı’ sanki daha yerine oturuyor. Bir de ‘yönetişim’ kavramı var ki, o da aslında katılımdan çok var olan sistemi onaylatmak gibi sonuçlar doğurabiliyor.
    Bu katılımcılık uygulaması, Türkiye’de, 1997 yılından bu yana, öyle ya da böyle gündemde. ‘Yerel Gündem 21’ diye anılan Avrupa’daki diğer örnekleriyle birlikte, ülkemizde Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ile ortaklaşa uygulanmaya çalışılan kent konseyleri, kentlerde yerleşik yerel yönetimlerle, sivil toplumu, kent gündemini belirlemek amacı etrafında birleştirerek, katılımcı demokrasiyi geliştirmeyi hedefliyor.

    KAĞIT ÜSTÜNDE BELKİ EKSİK YİNE DE HİÇ FENA DEĞİL…
    Ülkemizde bayağı bir kent konseyi de faal… Öyle faal ki, iki ayrı şemsiye örgüt bile kurulmuş. Biri Türkiye Kent Konseyleri Birliği (TKKB) diğeri ise Türkiye Kent Konseyleri Platformu… Bugüne kadar yaklaşık 400 civarında kent konseyi kurulmuş, yanılmıyorsam bugünlerde 250’nin üzerinde kent konseyi faaliyetlerini sürdürüyor.

    İlçelerde, illerde ve büyükşehirlerde kent konseyleri var. O kentteki tüm sivil toplum örgütlerinin katılımına açık, ayrıca merkezi otoritenin yerel organlarının temsilcileri de bu konseylerde temsil ediliyor. Yani tanımı ve işlevi gereği böyle olması gerekiyor. Zira sivil toplum örgütlerinin çok azı kent konseylerine temsilci veriyor, merkezi otoritenin yerel temsilcilerinin ise pek umurunda değil.

    Yarı kamusal yarı sivil, biraz tarifi muğlak olan kent konseylerinin yetkisi ve yaptırım gücü yok, ancak yerel yönetimlere proje ve öneri sunabiliyorlar. Belediye komisyonlarının toplantılarına gözlemci olarak katılabiliyor. Ancak pek az kent konseyinin böyle bir imkanı olabiliyor, belediye yönetimleri bu talepleri geçiştirmeyi tercih ediyor.

    Kent konseylerinin cari siyasetten bağımsız ve her görüşten sivil toplum örgütüne açık olması kağıt üstündeki kural. Bünyelerinde kadın, çocuk, engelli, +65, gençlik, LGBTQ meclisleriyle (son dönemde iktidarın şeytanlaştırma politikası sebebiyle artık pek yok) çalışma grupları faaliyet gösteriyor. Çalışma grupları o kentin gereksinimleri doğrultusunda oluşturuluyor ya da küresel ve ulusal ölçekte hemen herkesi ilgilendiren çevre, iklim değişikliği, hayvan hakları gibi meseleler üzerine şekilleniyor. Meclislerde sivil toplum temsilcileri, çalışma gruplarında ise aktif ve sorumlu yurttaşlar yer alabiliyor.

    HAYALLER, SÖZDE KALANLAR VE BUZ GİBİ GERÇEKLER
    Bu tarif üzerinden, ‘şahane’ bir katılımcı örgütlenme gibi görünebilir. Akademisyenlerin çalışmalarına bakarsanız, sanırsınız ki Türkiye’de sivil toplum ve kent konseyleri müthiş etkin. Tabii bu akademisyenlerin pek çok biraz sonra tarif ettiğim kent konseyi ve belediye aktörlerinden bu bilgileri alıp sahada gözlemleme gereği bile duymadan ‘araştırmalar’ını tamamlayıveriyor! Yine bu kent konseylerinin faaliyet raporlarına baktığınızda, yerelde büyük bir dönüşüm yaptıklarına inanabilirsiniz. Ancak, sokağa çıkıp yurttaşlara sorarsanız, çoğunun kent konseyinden bihaber olduklarını anlarsınız!
    Aslına bakarsanız, gerek odalar, sendikalar gibi demokratik kitle örgütleri gerekse derneklerin çoğunun da kent konseylerinde pek etkin olmadığını görüp şaşırabilirsiniz!

    Aklınıza takılmış olabilir, niye iki tane şemsiye örgütlenme var diye… Hemen söyleyeyim, TTKB bünyesinde ağırlık iktidar partilerine yakın kent konseyleri yer alıyor, TTKP’de ise ağırlıklı olarak CHP eğilimli kent konseyleri… Kafa karıştırıcı oldu sanki, yani bu oluşumlar kent hakkı üzerinden sivil toplum ve yurttaşların sözünü söyleme, yerel yönetimlere katılım aracıydı, böyle bir siyasi bölünme niye?.. Cari siyasetin gölgesi sebebiyle tabii!

    BELEDİYE BAŞKANININ ‘HANIMI’ OLMAZSA BELEDİYE MEMURU
    Pek çok konuda olduğu gibi, ülkemizde kent konseylerinin de pek çok süreci çarpık işliyor. Öncelikle hemen tüm kent konseyleri sivil toplumun çok az bir bölümüne erişebiliyor. Ya da kent konseyi yürütmesi ve belediye yönetimi bir bölüm sivil toplum örgütünün konseye katılmasını istemiyor ve engelliyor. Çoğu kent konseyi zaten o kentin belediyesinin arka bahçesi… Yerel yönetime egemen olan siyasi partinin ve belediye başkanının vesayeti altında. Kent konseyi yürütme kurullarının oluşumunda gerek parti örgütleri gerekse belediye yöneticileri belirleyici oluyor. İş Anadolu’da öyle bir hal alıyor ki, bir bakıyorsunuz kent konseyi başkanı belediye başkanın eşi ya da akrabası veyahut bir belediye memuru! Ya da kent konseyi başkanı kendini gölge belediye başkanı sanıyor, belediye bütçesinden makam arabasıyla hava atıyor!
    Bazı kent konseylerinde ise aynı parti içinde bile gerilimler yaşanıyor, bir bakmışsınız genel kurulda kavga gürültü çıkıyor. Genel kurul öncesinde yaşananlar trajikomik ve kent konseyinin varoluş kurallarına aykırı, ama kimin umurunda! Kent konseyini bankamatik memuru olmak için bir basamak olarak kullanan da var, belediye ihalelerinde çantacılık yapmak için de… Kendisini işe sokmasa bile eşine, çoluğuna çocuğuna arpalık arayanı da… Proje üretip belki üç kuruş kalır hesabında olanı da… Kimileri ise kişisel çıkarı için değil, derneğinin belediye olanaklarından daha fazla yararlanabilmesi için orada! Tabii siyasi ikbali için hesap yapanlar, ileride belki o kentte egemen olan partinin il ya da ilçe örgütünde yükselmek isteyenler ve hatta var olan belediye başkanının seçim arifesinde ayağını kaydırıp kendi adaylığını ilan etme hayalini kuranlarda da!

    SİVİL TOPLUM MEMURLARI SİVİL TOPLUMA KARŞI!..
    Bir de sivil toplum örgütlerinde faal olup belediyede bir yöneticilik ya da danışmanlık kapmak isteyenler var ki, onlaren beteri… Bugün belediyelerde bu ‘devşirmeler’den bolca bulabilirsiniz. Bunlar ‘merhaba’ yerine ‘katılım’ ve ‘yerel demokrasi’ diye söze başlayan ve her türlü katılımcılığın önünü kesen tipler. Hangi belediyedeyse o kent konseyinin genel kurullarına müdahale eden, bunu genelde ilçe örgütünden bir grupla birlikte organize eden ‘sivil toplumcular’. Örneklerini geçen yıl pek çok kent konseyinin genel kurulunda yaşamış olanlar çok iyi bilir! Bu kendinden menkul kadın, gençlik, LGBTQ aktivistliğinden memurluğa, danışmanlığa geçen kişiler, hemen her etkinliklerinde ‘sen, ben, bizim oğlan’ panelleriyle belediye bütçesini har vurup harman savuranlar oluyor genelde… İki-üç ezber cümleyle koltuklarını sağlama almak dışında bir dertleri yok.

    KENDİNE DEMOKRATLARIN DEMOKRASİ TANIMI BÖYLE OLUR
    Ben sadece İstanbul’un üç merkez ilçesinden örnekler vereceğim. Birisi 2019 seçimlerinden sonra yaşanan bir genel kuruldan… Yine katılımcılık ve ‘birlikte yönetmek’ adı altında yaşanan bir komediden… Ki ondan bir önceki genel kurulda da bir başka grup diğerine sopalarla saldırmıştı! Genel kurulu kazanıp yürütme kuruluna hakim olmak isteyen ‘demokrat’, ‘sosyal demokrat’, ‘sosyalist’ ve ‘radikal demokrat’ olarak kendilerini tanımlayanların, kendi hedeflerine ve fikirlerine uymadıklarını düşündükleri herkesi ‘Sarıgülcü’ ve ‘İYİ Partili’ diye yaftaladıkları garip bir hikaye! Sonuçta açık oyla yapılan bir seçimde diğer listeye oy verenleri telefonla video çekmekten tutun da gereksiz hır güre kadar her şeyi denemekten imtina etmediler. Daha da komiği bunu yapanlar, daha sonra belediye yönetimiyle ters düşüp kent konseyinden tasfiye edildiler! Tabii ondan sonra ‘vesayet’ten ve ‘müdahale’den söz eden süper demokratlar oluverdiler!..

    Bir başka örnek, kendisini Nilüfer Kent Konseyi’nde parlatıp ardından Kadıköy’de belediye bürokratı oluveren ve genel kuruldaki usulsüzlük sebebiyle kent konseyinin faaliyetinin son bulmasına neden olan bir ‘sivil toplum’ memurundan…

    2024 yerel seçimlerinin ardından bu kez Beyoğlu Belediyesi’nde boy gösterdi ve aynı alışkanlıklarıyla bir genel kurul organize ediverdi. Bu sefer öcü ‘AKP’liler’di. Ki gerçekten de AK Partililer daha önceki dönemlerde her türlü anti-demokratik yaklaşımı dibine kadar sergilemişti. Yani bahaneleri hazırdı bu ‘katılım guruları’nın!

    ÖZENLE, VESAYETLE, VAATLE KENT KONSEYİ DİZAYN EDİLİR!
    Son bir örnek verip bitireyim… İstanbul Kent Konseyi’nde kendisini parlatıp ardından yine merkez ilçelerden birinde belediye başkanı yardımcısı oluveren başka bir ‘katılım gurusu’ genel kurul öncesinde partinin ilçe başkanıyla birlikte kendi yürütme kurulunu seçtirmek için kulis faaliyeti yürüttü. Kulisi tamamlayana kadar da genel kurulu ertelemeye çalıştı. Gerekçe belediye başkanının programıydı! Ancak belirlenen tarihte belediye başkanı genel kurula gelmeye bile tenezzül etmedi!

    Küçük bir-iki de anekdot vereyim o genel kuruldan… Bir önceki genel kurulda yürütmeye girmiş, sonradan bankamatik memuru olduğu anlaşılınca istifası istenen bir hanımla bu genel kurulda başkan adayı olan kişi arasındaki kavga! Bu hanım genel kurulun yapılacağı binanın kapısında bu başkan adayını, vaadini getirmemekle suçlayıp hışımla çekip gitti. Bir başkası birilerine “Galiba yanlış divan kuruluna imza attım” diye panikle dert yanıyordu”. O da yaşı oldukça ileri, tek derdi boğazdaki evine bir kat çıkmak olan gedikli bir partiliydi. Sonuçta, tabii ki belediye başkan yardımcısının ve ilçe başkanın desteklediği liste seçimi kazandı!

    YURTTAŞLIK BİLİNCİYLE SAHİP ÇIKILIRSA…
    Bu durum tespitinden asla kent konseylerinin katılımcı demokrasiyi kadük bırakan bir mekanizma olduğu sonucu çıkarılmamalı. Tam tersine, yurdunu seven, siyaseti bir ikbal aracı olarak görmeyen, kenti için bir şeyler yapmak isteyen her aktif ve sorumlu yurttaş, kent konseylerine sahip çıkmalı. Ne kadar sahip çıkılırsa, bu çıkar gruplarının katılımcılığı engelleme girişimleri boşa çıkar, kenti adına söz söyleyen, karar alan, harekete geçen yurttaşların temsil edildiği kent konseyleri sayesinde, şeffaf, denetlenebilir, hesap verebilir bir belediyecilik anlayışı da filizlenir. Kent konseyi olmuyorsa, bir araya gelip inisiyatifler kurmak da var. Yeter ki kentine sahip çıkmak için elini taşın altına koyacak onurlu yurttaşlar olsun!

    İlgili Haberler

    ÇOK OKUNANLAR