• Özgür Özel: Teğmenler geri geldiğinde o karara imza atanlar ihraç olacak
    31 Ocak 2025

    Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Ankara’da düzenlediği Prof. Dr. Muammer Aksoy’u Anma ve 2024 Yılı Yılın Atatürkçüsü Ödülleri Törenine katıldı. Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, burada yaptığı konuşmada, “Herkese iyi akşamlar diliyorum. Sayın Genel Başkan’ın ve İsmet Paşamızın değerli kızı Özden Toker Hanımefendi’nin şahsında hem salondaki hem Türkiye’deki bütün Atatürkçüleri saygı ile selamlıyorum. Zor bir gün, farklı bir gün. Bir kere çok üzgün olduğumuz bir gün. Bir yandan çok umutlu olduğumuz bir gün, bir yandan da çok öfkeli olduğumuz bir gün. Üzüntümüz, Kurucu Genel Başkanımız Muammer Aksoy’un katledilişinin yıldönümünde bir kez daha burada hep birlikteyiz ve bu acıyı bir kez daha hep beraber içimizde yaşıyoruz. Çok umutluyuz, çünkü adeta bir soykırıma uğramış Atatürkçüleri, her biri teker teker biraz önce gözümüzün önünden geçti. Fazlası var, eksiği yok. Geçen hafta Uğur Mumcu’nun katledildiği yerdeydik hep birlikte. Bugün Muammer Aksoy’un bıraktığı büyük mirasın içindeyiz; hepimizin derneği Atatürkçü Düşünce Derneği’nin bu önemli hem hafıza merkezi, hem de genel merkezinin içindeyiz. Hiçbiri boşuna katledilmedi. Aslında katledenlerin kim olduğuna, katledilenlerin neyi savunduğuna baktığınızda o soykırımın neyin habercisi olduğu da bugünlerde daha iyi anlaşılıyor” ifadesini kullandı.

    Özel, şunları kaydetti:

    “TÜM MESELE TAM BAĞIMSIZLIĞI SAVUNUP SAVUNAMAMAKTA”
    “Sadece Muammer Aksoy üzerinden bakarsanız madenlerin, petrol yataklarının devletin olduğunu ve milli işletilmesi gerektiğini ısrarla savunan, bu anayasal gerekliliği hatırlatan, dolayısıyla kimlerin, hangi küresel güçlerin hedefinde olduğu belli olan biri. O küresel güçlerin kimleri yönlendirdiği de belli. O küresel güçlerin yönlendirdikleri, Muammer Aksoy’u katlederken kullandıkları isim, unvan ne olursa olsun aslında emperyalistlerin taşeronları. Bugün de baktığınızda yakın coğrafyada yine o emperyalistlerin işlerine geldiğinde nasıl vekâlet savaşları verdiklerini, nasıl birilerini koruduklarını, kolladıklarını, günü gelince harekete geçirdiklerini, kendi işlerini gördürdüklerini görüyoruz. Yine bütün mesele Türkiye’de bunlara karşı tam bağımsızlığı savunup, savunamamakta… Madenlerin milliliğini savunup savunamamakta… Türkiye, bütün kararların kendi halkının, milletinin menfaatleri için demokratik olarak alıp bütün dünyaya gerekirse kafa tutabilecek bir cesareti gösterenler tarafından mı, yoksa Büyük Ortadoğu Projeleri’nin eş başkanları tarafından küresel dengelerde, denklemlerde kendi varlıklarını, kendi iktidarlarını sürdürmeye çalışanlar tarafından mı yönetilecek, esas mesele zaten tam da burada. Burada ‘umutluyuz’ dedim, çünkü bu salonda tabii daha çok kez ama geçen sene bu kürsüde ilk kez Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı sıfatıyla sadece şunun sözünü vermiştik: ‘Cumhuriyet Halk Partisi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, silah arkadaşlarının, Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının, kuruluş ilkelerine bağlı, altı oktan ödün ve taviz vermeden ama günün gereklerini sonuna kadar yerine getirerek, önümüzdeki yerel seçimlerden başlayarak, aynı 1970’lerde girdiği -iki yerel, iki genel- dört seçimin dördünden de birinci çıkmış olduğunu hatırlayarak, o özgüvenle, dünyadaki rüzgârları doğru tahlil edip, Türkiye’nin gerçeklerini doğru görüp, doğru bir dille ama katıksız ve cesur bir mücadele ile önümüzdeki yerel seçimlerden Mustafa Kemal Atatürk’ün partisini birinci parti olarak çıkaracağımıza söz veriyorum’ demiştim. O sözü tutmuş olarak bu kürsüye çıkmanın onurunu yaşıyorum.”

    “BİR FOTOĞRAF KARESİ TÜRKİYE’YE UMUT VERDİ”
    “Biraz önce aslında benim Özden Hanım’ın yaşlarına yakın anne ve babamın da şimdi hasta yatağında yatan İlkokul Öğretmenim Gülseren Hasyamanlar’ın da burnumun kemiği sızlarcasına özlediğim kızım İpek’in de benim ve hepimizin sırtına yüklediği çok önemli bir görevi buradan Sayın Genel Başkanım hatırlattı. Bugün bir fotoğraf karesi Türkiye’ye umut verdi. Biz rahmetli İsmet Paşa 14 Mayıs 1950’de ‘Herhalde iktidarı bunlara bırakmayacaksın’ dendiğinde aksine yaverini hemen yollayıp devir teslime hazır olduğunu söylemiş, o zaman Amerika’da olan oğlu Erdal’a yedi gün sonra yazdığı mektubunda, ‘Evladım seçimi kaybettik, şüphesiz bu benim en büyük yenilgim ama Türkiye demokrasisinin bir zaferidir’ diyebilmiş bir kuşaktan, öyle bir damardan, öyle bir inançtan geliyoruz. Biz 47 yıl seçim kaybetmeyi içine sindirebilmiş, kimi şaibeli, tartışmalı olsa da milletin kararını, seçim sonuçlarını içine sindirmiş ve bu örnek 1950’den beri 74-75 yıldır Türkiye’nin önünde duruyor iken partisiyle ilk kez seçim kaybedenlerin bunu 47 gün hazmedemediğini, ‘Nasılsa yapamazlar’ deyip biraz katlandıklarını ama sonra 6-7 aylık ölçümlerin sonunda Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin neler yaptığını, nereye doğru koştuğunu görünce de nasıl bir saldırı başlattıklarını hep beraber biliyoruz. Bir tarafı ile ‘Silkeleyin’ deyince o talimat belediyeleri çalışamaz hale getirip, yani yoksul bir kadının çocuğunu bıraktığı kreşi hedef alabilecek kadar alçalabilenler, aşevinin bir tas sıcak çorbasını, kent lokantasının ucuz yemeğini, Annekart’ı, Hoşgeldin Bebek projelerini, doğalgaz desteklerini, protein desteklerini, çocuğun sütünü, okul sütünü, bunları hedef alacak kadar gözü dönenler, bir yandan da geçmişte çok performanslı çalıştırdıkları bir seyyar giyotini, burada yargıdan siyasetle ödüllendirmişken, aslında hiçbir yargı mensubu siyasete girdikten sonra o görevine dönemezken, kendileri bakan yardımcılığını fevkalade siyasi bir makam olarak da tanımlamışken, İstanbul’a Cumhuriyet Başsavcısı olarak görevlendirdiler. Geçmişteki bütün toplumsal davalarda -teker teker her birini saymayayım- ama hepimizin bildiği o 8-10 davada mahkeme mahkeme gezdirip, adaleti katlettirdikleri seyyar giyotin, ekim ayının 9’undan beri buraya birkaç yılda yaptığını birkaç ayda yapacak bir acelecilik, bir saldırganlık, bir gözü dönmüşlük ile aldığı talimatı yerine getirmek için neler yaptığını görüyoruz. O sıklaşan işlerde… İçeride belediye başkanlarımız var, muhalif gazeteciler var, Gezi’de orada olup da içeride haksız yere yatanlar var, akademisyenler var, siyasetçiler var, var, var. Ama o gözü dönmüşlükle şimdi 16 milyon İstanbullunun, üçüncü kez… Bir tanesinde mızıkladılar, saymadılar, iptal ettirdiler. 13 binlik fark 806 bin olmuştu. Yetmedi, bu sefer 1 milyon oldu. Sırf bizim Gençlik Kolları Genel Başkanımızı, ‘evladım’ dediği birini sabah sekiz polisle ifadeye götürenlere, ‘Bizim evladımıza bunu yaptınız ama rövanşist olmayacağız, biz sizin evlatlarınıza bunları yaşatmayacağız’ dedi diye, bu teminatı verebilmiş bir yüce gönüllülüğü yapan birinin, ‘Ailemi tehdit ettin’ diye ifadeye çağrıldığı bir gündeydik.”

    “ADLİYE ÖNÜNDE ON BİNLER VE 13 SİYASİ PARTİ VARDI”
    “Her gün saldırıyorlar. Ben hep şöyle söylüyorum. Yıkmayan rüzgâr güçlendirir. Onlar bizi yıkamadıkça ne kadar canımızı yaksalar da ne kadar bizi zorlasalar da biz teslim olmadıkça, biz eğilmedikçe, biz bir adım geri atmadıkça, bir kelime eksik konuşmadıkça, onların panikleri ve saldırganlıkları artacak. ‘Geldiğimiz noktada artık korkutmaya çalışanlardan bizim korkmadığımızı gördükçe nasıl dizlerinin titrediğini açıkça göreceğiz’ diyorduk. Bugün Ekrem Başkanımız ifadeye gidiyordu. Bizi böleceklerini, ayrı düşüreceklerini, meydan okumanın sadece bazılarımıza ait olduğunu, CHP’nin ve Türkiye muhalefetinin parça pinçik olabileceğini düşünenler bugün -vallahi ben de çocukluğuma döneceğim- avuçlarını yaladılar. Bugün 13 siyasi parti vardı adliyenin önünde. Birbirlerinin ismini ağzına almayan siyasi partiler, yan yana durması mucize siyasi partiler bugün İstanbul’da yan yanaydılar. Elbette ki iki isimle kısıtlı değil geleceğe dair umutlarımız ama milletin gönlünde olanın bizim gözümüzün önünde, gönlümüzde olması kadar normal bir şey yok. Otobüsün üstünde Ekrem İmamoğlu’nun elini, hepimiz adına kaldıran Mansur Yavaş da vardı. Ben demiştim ki, ‘İstanbulluları ifadeye çağırdılar. Haydi İstanbullular gidin, ifade verin.’ Oraya giden on binlere, orada bulunan bütün siyasi partilere ve genel başkanlarına, oraya giden bütün siyasetçilere, o tarihi savunmasıyla cesaretinden bir adım geri atmayan Ekrem İmamoğlu’na, ona sahip çıkan başta Mansur Başkan’a ve bütün belediye başkanlarımıza, bütün sivil toplum örgütlerine, başta üyesi olmaktan onur duyduğumuz Atatürkçü Düşünce Derneği’ne yürekten teşekkür ediyorum. O yüzden umutluyuz. Çünkü ayrılmadan, birbirine düşmeden, çekişmeden, birbirine burun kıvırmadan, ortak düşmanın, ortak rakibin, memleketin geleceğinin düşmanının ve bizim siyasi rakiplerimizin yenilmesinin ne kadar önemli olduğunun idrakinde olan herkes bugün umutlarımızı artırdı.”

    “CUMHURİYET HİKÂYESİNİN VARDIĞI EN ÜST NOKTAYDI”
    “Akşam vakti olunca da hep birlikte yeniden öfkelendik. Böyle bir güne denk gelmesi bir yandan öfkemizi biraz daha çok bilemesi, kayda biraz daha net geçirmemiz açısından belki de iyidir. Ben o atfı da bilmiyordum. Şimdi öğrendim. Sağolsunlar. ‘Ben kimin askeri olacaklar? Trikopis’in mi?’ dediğimde Emre Kongar’dan övgü almak, atıf almak öyle kolay kolay nasip olacak bir şey değildir. Kendisine şükranlarımı sunuyorum. Bugün; zaten geçmişte yapılan bir yemini, hatta yönetmeliklerini değiştirmediler diye bordo berelilerin halen yaptığı, bu sene de yaptığı o yemini ‘Biz de etmek istiyoruz’ deyip de ‘Resmi törende edemezsiniz’ deyince, resmi tören bittikten sonra eden, Atatürk’e bağlılıklarını ifade eden, orduya sadakatlerini ifade eden, bu millet için gözlerini kırpmadan ölebilecek kadar bu ülkeyi sevdiklerini ifade eden beş teğmenin… Hele hele biri var ki, hiçbirini birbirinden ayırmak olmaz ama bu sene bu ordunun da bu milletin de Türkiye’deki bütün kadınların da gurur yılıydı. Çünkü kara, hava ve deniz harp okullarının birincisi tarih boyunca ilk kez üçünün de kadındı. Bugün aldıkları o korkunç kararla, o büyüyü de bozdular. O bir Cumhuriyet hikâyesinin vardığı en üst noktadır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ordusunda, Türkiye Cumhuriyeti’nin, harp okullarının üçünde birden üç kadın teğmen dönem birincisi oluyorsa neredeyse tam notlarla, sen onlardan birini; Kara Harp Okulu’nun birincisini ihraç ediyorsan, bu senin zaten Cumhuriyet’le bir gönül bağının olmadığı, Atatürk’le kurduğun ilişkinin sadece söylemsel olduğu ve bu milletin yüzde 99’unun yüreğinde olan birine laf söylemenin maliyetinden kaçındığın için dönüp en yakın silah arkadaşına laf uzattığını hepimizin bildiği bir süreçte bugün yapılan meseleyi şöyle şuraya koyuyorum.”

    “TEĞMENLERİMİZ ŞANLI ÜNİFORMALARINI GİYECEKLER”
    “Daha önce de söyledim, burada da bir kez daha kayda geçeceğim. Bir; o beş teğmenimize hukuki destek, hukuki destek. Çünkü bir idari yargı süreci olacak dönmeleri için. Devamında eğer kendilerini nerede görmek istiyorlarsa, o görmek istedikleri görev başımızın üstündedir, teminatı biziz. Ama kendilerini görev almak istedikleri yerde misafir kabul ediyoruz. Çünkü o görev yapılacak ilk genel seçime kadar sürecek. O genel seçimden sonra, bu beş teğmenimiz hiçbir maddi tarafını zaten önemsemezler ama maddi ve manevi özellikle askerlik mesleğine dair, hiçbir kayıpları olmaksızın şanlı üniformalarına ve görevlerine, arkadaşlarının yanına dönecekler. Ben kendime dair bir siyasi kariyer hedefi hiç tarif etmiyorum, bunu bilenler biliyor. Benim görevim Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisinin en doğru adayı çıkarıp seçimi garanti kazanıp, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında yeniden iktidar olmasıdır. Ama bazı hedeflerim var. Mesela Soma davasının yeniden görülmesidir. Bazı hedeflerim var. Mesela Necla Hanım’a buradan bir kez daha bütün şükran duygularımı ifade etmek istiyorum. Bu Akbelen‘e yapılanlardan hesap sorulmasıdır. Atatürkçü Düşünce Derneği bunu ilk kez yapmıyor. Ben Eskişehir şubesinin ev sahipliğinde, Yılmaz Büyükerşen‘in ev sahipliğinde Yılın Siyasetçisi ödülünü alırken o gün Yırca‘da 6 bin ağaç kesilmesin diye mücadele eden Yırca köylülerinin muhtarı Mustafa Abi’ye, Atatürkçü Düşünce Derneği Yılın Çevrecisi ödülünü vermişti. Ve orada şimdi kesilen 6 bin ağaç dikilmişti. Bu sene ilk hasadı yapıldı ve ilk zeytinyağı çıktı. Orada yüzün üzerinde kadının kurduğu bir kooperatifle hayata tutundular. Şimdi ümit ediyorum, hem Yırca‘nın hesabını soracağımız. Gerçi onu kurtarabilmiştik, çok ötelere gitti o santral. Hem Akbelen‘in hesabını soracağımız. Hem Volkan Konak’ın derelerinin hesabını soracağımız. O üzerlerine beton dökülen bütün derelerin hesabını soracağımız bir süreç olacak. Benim siyasi hedeflerimden bir tanesi de şu olsun, buradan kayda geçsin istiyorum. Bunu da Recep Tayyip Erdoğan da duysun ama en çok da o ihraç kararlarına imza atanlarla, buna susanlar duysun ki; teğmenlerin geldiği gün siz ihraç olacaksınız. Bunu Soma davasında öldürdükleri kişi başına 4.5 gün yatıp salıverilenler çıkıp, neredeyse ölenlerin suçlu bulunduğu gün önünde konuşmuştum. Odamda o konuşmanın resmi var. Resmi çerçeveleyen evladımız da 33 yaşında geçen ay öldü, cenazesine gittim. Bu kadar çok acı çeken bir ülke, bir parti olmaz yani bu kadarı. Ama orada söylemiştim, burada bir daha söylüyorum. Soma’nın da Akbelen’in de teğmenlerin de hesabı sorulacak. And olsun, and olsun, and olsun.”

    * Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

    İlgili Haberler

    ÇOK OKUNANLAR