CHP’de 23 Mart’ta düzenlenecek olan Cumhurbaşkanlığı önseçiminde tek aday olan Ekrem İmamoğlu, nisan ayının başında muhalefet bloku ile ilişkilerin başlayacağını söyledi. Cumhurbaşkanı adayının erken açıklanmasının önemli olduğuna değinen İmamoğlu, “Türkiye’de bir Cumhurbaşkanı adayının yola çıkmasının bir maraton koşusuna benzetilmesi gerekir” yorumunu yaptı.
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı ve CHP’de yapılacak olan Cumhurbaşkanı önseçimine tek aday olarak giren Ekrem İmamoğlu, yol haritasını paylaştı.
CHP’de 23 Mart’ta yapılacak önseçimden sonra Nisan ayının başında muhalefet bloku ile ilişkilerin başlayacağını söyledi.
Sözcü gazetesine açıklamalarda bulunan İmamoğlu, adayın erken açıklandığı yönündeki eleştirilere “Böylesi bir çalışmanın da öyle sıradan bir çalışmayla, birkaç aylık bir kampanyayla olması mümkün değildir” ifadesiyle yanıt verdi.
CHP’nin adayı hazırlıklara yeni başlamadıklarını belirterek “Türkiye’de bir Cumhurbaşkanı adayının yola çıkmasının bir maraton koşusuna benzetilmesi gerekir” diye konuştu.
Yerel seçimlere dair görüşünü de paylaşan İmamoğlu, “Değişim olmasaydı, başarılı olamazdık” dedi.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın silah bırakma çağrısına da değinen Ekrem İmamoğlu, “Bu sürecin sona erdirilmesi ya da bu yönde atılması gereken bir kısım adımlar, tasarımlar oluşturulması, istenen birtakım süreçler dolayısıyla ilgiyle ve itinayla takip ediyoruz” ifadelerini kullandı.
İmamoğlu’nun konuşmasından öne çıkanlar şu şekilde:
“Şu anda bizim yürüdüğümüz yolun sonu, millet adına bir zafer olursa işte o zaman anlamlı olacak. Üyelerle Cumhurbaşkanı adayını belirleme meselesi bir devrim. Bugün bir milyon 500 bin civarında üyesi olan bir parti, Avrupa’da, dünyanın neresine giderseniz gidin birçok yerde insanların ağzını açık bırakacak sayıda bir üye sayısı.
Bu aslında basit bir üye sayısı değil. Türkiye’de her ne kadar iktidar partisi için böyle on beş milyon, yirmi milyon, şimdi on milyonun biraz üzerinde üye sayısı dense de sonuçta ben tarladan geliyorum. Yani ben tarlada siyaset yaptım. İlçe başkanlığı yaptım. Komşu ilçe başkanı oldum. Onların da örgütleri ya da görüştüğümüz insanlardı. Böyle bir sayı yoktu. Hem de bu, bir nevi onların parlak dönemleriydi.
Yani 2009’dan, 2010’dan, 2011’den bahsediyorum. Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi’nin her şeye rağmen kendi eksikleri var. Üyeleriyle ilgili sorgulanması gereken hakları var. Üye yapısının bir sınava tabi tutulması gerekiyor, Cumhuriyet Halk Partisi’nin de. Ama buna rağmen güçlü bir üye yapısı var. Bu örgütlü yapıya başvurmak değerli.
“Zerre korkum veya endişem yok”
Ben bu başvurunun bir ürünüyüm. Yani 2013’te, belki de o dönem Genel Başkan Sayın Kılıçdaroğlu’nun ve MYK’nın zihninde, fikrinde net bir aday iken ön seçim ısrarımı, o dönemde yöneticilik yapmış bütün MYK üyeleri, Sayın Genel Başkanım kendisi de dahil olmak üzere bilirler. Çünkü ben çok inanmıştım.
Üyeyle kurduğum bağı, onların görüşünü ve bir adayın millete mal olması gerektiğini düşünüyordum. Küçücük bir belde için de aynı şey geçerli. İlçe içinde, il içinde, bana göre ülke için de öyle. Bugün bu daha da geçerli. Bir başka heyecan da yaşandığını görüyorum. Gerçekten sadece on, on beş gün içerisinde muhteşem bir hareket oldu.
2023’ün 29 Mayıs sabahı bir değişimi başlatmak zorundaydık. Aksi takdirde başarılı olma şansımız yoktu. Diyerek yola çıktığımız, kol kola gönül birliği yaptığımız Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel ile birlikte hazırladığımız manifestonun en önemli ve ilk şartlarından birisi de “Cumhurbaşkanı adayımızı ön seçimde belirleyeceğiz” diye o dönem basılmış manifesto kitapçığımızda açıkça ve net bir şekilde yazılıdır.
Zaman meselesi çok tartışılan bir mesele. Herkese göre değişir. Mesela ben, kendi siyasi yaşamımdan örnekle bahsedeyim. 2009’da ilçe başkanıydım. Herkes yedi sekiz ay sonra ‘Ekrem İmamoğlu yerel seçime aday olmak için çalışıyor, adaylığını ilan etti’ gibi şeyler dedi.
Genel merkezden gelen toplantılar vesairelerle çok hazırlıklı bir süreç yönettik. O gün dahi benim işime, şantiyelerime, aileme, yaşadığım eve açılan davalar, saldırılar, büyükşehir belediyesinden şantiyemi basma, ilçe belediyesiyle ilgili birtakım ruhsat iptallerine gitmeleri gibi neler yaşadım yani?
Bugüne çok benzeyen küçük bir modeli diyebilirim. Ama sonuçta 2009’da ilçe başkanı olduğumda, son genel seçimde ve yerel seçimde yüzde otuzla otuz bir civarında oyu olan bir partiyi, 2014 senesinde yüzde 51 seçim kazanan bir yerel yönetim belediye başkanı oldum.
Dolayısıyla zamanın çok büyük bir faydası var. Erişebildiğiniz insan, kurabildiğiniz kadro vesaire. Küçük bir ölçekten bu örneği veriyorum. Ama büyük ölçekli baktığınızda, bugün Türkiye’de bir Cumhurbaşkanı adayının yola çıkmasının bir maraton koşusuna benzetilmesi gerekir.
Yani yüz metre koşmayacağız. Saniyeler içerisinde koşup bitirmeyeceğiz. İki ay önce, kırk gün önce açıklanmış aday meselesine benzetebilirsiniz.
Böyle bir sürecin de bize bir yarış kazandırmadığını, son üç genel seçime bakarak da, bugünkü rejimle bütünleşik bakarak da teyit edebilirsiniz. O zaman bizim yeni bir yola, yeni bir yolculuğa, yeni bir yönteme ihtiyacımız var.
Ben bu konuda kendime çok güveniyorum. Kararlı bir süreç yönetimiyle beraber bunun bir zafiyete uğramayacağını da inanıyorum. Ama dediğim gibi, yani ben kimseye bir asfalt yol tarif etmiyorum.
Bu yolculuğun ne kadar meşakkatli, kavgalı, çatışmalı, hatta tahmin edilemez çatışma boyutlarına kadar iktidarın elinden gelen bütün vahşiliği göstereceğini biliyorum. Bunu bilerek bu yarışa giriyorum ve buna talibim dedim.
Zerre korkum veya endişem yok. Ama elbette yüksek bir tedbir duygusuyla, önlemler alarak, çalışmalarını ona göre yönlendirerek yürünmesi gereken bir yolculuk.
Biz öyle bir hazırlık dizayn etmeliyiz ki, bu Türkiye’nin tarihinde görmediği bir genel seçim hazırlığı olmalı. Zira bu genel seçim hazırlığı sadece bir seçim kazanma hazırlığı değil. Aynı zamanda karşısında olduğumuz bir sistemi, bir rejimi değiştirme hazırlığı.
Dolayısıyla bu aslında bir devrim olacak yine. Çünkü biz halk olarak bugünkü mevcut sistemden razı değiliz. Bu sistem baskıcı; iki dudağın arasında yargının, her şeyin, sporun bile, aklınıza gelebilecek her duygunun, her yaşam biçiminin, her sivil toplum kuruluşunun, iş dünyasının, her iradenin neredeyse bir tahakküm altında olması net olarak gördüğümüz bir sistem.
Bunu hiçbir vatandaşımız kabul edemez. Yani bizim insanımız özgürlüğüne ne kadar düşkün olduğunu ve özgürlüğünü ne kadar sahiplendiğini hepimiz biliyoruz. Bu genetik bir şeydir.
Bugüne ait bir şey değildir belki. Dedelerimizden, ninelerimizden kalma bir duygudur. Vatan duygusu, ‘Vatan ise mevzu, gerisi teferruattır’ bugün bu yolculuğun ana mottosudur. Özgürlük mottosudur. Böylesi bir çalışmanın da öyle sıradan bir çalışmayla, birkaç aylık bir kampanyayla olması mümkün değildir.
Çok güçlü bir kampanya olacak. Bir kere hazırlığı çok önemli. Şunu ifade edelim: Biz bugün hazırlığa başlamıyor değiliz. Türkiye meselesi, Türkiye tahayyülü, Türkiye ülke politikalarıyla ilgili yaklaşık dört yıldır çalışan bir mekanizmamız, bir sistemimiz var.
Daha önceki genel seçimde genel merkezimizi ya da Cumhurbaşkanı adayımızı arzu ettiğimiz seviyede faydalandıramadığımız çok yoğun çalışma zeminimiz var.
Bu çalışma ürünlerinin hemen hemen hazır olduğunu söyleyebilirim. Tabii ki revizyona muhtaçtır. Ülke politikaları inovatif bir şeydir.
Biz özellikle 2025 yılında çok net bir biçimde Cumhurbaşkanı adayı ve partimizin müşterek çalışmasından çıkacak sonuçları şöyle sıralayabilirim: Parti programı, hükümet programı, sandıkla ilgili alınacak bütün tedbirler, sandık görevlileri, okul sorumluları, sandık hukuk ve bilişim sorumluları gibi olağanüstü organize bir modelle, biz bütün sistemi, bütün Türkiye’de 2025’te hazırlama yönünde kararlıyız.
Cumhurbaşkanı adayı kimliği 23 Mart itibarıyla oluştuktan sonra, Nisan başı itibarıyla ilk masa kurup görüşlerini paylaşacağı ve görüşlerini almayı bir mekanizmayı önererek davet edeceği muhalefet bloku ilişkileri başlayacak.
Dolayısıyla çok rasyonel zeminde bir muhalefet bloku çalışması oluşacak. Muhalefet blokunda özellikle Türkiye politikaları üzerine görüş alışverişleri yapılacak. Mesele daha kapsayıcı bir sahaya taşınmış olacak.
Yani aslında geçmişten en üst seviyede ders çıkarmış ve bir hataya, bir sürprize ya da “Kesin secimi kazanıyoruz” naraları atarak değil, olgun bir biçimde Türkiye’nin her noktasında, sadece muhalefet partileri değil, aynı zamanda muhalefet bloku içinde olan sivil toplum kuruluşlarından farklı kitlelere varıncaya kadar diyalog kuran bir yöntem ve mekanizma çok kabul göreceğine yürekten inanıyorum.
Öyle bir profesyonelce bir mekanizma ki, demokrasinin arayışının, bugün yaratılmış tahribatların ülkemiz nezdinde tedavisinin yapılabilmesi noktasında günlük popülist söylemlerle değil, çok net insanımıza geleceğini anlatan, özellikle çocuklarımız, gençlerimiz için bir şeyler sunan bir süreç olacak.
Bu arada oy kullanmayacak çocuklarımızın da hedefimizde olduğunun altını çizmek isterim. Benim altı yıllık İstanbul ölçeğinde ve Türkiye ölçeğindeki siyaset hayatımda hiç bu kadar verimli diyalog kurduğum ve siyaseti bu kadar içten takip eden onlu yaşlarda çocuk kitlesini görmemiştim.
O bakımdan her çocuğun evinde karar mekanizmasının güçlü bir parçası olacağına inanıyorum. Ben bunu yaşıyorum. Ebeveynler belki oy kullanacak ama çocukları, oy kullanamayanlara istediği oyu kullandırtacak seviyede etkin bir aile formatı hedefimiz.
Çünkü biz aslında o çocukların geleceğini konuşan bir ülke politikası anlatıyor olacağız. Dolayısıyla bu da bizim açıkçası yol yürümeyle ilgili mekanizmamız.
“Biz de özenle takip ediyoruz”
Yani bir yandan ön seçim ne kadar değerlidir, onu anlatmaya çalıştım. Bir başka tarafıyla da bunun nasıl olması gerektiği noktasındaki görüşlerimin yaklaşık taslağını size sunmaya çalıştım.
Burada tartışılan şöyle konular da var: Cumhuriyet Halk Partisi içerisinde değerli başkanımız Mansur Bey’in pozisyonu bir tartışma konusu. Çokça konuşuluyor. Bir başka konu da Cumhuriyet Halk Partisi bir siyasi yapımız, bunun Genel Başkanı var ve Cumhurbaşkanı adayı böyle bir ikili yapı ya da ikililik nasıl yürütülebilir?
Açıkçası Cumhuriyet Halk Partisi şu anki Genel Başkanı Sayın Özgür Özel ile benim aramda olan hukuku burada anlatmama gerek yok.
Her ikisi de aslında Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk koltuk sahibi olarak bize hediye ettiği iki kurum: Biri Cumhuriyet Halk Partisi, diğeri Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Bu manada her iki koltuğun da kutsallığını bilerek birbirine kurumsal saygı ve sevgi ve aynı zamanda ideal birliği, bir dava birliği çerçevesinde bakan iki kişiyiz.
Mansur Bey meselesinde de daha önce medyada ifade ettim. Hem Genel Başkanımızın kendisiyle olan müzakereleri hem benim kendisiyle olan diyalog ve müzakerelerinde, kendisinin ön seçimle ilgili bir eleştirisi olmadığını ama erken olduğunu, dolayısıyla bu sürece katılmayacağı kanaatini dile getirdi.
Bu olduğu an toplantımızda da aynı şekilde oldu. Dolayısıyla son süreçte kendisi, Cumhuriyet Halk Partisi’nde düzeni bozan ya da ikilik yaratan bir kişi asla olmayacağını, Cumhuriyet Halk Partisi’nin kararının çok net olduğunu ve buna uyum sağlama konusunda herkesin gayret göstereceğini bir partili kimliğiyle ifade etmişti. Bu çok değerlidir. Bizim için çok kıymetlidir. Bizdeki konumu, yeri de çok kıymetlidir, çok özeldir.
Yani buna da karar veren bir Cumhuriyet Halk Partisi var. Bu karar verilen yol ve yöntem, karar veren aday adayı olarak seçime giren Ekrem İmamoğlu var. Dolayısıyla ilk kez yapılacak bir şeyi bir eleştiri ama sert eleştirilerde, yani neredeyse bugünden düşmanlaştıran, bugünden yerden yere vurulan vesaire şeklinde eleştirileri doğru bulmuyorum.
Sükûnete davet ediyorum insanları. Sakin ve sabırlı olmaya davet ediyorum. Ben bu filmi çok gördüm. En son İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olduğunda da gördüm. Yani insanların tanımadığı ya da ‘Oy verir mi, vermez mi?’ diye ifade ettiği bir pozisyonda bile nasıl sert eleştirilere maruz kaldığımızı o dönemde gördüm.
İnancıyla ölçecek seviyede parti içi ve parti dışı kanallarım vardı. Ama ben kendime çok yürekten inanıyordum. Kaldı ki yine 2017’nin kasımında ya da ekiminde, rahmetli Topbaş istifa ettirilip mecliste belediye başkanı tercihinde benim adım tercih edildiğinde, o an itibarıyla ben zaten yerel seçimi İstanbul ölçeğinde çalışmaya başlamış biriydim.
Öncesinde de hazırlıklarım vardı. Bu anlamda İstanbul isimli iki tane kuruluşumuz vardı. Beylikdüzü’nde ve buradan gerçekten İstanbul’a dair politikalar üretme konusunda çabalarımız vardı.
Bunu niye söylüyorum? Uzun vadeli çalışmayı seven birisiyim. Umutsuzluğu zihnine koymayan birisiyim. Çok çalışan birisiyim. Bu manada ekip kurmayı, ekiple çalışmayı, büyük bir ekiple süreç yönetmeyi bilen birisiyim.
Bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, iddia ediyorum, yüzlerce bürokratı vitrine konabilir. İlk defa İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde onlarca bürokrat ya da ekibin bir parçası olan insanlar, Türkiye’de kendi alanlarında açılıyor, önemseniyor.
Geriye dönüp bakın: Görebilecek misiniz acaba? Bir belediye bünyesinde bu kadar insan kaynağı üretilmiş, bu kadar mikrofon uzatılmış, bu kadar işin sahibi olarak öne çıkarılmış bir uygulama, bir yöntem var mıdır?
Çünkü ben liderliği, kendi adıma, liderliği sorumluluk alan kişi en çok çalışan, takımın içerisinde en çok kişi olmak üzerine kuralım. Bir tahakkümle talimat veren kişi modundan çıkartırım ve asla öyle bir kişi olmam. Zira bu ülkede çok yetenekli, kendi alanında uzman, her konuda benim de çok şey öğreneceğim insanlar var ve öyle bir yöntemle yürüdüm.
Bu modelle çalıştığımız için bu haksız eleştirileri kabul etmiyorum. Onu ifade edeyim. Bizi sükûnetle ve ilgiyle takip etsinler.
Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’ne yakın olduğunu ya da Cumhuriyet Halk Partisi’nin içinden olduğunu düşünen veya iddia eden insanların bu vahşi söylemleri dile getirmesini de açıkçası doğru bulmuyorum.
Eleştiriyi kabul etmiyorum demiyorum, bakın. Yani derecesinden bahsederek bunu ifade ediyorum. Kaldı ki mesela şu anda bir ön seçim kararı alınmış. Bunu siyasi kimlikler çerçevesinde bu kadar eze eze ifade etmelerini büyük bir haksızlık olarak gördüğümü ifade etmek isterim.
Son olarak da şunu söyleyeyim: Bu süreç zor bir süreç, biliyorum. Bir insanın başına her şey gelebilir. Onu da biliyorum. Bunu daha önce de yine söyledim. Adaylık meselesi kutsal bir görevdir. Taş kolay, büyük değildir.
Bu bazen üç aydır, bazen beş aydır. Kaldı ki ben şu ana kadarki en uzun kampanyalardan birini de yönetmiş bir insanım bu arada. Yani kasımdan başlarsak, iki ay oradan, altı ayda diğer taraftan, uzatılmış seçimi içine koyarsak, ben sekiz ay kampanya yapmış bir belediye başkanı adayıydım.
Görevden alınmış, kayyum atanmış bir belediye başkanı kimliğimle bu mücadeleyi verdim. Bu süreçte de her şey başımıza gelebilir. Bir kere insanız yani. İnsan olarak insani her unsuru da işin içine katabilirsiniz.
Konuşulurken Genel Başkanıma da ifade ettiğim duygumu söyleyeyim: Yani adaylık kimsenin tapulu mülkü değil. Yani her ne olursa olsun tapulu mülk gibi, ister aday belirlensin ister belirlenmesin, kimse böyle davranamaz. Davranıldığında çok sıkıntılı halleri partiler, kişiler yaşamıştır, yaşatılmıştır.
O manada ben bu yönüyle insani bir çerçevede yürünecek bu yolculukta, her türlü aksiliğe karşı donanımlı bir yapı kurduğumuz takdirde meselenin özü zarar görmeyecektir. O da ne? Milletin, memleketin arzu ettiği bir demokratik parlamenter sistemin, parlamentonun çok güçlü olduğu, güçler ayrılığının inşa edildiği, yargının kimsenin silahı olarak kullanılamayacağı, dünyada büyük gelişmeler yaşanırken bu trenlerin hiçbirini kaçırmayan bir ülkenin bir yola girmesi.
Ülkemizin bu yolculuğu inşa edildikten sonra çok zor koşullar oluşabilir. Başımıza her şey gelebilir. O noktadan sonra elbette ki ülkemiz, partimiz farklı alternatifleri o günün koşullarında konuşabilir.
Ama bugün, yarın başımıza şu gelecek diyerek saçımızın telinin bile titremediği bir inançla yol yürüyoruz. Yoksa sizinle şu an konuşurken bile başımıza bir şey geliyor ya da bir şeyler yazılıp çiziliyor olabilir adliyede, şurada, burada. Ama artık bunlara alıştık.
Çok baskıcı bir ortam görecek, çok zorlanacak, şu olacak, bu olacak. Altı, altı buçuk senedir her şey başımıza geldi ya da getiriliyor. Buna alışığız. Direncimiz yüksek. İnşallah da sonu çok güzel olacak.
Hem Türkiye Cumhuriyeti devleti için çok hayırlı olacağına inanıyorum hem de bütün dünyaya örnek bir kampanya ve örnek bir genel seçim süreci olacağına yürekten inanıyorum. Hayırlısıyla. Teşekkür ederiz. Bir özet yapayım dedim size. Soru hakkını, soruların cevabını aldık yani biz. Tam B planınızı soracaktım, söylediniz zaten. Anlaşıldı. Çok güzel. Penceremiz, baktığımız şey bu, perspektif bu. Bilmediğimiz şeyler değil yani bizim. Evet. Gerçek familyasını. Çok teferruatlı. Belki bilmediğiniz şey ne olabileceği, o bahsettiğiniz şeyler.
Yani orada da tedbirli olmak zorundayız. Ama öyle ki, doğru ama korkarak, endişe ederek inanın yol alınamıyor yani. Dereyi karşıya geçeceksiniz. “Nasıl geçeriz?” diye düşünüyorsunuz. Burada hedef eğer karşı yakaya geçmekse, bu memlekete bir yeni bir dönemi gerçekten başlatmaksa ki bunu arzu ediyoruz.
Hepimiz sıkıntıdayız yani. Ülke adaleti falan değil. Neresinden bakarsanız bakın yani. Teknoloji, dünyadaki dijital çağa uygun gelişmeler, ülkemizin güneyi, kuzeyi, Avrupa, NATO, birçok hususta atılan adımlar ve biz, yani neredeyse sandalye bulamayacağız yani. Oturacak sandalyemiz yok masalarda.
Halbuki biz, hele hele bizim coğrafyamızı ilgilendiren her masayı kuran ülke olmalıydık. Ve bugün gerçekten ben bir muhalefet, iktidara muhalif olan en güçlü muhaliflerden biri olarak şunu söyleyeyim: Bugün gerçekten ben ülkemin güçlü bir devlet yapısı olmasını arzu ederim.
Yine muhalefet olarak bugün iktidarın içeride hukuk devleti olduğunu ispatlamış, demokrasiyi güçlendiren, itibarlı, ekonomisi makul seviyede iyi olan bir ülke olmasına o kadar yürekten arzu ederdim ki. Niye? Çünkü kaçan ya da kaçacak fırsatlar, kurulan birtakım düzenler, ülkemizin geleceği çok büyük tehditlere gebe.
Belki ülkemizin önümüzdeki yüzyılını ilgilendirecek, yüz elli yılını ilgilendirecek bir kurgu organize ediliyor hemen güneyimizde. Bugünden yarına işler değil yani. Böylesi bir zaman dilimini ıskalamamamız gerekiyordu ve biz ıskalıyoruz. Niye? Tutarsız politikalarımızdan dolayı.
Yani kendi içinizdeki travmalarınızdan dolayı. Bu ülkenin ekonomisi, eğitiminden birçok sisteminin arızalarından dolayı bunları üzülüyoruz tabii yani. Gerçekten iyi olmasını isterdim. Çok iyi olsalar da bizde çok darla mücadele eden bir muhalefet olsaydı ama bugün ne yazık ki hepimizin günden güne kaybettiği bir ortamı yaşıyorsunuz.
Benim derdim dereyi geçeceğiz. Babamın güzel sözünü burada masanın ortasına bırakayım yani. ‘Derenin derinine aptalı ölçtürürler’ diye güzel bir sözü var. Birisi geçecek o dereden yani. Ortalama, yani aday olacaksa söyleriz. Öyle görünüyor. Olacaksın. Seninkisi bu. Aptal. He. Aptal. Aday diyoruz ya, engellenmezse.
Beni o günün rakibinin kim olacağı ilgilendirmiyor. Ama bugünkü rakibin Sayın Erdoğan olduğu net. Nasıl bir rakip Sayın Erdoğan? Bir kere istemediği rakibi bertaraf etme çabasını dizayn, bunu kendine bir siyasi strateji hakkı gören bir kişilikle karşı karşıyayız.
Bunu her ortamda gösteriyor. Örneğin işte olan müdahaleleri, İstanbul’un hizmetlerini aksatması, İstanbul’a yaptığı kötülükler, hatta kendi sözüyle ihanetlerin her gün, hatta bugün bile devam eden şekilde süren pozisyonu bu manada bunu ispat eden bir durumu var.
Aynı zamanda çok net olarak “Heybede turbon büyüğü” tarifiyle şu anda onlarca, artık diyebileceğim, neredeyse yakında yüzü aşacak şekilde bize ve bizim ölçeğimizde yaptığı hukuka uygun olmayan müdahaleleri, uygulamaları, tamamının savcısı olduğunu ilan etti.
Yani ‘Davadan haberdarım, yürütülen mahkemeleri, soruşturmaların içeriğini biliyorum, verilecek kararı da biliyorum’ diyor. Yani bu kadarı hiçbir dönem, hiçbir siyasetçinin ağzından duyulmamıştır herhalde.
Böyle bir şey dünya ölçeğinde var mıdır, emin değilim. Yani yürütülen işler, kaldığı gizli kararı olan dosyalarda, bizim avukatlarımızın bile ulaşamadığı, erişemediği hususlara dair bir ülkenin Cumhurbaşkanı kalkıyor, davadan haberdar olduğunu söylüyor, içeriğini biliyor ve hatta sonucunu biliyor. Yani sonucunu bile ortaya koyacak şekilde bir süreç yönetimi içerisinde. O bakımdan ismin önemi yok.
Türkiye’nin tarihine geçecek bir iş yani. Çok komik, saçma. Bir de tabii bazı kurumların da bu işe alet edilmesini üzüntüyle takip ediyorum. Yani başta yok olmak üzere savcılığın hadsiz yazıları, gerçekten yani savcılığı ilgilendirmeyen kavramları içine koyarak üniversiteye yazdığı yazı, hukuken bana göre bir komedyen.
Yani gerçekten bir trajikomik bir metin. Belge istersin, bilgi istersin ama daha ileri geçip talimat veren yönde ifadeler içeriyor. Dolayısıyla kendisinin ne ait bildiği herhalde hususu, acaba buradan da yakalayabilir miyiz diye bir bakış açısı çok komik ama bir yanıyla da karşımızdaki, az önce ifade ettiğim gibi rakibi. İsmi Erdoğan. Yürüttüğü sistem ortada. Mevcut rejimin kurucusu ve sahibi de Erdoğan. Bütün bu söylediğim üçlemeden de tamamı da bizi değiştirmek istediğimiz şeyler zaten.
Bu da bu hamlede tam onun tarzı. O bakımdan inşallah hukuken yarın da bazı açıklamalar olacak arkadaşlarımızın. Hukuken en ciddi şekliyle, eksiksiz, yani evrakta eksik olmadan önlerine koyulacak her şey.
Sayın Bahçeli, MHP ve orada başlayan bir tasarım ve bir süreç var. Biz de özenle takip ediyoruz. Niye özenle takip ediyoruz? İtinalı olmamız gerekiyor. Bu ülkenin kritik bir sorunundan bahsediyorum. İç terör sorunundan bahsediyoruz ve bir terör örgütüyle ilgili bir hamleden bahsediyoruz.
Bu konuda itinalı takibimizin nedeni budur. Sonuçta on binlerce şehidimizin olduğu ve bu ülkeyi gerçekten maddi manevi perişan eden, neredeyse artık elli yaşına doğru giden bir süreçten bahsediyoruz. Bu sürecin sona erdirilmesi ya da bu yönde atılması gereken bir kısım adımlar, tasarımlar oluşturulması, istenen birtakım süreçler dolayısıyla ilgiyle ve itinayla takip ediyoruz.
Bu manada özellikle Sayın Bahçeli ve İmralı diyerek meseleyi ikiliyi çünkü şu ana kadar iktidarın bu konudaki iradesi nedir? Verdiği karar, yürüttüğü süreç ya da meseleye bakış açısı nedir?
Hep bir cümle kurarsınız, ne sonundan bir şey anlarsınız. Bir muamma, bir gizem içerir. Tümüyle böyle bir fırsatçılık kollayıcısı gibi bir bakış açısıyla yürüdüğünü düşünüyorum iktidarın.
Ama biz onlardan daha sorumlu bir yerden, daha sorumluluk alan bir yerden baktığımızı ifade edebilirim. Bu manada elbette bu ülkede terörün bitmesini isteriz. Bu ülkede hiçbir vatandaşımızın, bu ülkede Kürt vatandaşımızın da sorununun olmamasını isteriz.
Başka vatandaşlarımızın da yani inanç özünde baktığınızda Alevi yurttaşlarımızın da bir sorunu olmasını istemeyiz. Daha ileri gidiyorum: Bir Hristiyan vatandaşımızın ya da bir Ermeni vatandaşımızın vatanına bağlılık, vatandaşlık duygusundan zerre şüphe etmeyen bir devlet duygusunu, kuruluşunu her insana vermek zorunda olduğumuza inanan bir kişiyim. Bu manada benim tek düşündüğüm Türkiye’de seksen altı milyon insanın mutlu olması.
Şeffaflıkla, adalet duygusuyla, yapılacak birçok revizyon, devrimle yapılacak birçok iyileştirmeyle beraber o baskıyı göreceğiniz başka bir ego olmayacağı için işimizin bugünden daha kolay olacağını düşünüyorum.
Çünkü bir başka boyutu da şu: Birçok kadro, birçok kaynak arzu etmemize rağmen endişelerinden, korkularından bizimle buluşamadı. Yani burada hiçbirinde suçlanmıyorum. Çünkü bizimle yan yana gelmenin bedeli oluyor işte bugün yaşıyoruz yani. Şu anda dahi yaşıyoruz.
O bağlamda efendim evet yani ismimle gelen başına her şey gelmeye başlıyor. O bakımdan öyle bir pozisyonda bu ülkenin yetenekli insanlarıyla ki milyonlarcası var. Çok özenli bir dönem ülkemize kolaylıkla yaşatacağımız o bahsedilen hastalığı çok hızlı tedavi edebileceğimizi şimdiden görebiliyorum.
Şöyle tabii çok güçlü bir ifade. Yani aslında ben bundan sıyırdım, bana bir şey olmadı denecek bir durum değil. Kafasını kuma sokup gizlenmek gibi bir şey bu. Her şeyimiz açıkta. Öyle bir durumda bu milletin hiçbir ferdinin kalmasını istemiyoruz. Ve bunu iyi anlatmak istiyoruz insanlara.
Brecht’in bu sözleri de buna çok ışık tutan, aslında aynı zor dönemleri yaşarken ifade ettiği bir şiir. Ama yani bu bir seçim sloganı olur mu? Ondan emin değilim. Bir mottosu olabilir. Bu sürece kattığı psikolojik katkılarıyla öne çıkan bir söylem haline gelebilir. Ama eminim çok güzel bir slogan oluşacaktır. Bize ait. Evet.
Belki bir gençten, belki bir çocuktan, belki bir kadından, ülkenin geleceğine dönüp bir söz çıkabilir. O ona biraz daha vakit var. Ben de şimdi zaten ‘Kurtuluş yok tek başına, haydi herkes sandık başına’ diyorum. Çevirdim sözü. Ama iyi bir sloganı mutlaka milletimizde buluruz diye düşünüyorum.
Dilek sonuçta kendi düşüncesini ifade etti ama benzeyen pek bir yanımız yok. Kişisel yaşamıyla ilgili bir tanışıklığım da yok zaten. Ama siyaset yaşamında hemen hemen hiç benzediğimiz taraflarımız yok diyebilirim. Olsa da söylerim yani. Belki bir de futbol oynadığımı söyleyebiliriz yani. O kaleci değildi. Ben kaleciydim. Bir de benim üniversite arkadaşım çok.”