• “PSİKOLOJİK OKŞAMA” FARK EDİLME VE TAKDİRİN GÜCÜ
    28 Temmuz 2025 Kaynak: BİDOGU MEDYA

    Merhaba!
    Evet, yanlış duymadınız.

    Takdir Etmenin Bilimsel Adı: “Psikolojik Okşama” (!)

    Psikiyatrist Eric Berne buna “stroke” diyor, Türkçesi ve metaforik anlamı ile: Psikolojik okşama olarak da ifade ediliyor.
    Biraz garip ama tatlı bir ifade.
    Nedir bu?
    Bir selam, bir “günaydın”, bir omuza dokunuş, bir “helal sana!”
    Bunların hepsi stroke.

    Yani “İletişimsel temas” ya da “Psikolojik temas”

    Fiziksel ya da sözlü her türlü iletişimsel işareti kapsayan: bir bakış, bir söz, bir gülümseme, bir eleştiri…

    Pozitif olur, negatif olur (“Yine mi geç kaldın?” da stroke mesela – pek sempatik olmasa da!).
    Ama en fenası ne derseniz?
    Hiçbir şey dememek.
    Görmemek. Sessiz kalmak. Yok saymak.
    İşte bu, insanın içini içten içe tüketen bir durum.
    Fark edilmediğimizde oluşan o minik boşluk zamanla büyüyor…
    Ve sonra gelsin kırgınlık, yalnızlık, “Ben n’apıyorum ki?” halleri.

    Günlük telaş, yorgunluk, koşuşturma derken hem kendimizi hem de birbirimizi görmeyi unutuyor olabilir miyiz?

    Peki Bu Durum neden bu kadar Etkili?

    Çünkü insanoğlunun fabrika ayarlarında şu yazıyor:
    “Lütfen biri beni görsün.”

    Eric Berne diyor ki; insanlar daha çocukken fark edilmek için türlü yollar geliştiriyor:
    Kimisi şarkı söyler, kimisi hoplaya zıplaya gelir, kimisi de surat asarak dikkat çekmeye çalışır.
    Ama mesaj hep aynı: “Buradayım! Gör beni! Dokun bana! Değerli miyim?”

     

    Çünkü takdir etmek, karşımızdakine sadece “bir işini beğendiğimizi” söylemek değildir.
    Aslında şöyle demiş oluruz:

    👉 “Sen varsın.”
    👉 “Seni görüyorum.”
    👉 “Yaptığın şeyin bir anlamı var.”

     

    “Bu yazdığın e-posta gerçekten çok netti, ellerine sağlık.”

    “Seninle sohbet etmek bana iyi geliyor.”

    Bu türden küçük cümleler, o kadar basit ama o kadar kıymetli şeyler ki.

    Görünmeyen bağları örer.

    Bu cümleleri ne kadar az duymaya başladık, değil mi?
    İlişkilerde, iş yerinde, arkadaşlıklarda hatta bazen kendi iç sesimizde bile…

    Görmekten çok eleştiriyoruz. Fark etmekten çok yargılıyoruz. Ve takdir etmenin hem karşımızdakini hem bizi iyileştiren gücünü unutuyoruz.

     

    Birine takdirle yaklaştığımızda aslında ona ayna tutuyoruz.
    Ve o aynada kişi kendi kıymetini görüyor.
    Hatta bazen hiç görmediği bir yanını fark ediyor.

    Ve o kişi ne yapar biliyor musunuz?
    Işık gibi parlar.
    O parladıkça sever, üretir, büyür, cesaret bulur.
    O kişi aynada kendini güzel görünce, gidip başkasına da ayna tutmaya başlar.

    Takdir etmek, yalnızca bir alışkanlık değil, aynı zamanda bir yaşam biçimidir.

    Peki Ya Kendimizi Takdir Etmek?

    Hah işte geldik en önemli konuya.
    Bazen hiç kimse görmez bizi.
    Ev halkı, iş arkadaşları, arkadaşların… kimsenin gözü o gün sende değildir.

    İşte o anlarda dışarıdan “aferin” gelmese de, içeriden gelsin yeter.

    Kendini takdir etmek çok kıymetli bir içsel beceridir.
    Çünkü dışarıdan gelmeyen sevgiyi, içten verebildiğinde özgüvenimiz içeriden beslenir.

    Ve en kalıcı onay, kendi iç sesinden gelen onaydır.

    Belki bize zamanında öğretilmedi. Belki “İyi olan zaten yapılmalı” diyerek büyütüldük. Belki içimizde eksik kalmış “aferinler” var hâlâ.

    Unutmayalım ki takdir etmek şımartmak değil; insanca bir temas kurmaktır.
    Bir bağ kurmaktır. Bir değeri onaylamaktır.

    Ve hepimiz buna ihtiyaç duyarız: İşte, evde, ilişkilerde, arkadaşlıkta…

    “İnsanlar aç kalabilir ama fark edilmeden yaşayamaz.”
    Eric Berne

    Görüşmek üzere, sevgiler.

    Prof. Dr. Gülbin Gürdal Dündar

    YOGA Eğitmeni & Kahkaha Yogası Lideri

    * Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

    İlgili Haberler

    ÇOK OKUNANLAR