Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Sözcü TV ekranlarında yayınlanan “İpek Özbey ile Nokta Atışı” programında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Erkan Baş, “Bugün Esenyurt’ta karşılaştığımız tablo, aslında iktidarın Can Atalay meselesinde kendince elde ettiği kazanımın bir devamı” şeklinde konuştu.
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Sözcü TV canlı yayınında gazeteci İpek Özbey’in konuğu oldu. Özbey’in kendisine yönelttiği soruları yanıtlayan Baş, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Açıklamalarının büyük bir kısmında Cumhuriyet Halk Partili (CHP) Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in gözaltına alınmasına değinen Erkan Baş, bu süreçte muhalefetin nasıl bir yol izlemesi gerektiğine ilişkin görüşlerini de paylaştı.
Erkan Baş, açıklamalarını 3 Kasım günü partisinin düzenleyeceği İşçi Kurultayı’na yönelik bir çağrıyla tamamlarken, “İşçi Kurultayı Türkiye’de yeni dönemde işçilerin örgütlü bir biçimde bu gidişata dur demesinde önemli bir başlangıç adımı olacak” ifadelerini kullandı.
‘HALKIN ACILARINI KENDİ SİYASİ EMELLERİNE ALET EDEN BİR İKTİDAR VAR’
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, İpek Özbey’in sorularına verdiği yanıtlarda özetle şunları kaydetti:
“En başta şunu söylemek lazım, Türkiye’nin barışa, demokrasiye, özgürlüklere ihtiyacı var mı? Evet var ve aslında belki de en temel gerçeklerimizden bir tanesi bu. Sokaktaki insanlar, bu ülkedeki milyonlarca yurttaş bir an önce rahat bir ülkede, normal bir ülkede yaşamak istiyorlar. Fakat bir kez daha şununla karşı karşıyayız, halkın acılarını kendi siyasi emellerine alet eden bir iktidar var ortada. Bunlar gerçek acılar, bu ülkenin insanları gerçek acılar çekiyor ve iktidar bunu kendi koltuğunu korumak için kullanmanın dışında hiçbir fikre sahip değil. Dolayısıyla, ben ne Bahçeli’nin bir sözüyle Türkiye’de bir çözüm sürecinin, barış sürecinin başlayabileceğini ne de bugün karşılaştığımız gibi hukukla ilgisi olmayan adımlarla Türkiye’nin bu barış ihtiyacının, özgürlükler ihtiyacının ortadan kaldırılabileceğini düşünüyorum.
Bence kritik şey ne biliyor musunuz? Sabahtan beri partide hukukçu arkadaşlarımız bizi bilgilendiriyorlar. İstanbul Barosu Başkanı Kaboğlu bugün belki de ilk kamusal görevini üstlendi, sabah Vatan Caddesi’ne gitti. Herkes hukuki birtakım değerlendirmeler yapmaya çalışıyor. Hiç saygısızlık etmek istemiyorum, hepsinin emeklerine, mesleklerine, hukuka kuşkusuz büyük bir saygım var ama gerçekten ‘Yazık’ diyorum. Yani memlekette bu süreçleri hukukla, adaletle açıklamaya çalışmak akıl alır bir şey değil. Bence artık hiç bu alana girmemek lazım. Siz Çağlayan adresine bağlanırken aklımdan geçirmeye çalıştım, acaba son 20 yıldır, son 10 yıldır kaç kere ben gittim, kaç kere bu ülkede on binlerce yurttaş kalabalıklar halinde oraya gitti? Ama umuyorum, diliyorum, istiyorum, çağrı yapıyorum, bekliyorum ki artık bize bir şeyleri göstersin bu karşı karşıya olduğumuz tablo. Çünkü bence ‘Bu iktidar onu yapar mı, bunu yapar mı? Şu eşlik aşılır mı?’ diye çok konuştuk.
‘ERDOĞAN’IN TERCİHLERİNE GÖRE HAREKET ETMEDİĞİNİZ BİR TABLODA İSTEDİĞİ ANDA SİZE HER TÜRLÜ MÜDAHALEDE BULUNABİLİYOR’
Esenyurt’ta yüzde 49 gibi bir oy almış Ahmet Bey, 250 bin civarı yurttaşın oy verdiği bir belediye başkanından söz ediyoruz ve bir sabah uyanıyoruz, gözaltına alınmış. Şimdi beraber hatırlayalım, biz buraya nasıl geldik? Mesela yine Çözüm Süreci’ne atıfta bulunarak konuşalım, çok bilindik bir fotoğraf vardır, onlarca belediye başkanının kelepçeli biçimde adliyeye götürüldüğü bir Diyarbakır fotoğrafı. O zaman ilk kayyum atanmasında, tırnak içinde söylüyorum, ‘KCK operasyonu’ demişlerdi. O zaman uzaklarda bir yerde oluyor, hiç bu ülkenin bir parçası, bu ülke topraklarında oluyormuş gibi düşünülmüyordu. Tartışıyorduk, ‘Gerçekten KCK bağlantısı var mıdır, yok mudur’ diye. Yine hukuk ekseninde mesele ele alınmaya çalışılıyordu. Sonra hatırlayın, ‘Anayasa’yı aykırı ama evet diyeceğiz’ denilerek başta Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, İdris Baluken gibi milletvekili arkadaşlarımız olmak üzere siyasetçilerin tutuklanmaya başladığı bir süreç oldu ama yine mesele ‘biz’e değmiyordu. Benim sevgili yoldaşım Can Atalay, hepimizin parçası olduğu bir isyanın, son derece haklı, belki de Türkiye tarihinde bu kadar fazla insanın aynı anda bir isyana dahil olduğu tek vaka Gezi… İşte bir elin parmakları kadar arkadaşımız Gezi’nin gerekçe gösterildiği bir biçimde tutuklandı, bugün cezaevinde. Şunu söylemek istiyorum artık bugün, mesela ‘Siz Can Atalay’ın cezaevinden çıkmayacağını bilmiyor muydunuz? Neden bir mahkumu, neden cezaevindeki bir insanı milletvekili adayı yaptınız’ diye muhalif saflarda duran yurttaşlar arasında bile bir eleştiri oldu. İşte özgür birini aday yaptılar, bugün tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edilmiş durumda. Yani Tayyip Erdoğan’ın, Saray Rejimi’nin kurduğu sistem bu, onun tercihlerine göre hareket etmediğiniz bir tabloda istediği anda size her türlü müdahalede bulunabiliyor.
‘AKP-MHP, HEM KENDİ İÇİNE HEM TOPLUMA ‘GÜÇ HALA BİZDE’ MESAJI VERİYOR’
Bence de pek çok mesaj var burada. En az göz önünde olandan başlayayım ben, bence AKP-MHP kendi içine mesaj veriyor, ‘Güç bizde hala’ diyor. Yani Cumhur İttifakı’nın kendi içine dönük bile bir mesaj var burada. Çünkü her geçen gün kaybediyorlar, sokakta bir tepki var, yoksulluk insanların burasına kadar gelmiş durumda. Yerel seçimi kaybettiler. Bakın çok net, AKP, yerel seçimle beraber siyasi meşruiyetini yitirdi. Sokağa çıktığınızda toplumsal meşruiyetini yitirmiş bir iktidardan bahsediyorsunuz. Türkiye’de şu anda öyle bir iktidar var ki siyasi, hukuki, toplumsal meşruiyeti olmayan bir iktidar. Zaten attıkları adımlar biraz o meşruiyet zeminini yaratmak için belki de bir çaba. Bunu sadece ben görmüyorum; bunu AKP milletvekilleri de görüyor, AKP-MHP yöneticileri de görüyor ve onlar ancak iktidarın hala güçlü olduğunu düşündükleri bir tabloda oradaki varlıklarını devam ettirecekler. Dolayısıyla en görünmeyeni söyledim, bence en içte kendilerine de bir mesaj veriyorlar. Toplumun tümüne mesaj veriyorlar, ‘Siz bizim zayıfladığımızı düşünüyor olabilirsiniz, etrafınızda insanların sesinin yükseliyor olmasına bakmayın, bakın hala güç bizde’ diye bir mesaj veriyorlar. Bence kritik bir mesaj var, iktidara karşı birleşenlere mesaj veriyor.
‘BU ADIMI SİNEYE ÇEKTİĞİMİZ ANDA BİR SONRAKİ ADIMIN KAPISI AÇILMIŞ OLUR’
‘Neden Esenyurt? Neden başka bir yer değil?’ sorusunu sorduğumda, biliyorsunuz Esenyurt sosyolojik olarak AKP’nin de ciddi bir oy tabanı olan bir yer ve mesela orada bir kent ittifakı oluşmasaydı, bir uzlaşı olmasaydı, muhalefet bir aday etrafında birleşmeseydi büyük ihtimalle AKP’nin kazanabileceği bir yerdi orası. Dolayısıyla aslında kendisine karşı birleşenlere dönük bir mesaj. Ben bunun önemli olduğunu düşünüyorum çünkü tekrar edeceğim, iktidarın 22 yıllık bence sırrı burası. Muhalefetin bu konuda çok uyanık davranması gerekiyor. Bu iktidar karşısında oluşacak güç birliklerini, ittifakları bozmak konusunda çok mahir. Tayyip Erdoğan’ın 22 yıllık iktidarının en önemli sırrı ne derseniz, karşısında oluşan ittifakları her seferinde bozma başarısı gösteriyor. Bugün bence Cumhuriyet Halk Partisi’nin içindeki birliği bozmaya dönük bir hamle yapıyor, çünkü açık konuşalım, sonuçta Ekrem İmamoğlu’nun üzerinde bir demokrasinin kılıcı sallanıyor, yine hukukun aparat haline getirildiği bir tasfiye operasyonu tehlikesi var. Şimdi oraya doğru bir adım daha atılmış oldu. İstanbul’un en büyük ilçesinin belediye başkanını, üstelik Cumhuriyet Halk Partisi’nden seçilmiş belediye başkanını sabah evinden alıp tutuklamanın eşiğine kadar getirdiler, yarın aynı şeyi Ekrem İmamoğlu’nun yaptıklarında ne olacak? Bu soruya kim ne cevap verebiliyor? Yani Ekrem İmamoğlu’nun bir ayrıcalığı kalıyor mu bu tabloda? Adım adım kuşatılmış bir durumda.
Dolayısıyla bu Cumhuriyet Halk Partisi’nin de genel olarak muhalefetin de iktidara karşı geliştirebileceği, iktidarı yenecek hamleleri önden bozmaya dönük bir boyutta taşıyor. Hiç tereddüt etmemek lazım bundan ve buna göre vaziyet almak lazım. Ben defalarca katıldığım her programda, bulduğum her yerde Can Atalay meselesinin Can Atalay’dan ibaret olmadığını anlatmaya çalışmıştım. Tıpkı Selahattin Demirtaş meselesinin Selahattin Demirtaş’tan, DEM Parti’den ibaret olmadığı gibi. Ben Cumhuriyet Halk Partili değilim ama bizim arkadaşlarımız Esenyurt’ta bu adaya oy verdiler ve kazanması için uğraştılar, dolayısıyla seçimde desteklediğimiz bir adayın, şu anda verdiğimiz oyun yok sayılmasının verdiği yetkiyle konuşuyorum, şu anda atılan bu adımı sineye çektiğimiz anda bir sonraki adımın kapısı açılmış olur artık.
‘CHP’NİN DAHA SOLUNDAKİ GÜÇLERLE DE İŞBİRLİĞİ, İTTİFAK YAPABİLECEĞİNİ GÖRMESİ LAZIM’
Geride kalan 20 yıldan sonra bu iktidardan herhangi olumlu bir beklenti içerisine girmenin gerçekten hiçbir haklı tarafı yok. Yani bu artık umut, iyimserlik sınırlarının ötesine geçen bir tablo, maalesef bu iktidarın ömrünü uzatan, bu iktidara yönetebilme ehliyeti veren bir yaklaşım. Oysa çok açık, bizim şunu tespit etmemiz lazım: Bu iktidarın yönetebilme ehliyeti yoktur, yönetemiyorlar zaten. Ancak böyle hukuk dışı yollarla, baskıyla, şiddetle, devlet olanaklarıyla toplumu sindirmeye, susturmaya ve muhalefeti teslim almaya çalışan bir anlayış var. Bunun karşısında muhalefetin dik duruş sergilemesi lazım. Cumhuriyet Halk Partisi tabii ki bu sürece bir tepki verecek, ama aynı zamanda ana muhalefet sorumluluğuyla hareket edip, tüm toplumsal muhalefetin gündemini belirliyor olması lazım bu başlıkta. Şimdi biz ne yapacağız? Sendikaların, kadın örgütlerinin, gençlik örgütlerinin devreye girmesi lazım. CHP’nin solu diye bir gerçek var bu ülkede. CHP’nin kendi sağına göre hizalanmaktan vazgeçip, bu memlekette CHP’nin daha solundaki güçlerle de işbirliği, ittifak yapabileceğini görmesi lazım. Bu sürecin akıldan hiç çıkmaması gereken bir değerlendirmesini yapayım, solsuz demokrasi olmaz. Solun güçlü olmadığı bir ülkede, solun etkin olmadığı bir ülkede, sol güçlerin belirleyici olmadığı bir ülkede demokrasi gelişmez. Demokrasi hep bizim mücadelemizin, emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin mücadelesinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bütün insanlık tarihinde böyle. O yüzden, barışı tartışacaksak, demokrasiyi tartışacaksak, özgürlükleri tartışacaksak, adaleti tartışacaksak, ekonomik durumu tartışacaksak hep soldan hizalanmak gerekir. Bir sola bakmak gerekir, solun sözünün daha geniş kesimlere ulaştırılmasını dert edinmek gerekir.
‘ÜLKEDEKİ ÇÜRÜME, YOKSULLUKTAN BİLE DAHA BÜYÜK BİR DERT HALİNE GELDİ’
Geçen gün Tayyip Erdoğan’ın konuşmasında dış tehditlerden bahsediyor. Ben daha iddialı bir şey söyleyeyim, bir ülkenin bağımsızlığının güvencesi aynı zamanda ülkedeki demokrasidir. Yani demokrasisi gelişmeyen bir ülkenin bağımsızlığını güvence altına alamazsınız. Eğer siz bu ülkenin yurttaşlarını emperyalizme karşı dik bir duruş etrafında birleştireceksiniz, onun için de özgürlüklerin ve demokrasinin gelişmesi lazım. Türkiye’nin bütün sorunları zaten bir araya gelmiş, sıkışmış ve iktidarı zorlayan tablo da bu. İktidar eskiden şöyle yapıyordu, ekonomik durumun da el verdiği ölçüde para bulabiliyorlardı yurt dışından. Ama artık yolun sonu göründü, her alanda tükettiler, bitti. Program başlamadan önce size söyledim, o kadar çok gündem var ki hani hangisine ilişkin konuşacağız? Ben aylardır ısrarla ve inatla pazarlarda yurttaşlarla buluşmaya çalışıyorum. Bir şey paylaşmak istiyorum bu vesileyle. Genel olarak gittiğimiz her yerde şeyi görüyoruz, çok büyük bir yoksulluk var, pazar torbaları çok küçülmüş durumda. En ucuz şeyleri bulabilmek için saatlerce vakit kaybediyor yurttaşlar, akşam saatlerinde pazarlar kalabalıklaşıyor ancak.
Ama geçtiğimiz hafta pazar günü Gazi Mahallesi’ne gittim, Türkiye’nin en yoksul mahallelerinden bir tanesi, pazarda 2 saat kadar vakit geçirdim yurttaşlarla. O gün ‘Yenidoğan Çetesi’ skandalı henüz yeni ortaya çıkmıştı, şunu fark ettim, yoksulluktan bile daha büyük bir dert haline gelmişti ülkedeki bu insanlık dışı yaklaşım, ülkedeki bu çürüme. Yoksulluk, açlık bunlar büyük dertler. Ama bunun üstüne bir de umutsuzluk geldiğinde, bunun üstüne bir de karamsarlık geldiğinde, bunun üstüne bir de kendinizi yalnız ve çaresiz hissetmeye başladığınız anda itibaren, işte AKP o zaman iktidar koltuğuna oturabiliyor ve orada kalabiliyor. Mesela bizim aslında başka hiçbir şey konuşmamamız lazımdı, o gün itibariyle bu ülkenin kilitlenmiş olması lazımdı. Ama şimdi herkes unuttu. Ben onu hatırlatmaya çalışıyorum. AKP çok uzun yıllar boyunca ‘sağlıkta reform’ dedi, ‘sağlıkta devrim’ dedi, Erdoğan’ın kaç tane sağlık övdüğü konuşması vardır, belki kaç seçimi sağlık yalanlarıyla kazandılar. Ama işte geldiğimiz yer bu! AKP’nin ‘sağlıkta reform’ dediği şey, ‘sağlıkta devrim’ dediği şey, el kadar bebeklerin para için öldürüldüğü bir ülke ve bunu içine sindiren bir toplum! Bir de aynaya bakmamız lazım, hep beraber, bütün yurttaşlar olarak, biz nasıl bu hale geldik? Bu ülke nasıl bu hale getirildi?
‘AKP SADECE YERLİ PARA BABALARINI DEĞİL, ULUSLARARASI SERMAYE ÇEVRELERİNİ DE BESLİYOR’
Geçenlerde İngiltere’de bir uluslararası toplantıya katıldım, Barış ve Adalet Projesi, Jeremy Corbyn’in düzenlediği bir toplantı. Şuna çok alışmış batılılar, Türkiye’deki durumu anlatıyorsunuz ve onlar da ‘yazık’ diyor. Oysa Türkiye’deki bu durumun önemli sebeplerinden bir tanesi de uluslararası güçlerin Türkiye’yi daha ucuz bir iş gücü cenneti olarak görmeleri ve AKP’nin kendilerine bunu sağladığı durumda, Türkiye’nin demokratikleşmesi, Türkiye’deki insanların özgürlükleri, buradaki eşitsizlikler falan, bunların hiçbirini görmezden gelmeye başlaması. Türkiye sadece yerli para babalarını, 5’li Çete’yi beslemiyor ki. Aynı zamanda uluslararası sermaye çevreleri de Türkiye’den inanılmaz karlar elde ediyorlar. Geçenlerde bir uluslararası otomotiv firmasından işçi arkadaşlarla sohbet ettik, ürettiklerinin binde birini bile almıyorlar. Aynı fabrikanın Avrupa’daki muadili, buradakinin 4 katı ücret veriyor işçilerine. Dolayısıyla ne yapıyor? ‘Burada çok daha ucuza ezebileceğim, sömürebileceğim, daha büyük kârlar edebileceğim bir ülke var’ diyorlar. Türkiye’deki zenginler, para babaları, sermaye çevreleri, uluslararası sermaye çevreleri bu iktidarın kendilerine sağladığı nimetlerin farkındalar. Bu iktidar oraya hep şu masajı veriyor, ‘Size bizden daha fazla kimse para kazandıramaz. Biz bu parayı kazandırmak için zaman zaman birtakım riskler alıyoruz, kendi yurttaşımızın tepkisini alıyoruz ama biz onu bastırabilecek güce sahibiz’.
‘ÜLKENİN BİR YERİ KAN GÖLÜNE DÖNMÜŞKEN, DİĞER TARAFLARDA ÖZGÜRLÜK, DEMOKRASİ OLMAZ’
Şimdi tırnak içinde ‘süreç’ diye yeni bir kavram ekledik, süreç var mı yok mu onu bile bilmiyoruz. Ne oluyor? Aylardır süren tecrit devam ediyor deniliyor ama nihayetinde aile görüşüne izin verildi, aynı zamanda yeğeni olan bir milletvekilinin Ömer Öcalan’ın Abdullah Öcalan ile görüşmesine izin verildi. Bunun dışında hiçbir şey bilmiyoruz. Şimdi o yüzden biz fal açmayacağız, niyet okumayacağız. Çağrımız çok açık. Diyoruz ki ‘Kimin aklında ne varsa, çözüme ilişkin olarak ne söylüyorsa açık, net söylemeli’. Biz ‘Bu ülkeye barış ihtiyaçtır’ diyoruz. Bunun dışında barış örgütlenmesi gereken, toplumsal alanda örgütlenmesi gereken bir şey. Siz yıllardır insanları birbirine düşman ettiniz, şimdi bir anda diyorlar ki ‘Bu cumhuriyet Türk’ün de Kürt’ün de cumhuriyetidir’. Umarım öyle olur, keşke öyle olsa, öyle olsa zaten bunları konuşmuyor olurduk. Mesela bu cumhuriyet yoksullarının da cumhuriyeti olsaydı bunları konuşmuyor olurduk.
Mesela 1 Ekim’den unutulan bir anı hatırlayayım. Akşam saatlerinde resepsiyon sırasında Devlet Bahçeli, Özgür Özel’e dedi ki ‘Kırılmıyorsunuz değil mi? Biz siyaseten söylüyoruz’. Mesela ben siyasetçi kimliği taşıyan birisi olarak çok utandım. Siyaset zaten böyle bir şeymiş gibi bir algı yarattı, ben bu siyasete ‘lanet olsun’ diyorum. Yani siz siyaseten çıkıyorsunuz, kürsüde bir şeyler söylüyorsunuz, onun bu ülkeye, bu ülke insanlarına ne kadar ağır bedelleri olduğunu düşünüyor musunuz? Yani bu kadar yıllardır siyasetin içinde olan bir insan böyle bir laf eder mi? Acı olan, onun o siyaseten söylediği lafların bedelini biz ödüyoruz, bu ülke ödüyor. Ben yurttaşlara şu çağrıyı yapıyorum, diyorum ki hepimiz barıştan yana tavır almalıyız. Hiç kimsenin tereddütü olmasın, en kötü barış savaştan daha iyidir. Bunun yol ve yöntemlerini aramalıyız, Saray’dan, MHP genel merkezinden, Tayyip Erdoğan’dan geleceğini beklemek büyük bir hayal olur. Bahçeli aynı gün Kaboğlu’nu tehdit etti, aynı konuşmada ‘Kürt sorunu yoktur’ dendi. Kürt sorunu yoksa ne konuşuyoruz biz bu memlekette? Bu ülkede gerçekten Kürt sorunu yoksa yıllardır neyin tartışması yürütülüyor? Niye bu kadar insan cezaevinde? Bugün siz neye çağrı yapıyorsunuz bu sorun yoksa? Dolayısıyla bütünlükte bakmak gerekiyor, ben buradan bize, hepimize bir görev çıktığını düşünüyorum. Barış bunların eline bırakılmayacak kadar kıymetli, bu ülkede ekmek kadar su kadar büyük bir ihtiyaçtır diye bakıyorum. Ülkenin bir yeri kan gölüne dönmüşken, bir yerde savaş varken diğer taraflarda özgürlük, demokrasi olmaz.
‘TÜRKİYE’DE BİR ALIN TERİ İTTİFAKI KURABİLSEK HİÇBİR SORUNUMUZ KALMAYACAK’
Bu iktidar 31 Mart seçimlerinde yenildi. Kuşkusuz Cumhuriyet Halk Partisi’nin büyük bir rolü var burada ama herhalde onları da takdir ederler ki Cumhuriyet Halk Partisi’nden ibaret bir şey değildi. Yurttaşta biriken öfke, bu iktidara bir şamar vurma arzusu, bunu yapamamanın verdiği hırs… Bir önceki seçimlerde bütün bunlar birleşti ve herhalde Tayyip Erdoğan hayatının en ağır yenilgilerinden bir tanesini aldı. Ondan sonra hep şöyle oluyor, bu 7 Haziran’dan sonra da böyle olmuştu. Tayyip Erdoğan yenildikten sonra birkaç gün susuyor, biz orada mutlu oluyoruz, birkaç gün Tayyip Erdoğan’ı görmemek insanı mutlu ediyor, bütün televizyon kanallarında sabahtan akşama kadar kendisini izlemekten doğal olarak bıkıyoruz. O arada birtakım masalar kuruluyor ve yeni planlar devreye giriyor. Geçen sefer 6’lı Masa’nın merkezinde durduğu bir muhalefet hareketi vardı ve sürekli olarak masaya müdahale etti, masayı parçalamaya, masayı birbirine düşürmeye çalıştı. Şimdi görünüyor ki bu işin merkezinde Cumhuriyet Halk Partisi var. Cumhuriyet Halk Partisi de bir kongre sürecinden çıktığı için seçim zaferine rağmen henüz tam bir birlik sağlayabilmiş durumda değil. Bu görünür hale geldikçe Tayyip Erdoğan hamlelerini buna göre dizayn etmeye ve orayı dağıtmaya, orayı birbiriyle uğraşır hale getirmeye, orayı kendi daha küçük hesaplarına kilitlemeye çabalıyor. Dolayısıyla hepimizin kendi küçük hesaplarımızı, kendi kişisel dertlerimizi bir kenara bırakarak memleketi bu Saray Rejimi’nden kurtarmayı her şeyin önüne koymamız gerekiyor. Bu memleketin büyük bir çoğunluğu kendisini bu iktidardan kurtaracak bir ortak irade arıyor. Niye kararsızlar bu kadar artıyor? Tam da bu nedenden. Türkiye’de mesela bir alın teri ittifakı kurabilsek hiçbir sorunumuz kalmayacak. Mesela çok çarpıcı bir şey söyleyeyim size. Bu iktidar döneminde 30 binin üzerinde işçi adına iş kazası denilen cinayetlerde hayatını kaybetti. Yüzde 98 sendikasızlık oranı nedir ya? İş cinayetiyle, ölümlü iş kazalarının olduğu yerlerde yüzde 98 sendikasız işçiler.
‘BUGÜN ESENYURT’TAKİ TABLO ASLINDA İKTİDARIN CAN ATALAY MESELESİNDE KENDİNCE ELDE ETTİĞİ KAZANIMIN BİR DEVAMI’
Can Atalay meselesinde hukuksuzluğun devam ettiğinin altını çizelim. Anayasa Mahkemesi’nin önünde hala dosyalar var, yeniden verilmesi gereken kararlar var, bunların hep lehimize çıkmasını bekliyoruz. Meclis büyük bir hukuksuzlukla karşı karşıya kaldı, herkesin gözünün içine baka baka iktidar Anayasa’yı ayaklar altına aldı. Biz sonuna kadar bu hukuksuzlukla mücadele edeceğiz. Tek başımıza da kalsak mücadele edeceğiz, ama bunun ortak bir mücadele olması için üzerimize düşen ne varsa bunu yerine getirmekten de hiç kaçınmadık. İlla Türkiye İşçi Partisi’nin en önde olması gereken bir kavga olarak görmüyoruz bunu. Kim bu kavgaya dahil olmak istiyorsa hep beraber o kavgaya gireriz. Türkiye tarihinde pek çok hukuksuzluk oldu ama böylesi yok. Dezavantajlı olduğumuz nokta ne? Hatay yıkılmış bir kent. Bizim yerimize yapabilecek birini bulalım diye büyük bir özveriyle gelip oy verdi bu yurttaş. Biz şu konuda netiz. Sonuna kadar bu kavgayı sürdüreceğiz. Can Atalay’ın Meclis’e gelip yemin etmesi Türkiye’de bu hukuksuzluklara dair hepimizin birlikte sürdürdüğü kavgaya bir kazanım eklemek anlamına geliyor. Hukuk örgütlerinin biraz daha fazla devreye girmesi gerektiğini düşünüyorum. Meclis’teki tüm muhalefet partilerinin de bunun normalleşmemesi konusunda çeşitli katkıları oldu bugüne kadar ama Can Atalay meselesi geri plan atılabilecek, ikinci madde haline gelebilecek bir başlık değil. Zaten izin vermiyorlar. Bugün bu Esenyurt’taki karşılaştığımız tablo aslında iktidarın Can Atalay meselesinde kendince elde ettiği kazanımın bir devamı. Başından beri söylüyorum. Biz eğer Can Atalay’ı çıkartamazsak, Ekrem İmamoğlu’nun adaylığı engellendiğinde ne yapabileceğiz?
İŞÇİ KURULTAYI’NA ÇAĞRI
Bence bütün bu kavganın bağlanacağı nokta Türkiye’de işçi sınıfının, emekçilerin ayağa kalkışı olacak. Bu kapsamda Türkiye İşçi Partisi 1. İşçi Kurultayı’nı pazar günü gerçekleştireceğiz. Ben örgütlenme çağrısı olarak da değerlendirilmesini istiyorum. Pazar günü Şişli’de kültür merkezinde saat 10:00’da başlayacak İşçi Kurultayı Türkiye’de yeni dönemde işçilerin örgütlü bir biçimde bu gidişata dur demesinde önemli bir başlangıç adımı olacak. Tüm işçi arkadaşlarımızı da oraya davet ediyorum