• CHP’li Tan, ‘Ağzınızdan çıkacak her söz, bütün bir ulusu bağlar’ dedi ve Fidan’a sordu: Biz savaşta mıyız?
    21 Kasım 2024

    TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Dışişleri Bakanlığı bütçe görüşmeleri başladı. CHP İstanbul Milletvekili Namık Tan, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a, “Sayın Bakana sormak isterim; Sayın Bakan siz Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanısınız. Dolayısıyla siz dünya için bizzat Türkiye Cumhuriyeti demeksiniz. Ağzınızdan çıkacak her söz, bütün bir ulusu bağlar. Biz savaşta mıyız? Savaştaysak hangi ülkeye karşı, kimin yanında, ne uğruna, ne zaman savaşa girdik? Savaş kararı alınacak yer burası yani yüce Meclisimiz değil mi? Siz ne ara Meclisimizden habersiz olarak bir yerlere savaş ilan ettiniz” dedi.

    TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Dışişleri Bakanlığı’nın 2025 yılı bütçe görüşmeleri başladı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın sunuş konuşmasının ardından milletvekili konuşmalarına geçildi. CHP İstanbul Milletvekili ve eski Büyükelçi Namık Tan şunları söyledi:

    “Bu görüşmemizi tarihin sıradan bir döneminde yapmıyoruz. Dünyanın tüm dikkatinin, özellikle bizim de parçası olduğumuz Batı devletleri ailesinin, NATO müttefiklerimizin dikkatinin kuzeyimizde ve güneyimizde süre giden, iki savaşa odaklandığı bir tarihsel anda burada toplanmış bulunuyoruz. Ayrıca günümüzde tek küresel süper güç statüsünü koruyan Amerika Birleşik Devletleri’nde başkanlık seçimini bir dönem arayla yeniden Trump’ın kazandığı yine benzer biçimde, Avrupa Birliği’nin lokomotif ülkelerinden tarihsel ve ekonomik bağlarımızın derin ve güçlü olduğu Almanya’da da şubat ayında yapılacak seçimlerde iktidarın Hristiyan Demokratlara geçmesinin beklendiği bir dönemeçteyiz. Bu gelişmelerin yanı sıra, kitlesel yasa dışı göç sorununun hem parçasıyız hem geçiş güzergahı konumundayız. İklim kıyametini görüyoruz, yaşıyoruz ama hazırlıklı değiliz. Yapay zeka devrimini maalesef zamanında sanayi devrimini ıskaladığımız gibi ıska geçmekte olduğumuz izlenimini veriyoruz. Dolayısıyla sıradan bir dönemde ve durumda değiliz. Deyim yerindeyse akıllarımızı bir an önce başımıza devşirmekle yükümlüyüz.

    “Cumhuriyetin geleneksel dış politika çizgisinden koptuk”

    ‘Üyesi olduğumuz Batı devletler ailesi’ ifadesini özellikle kullandım. Zira Türkiye Cumhuriyeti NATO müttefiki olduğu gibi, Avrupa Konseyi kurucu üyesi ve Avrupa Birliği’nin de resmen aday ülkesidir. Türkiye’nin ‘çağdaş uygarlıklar düzeyini yakalama’ hamlesi Cumhuriyet’ten önce başlamıştır ama o doğrultuda en önemli sıçramayı da muazzez hatırasını her zaman saygı ve minnetle yad ettiğimiz büyük Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’le gerçekleştirmeyi başarmıştır. Esasen bugün karşı karşıya bulunduğumuz pek çok sorunun temel nedeni de Cumhuriyetimizin hangi tarihsel gelişimin uzantısı olarak kurulduğunu yadsımamız da, organik kimliğimizle sürekli kavga etmemiz de adeta bir kişilik bölünmesinin semptomlarını dış politikaya yansıtmamızda saklıdır. Cumhuriyet’in geleneksel dış politika çizgisinden kopartılmış Türkiye, yetkin olmayan kadroların elinde büyük bir ekonomik darboğaza sürüklenmiştir ve her yandan kaynak arayışı içerisindedir.

    “Öyle atamalara şahit oluyoruz ki, sessiz kalmak elde değil”

    Gerçekçi olalım, aynaya bakalım: İmalatı bozuk, mali yapısı zayıf bir fabrikanın pazarlama departmanı ne denli girişken ve becerikli de olsa o işletme iflasa mahkumdur. Liyakatsiz aşçıların çalıştığı, üstelik kaynak yetersizliğinden dolayı ucuz malzeme kullanan bir mutfakta lezzetli yemek pişmesi mümkün değildir. Kaldı ki hariciye devletin pazarlama departmanı da değildir. Bunu böyle zannedenler lafla peynir gemisinin yürümeyeceğini bir gün idrak etseler bile yitirilen zamanı ve kaynağı geri getirmek çok maliyetli olacaktır. Zira mevcut iktidar, Dışişleri Bakanlığımızın usta–çırak ilişkisi içerisinde yetişmiş yüksek nitelikli personelinin yerine dışarıdan atadığı büyükelçilerle dış ilişkilerimizi şekillendirmeye çalışıyor. Öyle atamalara şahit oluyoruz ki, sessiz kalmak elde değil.

    “AB’ye ne taviz verilirse verilsin, vize mengenesi sıkılmaya devam ediliyor”

    Dış politikanın yurttaşı pek ilgilendirmediği, seçim sonuçlarına pek etki etmediği söylenir. Ancak dış politikanın yurttaşı ilgilendiren tarafı cebinde taşıdığı pasaportun gücü, vizesiz yahut kolaylıkla vize alarak seyahat edebildiği ülke sayısıdır. Bugün iş insanlarımız, bilim insanlarımız, sanatçılarımız, üniversite öğrencilerimiz bile AB ülkelerine vize alamıyor, ayrımcılığa maruz kalıyor. Dünyada pasaportların gücü endeksinde düştüğümüz küme; adalet, özgürlük, ekonomi alanlarında düştüğümüz hangi kümeyse onunla aynı. Al-ver, kısa günün kârı zihniyetiyle sığınmacılar konusunda AB’ye ne taviz verilirse verilsin, vize mengenesi sıkılmaya devam ediliyor. Dünyada vatandaşlarımızın bir zamanlar gördüğü saygının çok uzağında muamelelere maruz kalması, dış politika tercihlerinizin, ya da politikasızlığınızın, ülkemizin itibarını nereden nereye getirdiğinin apaçık göstergesidir.

    “Ukrayna ve Filistin dosyalarında önceliklerimizin ne olduğu anlaşılmıyor”

    Bu basit ölçütlere göre ele alırsak Ukrayna ve Filistin dosyalarında önceliklerimizin ne olduğu anlaşılmıyor. Her iki savaşın da durmasını istediğimizi, barış istediğimizi yineleyip duruyoruz. Kimse çıkıp da savaşın devam etmesini istediğini söyleyecek değil haliyle. Her iki savaşın da saldırgan tarafı belli. Saldırganlar saldırmaktan vazgeçerlerse savaş bitecek. Demek ki barış ancak saldırganlar durmaya ikna edildiklerinde ama onun da ötesinde veya sonrasında savaşı başlattıkları tarihteki sınırlarına geri çekilmeye razı olduklarında bitecek. Öyleyse saldırganlar nasıl durdurulacak? Savaşan taraflara “önce durun, aranızda konuşmaya başlayın, biz de size konuşma zemini, ortamı, olanağı sunalım” çağrısında bulunmanın da olumlu hatta zorunlu bir ilk adım olduğu ileri sürülebilir. Bu düzleme erişmek hiç yoktan iyi değil midir? Öyleyse, o yönden bakalım.

    “İki ata aynı anda binmeye kalkışmak denge siyaseti değildir”

    Savunma sanayisindeki iş birliğimiz bakımından önemli ve doğrudur. Ayrıca Türkiye, 32’si NATO müttefiki, 57 ülkenin ABD girişimiyle kurduğu Ukrayna Savunma Temas Grubu’nun da üyesidir. Hemen iki gün sonra 23 Ekim’de bu defa Cumhurbaşkanı Erdoğan BRICS Liderler Zirvesi için gittiği Kazan’da Rus mevkidaşı Putin’le görüştü. Dönüş yolunda S-400 hava sistemlerinin diğer fazıyla ilgili olarak, kendi deyişiyle, ‘bizim birileri ne der diyor gibi bir kaygımız olmadığını’ belirtti. BRICS’in NATO’ya, Avrupa Birliği’ne alternatif teşkil etmediği anlamında ifadeler kullandı. Geçen gün Brezilya’daki G-20 zirvesinden dönüşündeyse bu defa ABD, İngiltere ve Fransa’nın Ukrayna’ya uzun menzilli silah sevkiyatına tamamen karşı olduğumuzu belirtti. Biz bu arada halen dahi BRICS’e resmen üyelik başvurusu yapıp yapmadığımızı da öğrenemedik. Hatırlayacaksınız, Dışişleri Bakanı Fidan 10 Eylül’de nihayet beş yıl aradan sonra Avrupa Birliği’nin genişletilmiş gayriresmi dışişleri bakanları toplantısına katılmıştı. BRICS üyeliğimiz konusunu işte o toplantı dönüşünde dolaşıma sokmuştu. Aradaki bağlantıyı kurmak herhalde gözlemciler açısından zor değil. İşte okunaksız dış politika dediğimiz budur. Bu yalpalamalar çalım sanılıyor, değildir. İki ata aynı anda binmeye kalkışmak denge siyaseti sanılıyor, değildir.

    “Sözümüz duyulmaz, dinlenmez, ciddiye alınmaz oldu”

    Sayın Bakan habire ‘liderler diplomasisi’ diyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’a methiyeler düzmeyi görevi benimsemiş. Oysa ‘liderler diplomasisi’ demek kimseye hesap vermeden başına buyruk davranmak, mesela gidip Rusya’dan iki buçuk milyar dolara S-400 hava savunma sistemi alıp, sonra Türkiye’yi F-35 programından attırmak, F-16 ve Eurofighter uçak alımında düşkün duruma sokmak, bölgemizdeki şu kıyamet gibi ortamda hava savunma sistemsiz bırakmak değildir. İkinci örnek Filistin konusu. Bir hafta önce Sayın Bakan verdiği bir mülakatta Gazze’ye yönelik insanlık dışı saldırılara bir baba olarak yaklaşımına ilişkin soruyu rahatlıkla “Ben bir savaştayım” diyerek yanıtlayabiliyor. Ben de bu kürsüden Sayın Bakana sormak isterim: Sayın Bakan siz Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanısınız. Dolayısıyla siz dünya için bizzat Türkiye Cumhuriyeti demeksiniz. Ağzınızdan çıkacak her söz, bütün bir ulusu bağlar. Biz savaşta mıyız? Savaştaysak hangi ülkeye karşı, kimin yanında, ne uğruna, ne zaman savaşa girdik? Savaş kararı alınacak yer burası yani yüce Meclisimiz değil mi? Siz ne ara Meclisimizden habersiz olarak bir yerlere savaş ilan ettiniz? Filistin meselesinde o denli Hamas yanlısı olduk, o denli Filistin meselesini Hamas davasına eşitledik ki sözümüz duyulmaz, dinlenmez, ciddiye alınmaz oldu.

    “TBMM’yi bypass ederek gerçekleştirdiğiniz bu askeri maceraların karşısındayız”

    Diğer iki komşumuz Suriye ve Irak’ta da askeri varlığımız bulunuyor. Kimse terörle mücadeleye karşı çıkıyor değil. Ancak siyasal hedefi belirsiz askeri harekatların diplomatik sonuçlarının orta ve uzun vadede kazanım olmadığını herhalde öğrenmiş olmalıyız. Yayılmacı olmadığımızı, irredentist olmadığımızı, yani başka ülkelerin toprağında gözümüz olmadığımızı, revizyonist olmadığımızı sürekli yineliyoruz. O zaman sürekli Osmanlı İmparatorluğu vurgusunu neden yapıyoruz?

    Siz içeride Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atamak gibi ceberrut hamlelerin peşinde koşar, hukuksuz ve anayasaya aykırı uygulamalarla güç gösterisinde bulunmaya kalkarsanız, emin olunuz sizin Suriye ve Irak’ta aklınızca kurmaya kalktığınız o derme çatma oyundan da memlekete hiçbir hayır gelmez.

    Somali’de, Libya’da sanki dünya haritasını bir rulet masası olarak görüp “büyük ikramiye” peşinde girişilen serüvenleri saymıyorum bile. Libya’ya askerimizi gönderiyorsunuz. Birliklerimizin hukuki statüsünü netleştiren antlaşma beş yıl sonra, daha geçen hafta TBMM Dışişleri Komisyonuna geliyor. 2024 Şubat ayında Somali ile tartışmalı bir anlaşma imzalıyorsunuz. Henüz TBMM’ye intikal etmeden Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi marifeti ile Meclis’ten yetki alıp Deniz Kuvvetlerimizi, Yemenli Husilerden, Somalili korsanlara; Etiyopya – Somali çekişmesinden, Somali’de devam eden radikal dinci teröre kadar her yeri kanlı bir coğrafyada ateşe atıyorsunuz. Uluslararası hukuku bir kenara bıraktık, kendi anayasamızı ve kanunlarımızı çiğneyerek, TBMM’yi bypass ederek gerçekleştirdiğiniz bu askeri maceraların sonuna kadar karşısında duracağız.

    “Kimsenin Türk askerinin kanı üzerinden pazarlık yapmasına tahammülümüz yok”

    Belli ki bizden saklanan bir şeyler var. Aksi halde bu anlaşmalar bir günde TBMM Dışişleri Komisyonuna intikal eder, oradan da 48 saat içerisinde Genel Kurula aktarılır, akabinde Resmi Gazetede yayınlanırdı. Şayet, ülkemizin çıkarına, ulusal ve uluslararası hukuka uygun bir içerik sunulsaydı; biz de desteklerdik. Fakat durumun böyle olmadığı, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin üzerinden bir takım karanlık hesapların yapıldığı açık. Kimse kusura bakmasın, bizim tek bir askerimizin canı, iktidarınıza bağlı gizli odakların Afrika’da elde etmeyi planladığı milyar dolarların tamamından kıymetlidir. Kimsenin Türk askerinin kanı üzerinden pazarlık yapmasına tahammülümüz yok. Dilerim bu içten ve akılcı uyarılarımıza kulaklarınızı tıkamazsınız. Biz CHP olarak iktidara geldiğimizde ülkemizi nasıl olsa Atatürk’ün şekillendirdiği geleneksel dış politika çizgisine geri getireceğiz. Ama sizden kalacak enkazın kaldırılması, dış politikamızın rayına oturtulması, zedelenen hatta yitirilen uluslararası itibarımızın yeniden imarı ise büyük emek ve kaynak gerektirecek.”

    İlgili Haberler

    ÇOK OKUNANLAR