İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin grup toplantısında konuştu. Dervişoğlu’nun gündeminde belediye kreşlerinin kapatılma istemi, Çayırhan, yeni açılım süreci, 11 ilin etkilendiği Kahramanmaraş depremleri sonrası verilen sözler ve disiplinsizlik suçlamasıyla Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edilen teğmenler vardı.
Dervişoğlu, özetle şunları söyledi:
”Kim yararlanıyor kreşlerden kardeşim. Kim yararlanıyor da rahatsız oluyorsun”
”Geçen hafta ettiği boyundan büyük laflarla, saraydan geçici görev onayı alma çabasını sürdüren Milli Tahrifat Bakanı Yusuf Tekin, şimdi de Şehircilik Sekreteri Kurumla, belediye Kreşlerini kapatmanın yollarını aramaktalar. Din bezirganlığının ve zübüklüğün ortak payda olduğu Saray rejimi, Şehirleri inşaatla talan ederken, hastalıklı zihinler eliyle bu rantı üretebilir kılmaktadır. Her sözleriyle ve icraatlarıyla kadınlara ve çocuklara dünyayı dar etmektedirler. AKP’li belediyeler istediğini yaparlar, çünkü arkasında saray ve rant baronları vardır. Ama muhalefet belediyeleri seçilerek geldikleri o görevlerini yapamazlar. Millete hizmet götüremez, ihtiyaçlarını gideremezler. Kendine işletmediğin kanunları eğip bükerek başkasına misliyle işletmek, devlet yönetiminde biz-onlar ayrımı yapmak demektir. İşte bu Bölücülüktür. Sözde ‘Devleti yönetmek’ görev ve iddiasına sahip olanlar, bu görevlerini yerine getirmediği gibi, işleyenleri de bozuyor, kurumların köküne kibrit suyu ekiyorlar. Cumhurbaşkanı ve artık sekreterden başka bir şey olmayan bakanları, kendi görev sahalarındaki işlerle meşgul olmadıkları için belediyeler, adeta bir sosyal yardım kurumu işlevi görmek zorunda bırakılmaktadır. Bilinsin ki bu durum, iktidarın zavallılığın bir sonucudur. Kim yararlanıyor kreşlerden kardeşim. Kim yararlanıyor da rahatsız oluyorsun? Gece gündüz çalışmak zorunda kalan vatandaş yaralanıyor, özellikle de çalışan anneler yararlanıyor. Bu kadınlar, alın teriyle evlerine üç kuruş getirirken, yakalarında parti rozetleri mi var? Siz kimi cezalandırıyorsunuz? Siz kimin hizmet alma hakkını, kimden kaçırıyorsunuz? Siz kendinizi ne zannediyorsunuz? Ve iş bu haldeyken, okullara temizlik malzemesi koymaktan aciz bir bakan çıkıp, boyundan büyük o lafları yüzsüzlükle edebiliyor. Ve sözde Çevre Şehircilik Bakanı, asgari ücrete mahkum annelerin çocuklarına, belediyeler kreş hizmeti veremez diye kurumundan yazı yollayabiliyor.
”2 yıl geçti depremin üzerinden, kış geldi. Nerede bu konutlar”
Sayın Kurum, senin asıl cevabını vermek gereken bir başka soruyu sorayım. ‘2 yıl geçti depremin üzerinden, kış geldi. Nerede bu konutlar’. Kurum’un, saraydaki efendisine yanıtlamakla mükellef olduğu soru ise bu değil, deprem konutu ihalelerinin kime verildiği merak ediyorlar. Hafriyat işinin hak edişlerinin önce kime ödeneceğini merak ediyorlar. Kapıların ve pencerelerin hangi il başkanı veya milletvekili yakınına yaptırılacağıdır. Daha yakın zamanda görevlendirdiğimiz heyetlerle deprem bölgelerinde ziyarette bulunduk. İnsanlar halen evsiz, halen konteynırda, halen çaresizler. -10 derecede sacdan yapılma kutuların içerisinde kalıyorlar. Ve siyaset yapay bir gündem oyunu içerisinde alıkonuluyor, bu kifayetsizlerin ve onların paraya tahvil kalemlerinin sözlerine takılıyoruz. Hayır. Bu dedikodu kazanını devirmek zorundayız. Bu delilikten kurtulmak zorundayız! Milletin derdi, bizim derdimizdir. O derde derman olmakta, bizim görevimizdir. Aralık ayı içinde başta Hatay olmak üzere deprem bölgesine gidecek ve yapılanları ve yapılmayanları yerinde görecek, kamuoyuyla paylaşacağım.
”Çayırhan’a yine gideceğim”
Bugün ‘Çayırhan Termik Santrali’ özelleştirmesi; ihale şartnamesini incelediğimizde ve gelişmelere baktığımızda birilerini memnun ederken; yıllarca emeklerini bu santrale vermiş işçilerimizi ise mağdur etmektedir. İhale Şartnamesinin ‘Çalışanlara İlişkin Hükümler’ başlıklı 17. Maddesi tam bir faciadır. Madde ile yaklaşık 2 bin 500 işçi, özelleştirme sürecinin tamamlanmasıyla kapı önüne koyulacaktır. Ortada sarayın yeni bir peşkeş projesi vardır, yandaşı zengin etmenin yeni bir arayışı vardır. Buradan bir kez daha Çayırhan Termik Santralinde bu peşkeş çekme operasyonuna karşı koyan, yılların birikimine sahip çıkan emekçi kardeşlerimizi selamlıyor; İYİ Parti olarak yanlarında olduğumuzu bir kez daha belirtmek istiyorum. Geçen hafta orada madencilerimizle beraberdim. Yine gideceğim. Soylu hak arayışlarında da sonuna kadar yanı başlarında olacağım.
”Bu iktidar, büyük Türk milletinin sırtındaki, küçük keneler sürüsüdür”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz hafta Brezilya’yı ziyarette bulundu. O Malum uçaklarından birisi ile ülkemize dönerken de kendisine adeta vahiy geldi. Vatandaşımız kırmızı et yiyemediğini anladı. Ve Uruguay’dan Brezilya’dan büyükbaş hayvan ithalatı talimat verdiğini söyledi. Görüldüğü üzere, sarayın yerli-milli Türkiye’si işte bu. Sığınmacı ithal eden, çiftçisine destek vermeyip buğday, saman, ot ithal eden, hayvancısını iflas ettirip hayvan ithal eden Türkiye bunların yerli ve milli dediği Türkiye… Türkiye, Amerika’dan sonra dünyanın en çok sığır ithal eden ülkesi konumundadır. Türkiye son 14 yılda yaklaşık 11.5 milyar doları başka ülkelerin çiftçilerinin cebine koymuştur. 14 yıl önce Erdoğan’ın talimatı ile başlayıp artarak devam eden bu süreç, Hasan’ları değil, Hans’ları zengin etmektedir. Bir zamanlar kendi kendine yetmekle kalmayıp dünyaya tarım ve hayvancılık ürünleri ihraç eder konumda bulunan Türkiye, AKP döneminin sonunda ithalata bağımlı bir ülke konumuna gelmiştir. Soruyorum; hangi ‘büyük’ ülke tarımda bu kadar dışa bağımlıdır? Sarayın yalan ve talan düzeninin en büyük göstergesi işte bu tarım politikasıdır. Türkiye’yi adeta göbeğinden dışa bağımlı kılarken, aç ve yoksul bıraktıkları millete, büyük masallar, büyük yalanlar anlatmak, işte böyle bir iktidar zihniyetinin zavallı propagandalarıdır. Bu iktidar, büyük Türk milletinin sırtındaki, küçük keneler sürüsüdür. Ve şüphesiz ki o kenelerden günü gelince Allah’ın izniyle kurtulacağız. Kurtulmak zorundayız, başarmak zorundayız.
”Gencecik fidanların geleceklerini karartmayın”
Kurumsal çürüme maalesef her alanda o kadar büyük boyutta ki, en olmaması gereken alanlarda eğitimde, sağlıkta ve malumunuz Milli Savunmada bile aynı şeyi yaşıyoruz. Osmanlı İmparatorluğu diyerek hayal satanlar; korkarım, 15. yy ile 19.yy’ı ayırt edemeyecek noktadadırlar. Halleri o kadar perişandır ki dünya savaşı naraları atarken, Türk Ordusuna ve onun şerefli mensuplarına açtıkları savaşı görmüyoruz sanıyorlar. Bunlar Balkan harbinde, içeride nifak çıkartanların öz be öz torunlarıdır. İspatı, genç teğmenlerimize reva görülen hain plandır. Günlerdir konuşuyoruz, ‘Mustafa Kemal’in askeriyiz’ deyip, subay yemini ettikleri için, TSK’nın itibarını bozmakla itham ediliyor ve ihraç istemiyle disipline veriliyorlar. Gerekçe, disiplini bozmakmış. Peki nasıl, ne zaman bozmuşlar o disiplini? Resmi tören bittikten sonra Mustafa Kemal’i anarak, Türk milletine ve Türk vatanına sahip çıkacakları üzerine yemin etmek suretiyle disiplini bozmuşlar. Milli Savunma Bakanlığının itibarını sarsmışlar. 15 Temmuz’dan ders alamayan, FETÖ’nün yöntem ve araçlarını taklit etmek konusunda mahirleşen iktidarın, genç subaylardan intikam almaya yönelmesinin hukuki bir yönü olmadığını biliyoruz. Peki, hep bir ağızdan; 3.dünya savaşı, nükleer savaş, İsrail tehdidi gibi laflar edilirken, ordu içerisinde böylesi bir operasyona kalkışmalarını nereden ve nasıl değerlendirmesi icap eden bir konudur? Gencecik teğmenler üzerinden toplumsal infial yaratacak bir hesaplaşmaya girişmenin kime ne faydası vardır? Buradan uyarıyorum: Bu yarayı daha fazla kanatmayın. Gencecik fidanların geleceklerini karartmayın. Onlar bizim evlatlarımız, ihraç edilecek değil; sahiplenilecek değerlerimizdir. Bu konuda herkesi, vicdanlarının sesine kulak vermeye, onları kendi evlatlarının yerine koymaya ve şefkatle davranmaya davet ediyorum. Sözüm herkesedir. Saraydaki de Meclisteki de sokaktaki de bu sözümden ibret almalıdır.
”Milli İstihbarat Teşkilatı, muhaberat devletinin bir aparatı değildir”
Milli İstihbarat Teşkilatımız da sarayın yarattığı kurumsal ve kültürel erozyondan fazlasıyla nasibini almaktadır. Partili Cumhurbaşkanlığının ürettiği, partili Mit başkanı dönemindeyiz. Cumhurbaşkanı’nı, Milli Güvenlik Kurulunu, Kabineyi ve TBMM’yi gereken konularda bilgilendirmesi anlaşılabilir olan Milli İstihbarat Teşkilatı, iktidar partisinin yöneticilerine düzenli brifing vermektedir. Bu yanlışa dikkat çekmesi gereken ana muhalefet yöneticileri ise bu akıl dışılığı meşrulaştıracak davranış bozuklukları içinde hareket etmektedirler. Bu anlayışa payanda olmaktadırlar. Normalleşmeyi, kötü emsalleri örnek alma olarak okuyan bir muhalefet anlayışı, İktidar olmayı, iktidara benzemek zannetmektedir. Biri iç cephe derken, diğeri normalleşme diyerek, sarayın izah memurluğuna soyunmaktadırlar. Sarayın örnek aldığı şey, bunu altını çizerek söylüyorum; bir cumhuriyet devleti değil maalesef ve maalesef muhaberat devletidir. Tüm verilerimiz, partili cumhurbaşkanının elinin altındadır. Onun emrinde bir istihbarat teşkilatının bu verilere ulaşım imkanı, irademizi zaten fazlasıyla tehdit etmektedir. Ayrıca bu veriler sadece sarayda veya MİT’te değil. Bu verileri çaldırdılar. Bu veriler onun bunun elinde… Bu veriler Amerika’nın Rusya’nın Türkiye düşmanlarının elinde. Kendi partilerinin iktidarını, ‘Devlet’ diye diye yıllardır vapur tarakçısı gibi yutturmaya kalkan bu zihniyetin, takım elbiseli nümayişlerini, “ciddiye alınmak” zannedenler bir durup düşünsünler. Ellerini verip, bütün bedenlerini kaptırmak sınırını geçmek üzeredirler. Uyarıyorum: Türk devletinin İstihbarat başkanı 20 yaşındaki genç meclis muhabiri gibi o siyasetçi bu siyasetçi gezip haber taşımaz. Milli İstihbarat Teşkilatı, muhaberat devletinin bir aparatı değildir. O kurumun ambleminde ay yıldız vardır, Türk vatanı vardır ve Atatürk vardır. Herkesi görevinin şuur ve sorumluluğuyla hareket etmeye davet ediyorum.
”Erdoğan, Bahçeli’nin sözlerinin arkasında mıdır, değil midir? Bu millet bunu merak etmektedir”
Terörist başının Meclis kürsüsüne gelip konuşmasını istemekle başlayan tartışmalar, şimdi bir başka yöne evrilmiş, DEM yöneticilerinin İmralı’ya gidip, bebek katiliyle görüşmelerinin önü açılmak istenmiştir. Bu öneri iktidar ortağı tarafından yapılınca da DEM Eşbaşkanları durumdan vazife çıkararak Adalet Bakanlığına müracaat ederek, bu ziyaretin temini için talepte bulunmuşlardır. Bildiğimiz kadarıyla, geride bıraktığımız hafta içerisinde, bizzat Adalet Bakanlığı tarafından, İmralı canisiyle ilgili avukatları da kapsayan 6 aylık bir görüş yasağı getirilmişti. Böyle bir yasağın olduğunu bile bile konuyu gündeme getirmenin taşıdığı maksada bizim elbette söyleyeceklerimiz vardır ama asıl merak ettiğimiz Recep Tayyip Erdoğan’ın suskunluğunu ne zaman bozacağıdır. Abdullah Öcalan isimli cani başının Meclis kürsüsünden terör örgütüne seslenmesine, DEM yöneticilerinin İmralı’ya gidip, çözüm adına kendisiyle görüşmelerine sayın Cumhurbaşkanı hangi pencereden bakıyor, konuyla ilgili hangi değerlendirmelerde bulunuyor, bunu öğrenmek istiyoruz. Sayın Devlet Bahçeli sözünün sonuna kadar arkasındaymış. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Sayın Devlet Bahçelinin sözlerinin arkasında mıdır, değil midir? Bu millet bunu merak etmektedir. Kamuoyunun merakını mucip bu bir konularda açıklama yapmasını bekliyor, milletin yüreğine su serpmesini de temenni ediyorum.”