Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin TBMM Grup Toplantısında konuştu.
Genel Başkan Özel, “Değerli grubumuz, kıymetli konuklar, televizyonları başından izleyenler, radyoları başından dinleyenler, hepinizi Cumhuriyet Halk Partisi adına saygı ile selamlıyorum. Ne yazık ki çok acı bir haberle güne başladık. Balıkesir’in Karesi ilçesinde özel bir mühimmat fabrikasında yaşanan patlamada 12 emekçi hayatını kaybetti. Beş yaralımız var, tedavileri devam ediyor. Olayı duyar duymaz Genel Başkan Yardımcımız Ensar Aytekin’in bölgeye güçlü bir heyetle gitmesi konusunda fikir birliğine vardık. Belediye Başkanımız Ahmet Akın, Karesi Belediye Başkanımız, il örgütümüz, ilçe örgütlerimiz hepsi birden olay yerindeler. Çok yakından takip ediyoruz. Heyetimizdeki Emekli Tuğamiral Yankı Bağcıoğlu, Elektrik Mühendisi İzmir Milletvekilimiz Ednan Arslan, İş Güvenliği ve Halk Sağlığı Uzmanı Kayıhan Pala, iş kazaları konusundaki Meclis Komisyonu’nda da görev yapmış olan Hukukçu Muğla Milletvekilimiz Cumhur Uzun, Balıkesir Milletvekilimiz Serkan Sarı ile birlikte hızla bölgeye hareket ettiler; orada olacaklar, yakından takip edecekler” ifadelerini kullandı.
Özel şöyle devam etti:
“HİÇBİR ANNE, HİÇBİR ÇOCUK BÖYLE ACILARI HAKETMİYOR”
“Tabii 5 Eylül 2012’de Afyon’da mühimmat deposundaki patlamada 25 şehidimizi hatırlıyoruz. 3 Temmuz 2020’de Sakarya Hendek’te bu kez havai fişek fabrikasındaki yedi yurttaşımız, emekçi hayatını kaybetmişti. 10 Haziran 2023’te Ankara Elmadağ’da Makina Kimya’nın fabrikasında beş işçimiz hayatını kaybetmişti. Her gün Türkiye’de milyonlarca emekçi işyerlerine gidiyorlar. Kimi yerin yedi kat dibinde madene iniyor, kimi burada olduğu gibi ağırlığı kadın olan işçiler fişek doldurmak gibi görevlerde, işlerde çalışıyorlar. Kimi son derece riskli bir yerde çalışıyor ve aslında onların hepsinin evlatlarının, analarının, babalarının güvenebilecekleri tek merci var; devletin iş güvenliği konusunda almış olması gereken önlemler, yapmış olması gereken denetimler. Bu çağda, bu teknolojide, bu eğitimde dünyanın hiçbir yerinde çok az gelişmiş ülkeleri, Afrika’daki kötü örnekleri saymıyorum, gelişmekte olan ülkelerde, gelişmiş ülkelerde böyle kazalar, patlamalar ve böylesine hiç yoktan ölümler olmuyor. Kimsenin evladı sabahleyin öpüp işe yolladığı annesinin birazdan çalıştığı yerde 11 arkadaşı ile birlikte havaya uçağını, o güzel yüzünün, tanımak için ailesinin bile teşhis yapamayacak hale gelmesini hak etmiyor hiçbir çocuk. Hiçbir anne, hiçbir baba böyle acıları hak etmiyor. Maalesef Türkiye’de böyle acılar yaşanıyor ve yaşanmaya devam edecek. İki aydır yönetiyor olsanız kimse sizi bu kazadan sorumlu tutmaz. Ama 22 yıldır sendikalar geliyor burada ‘İşçi sağlığı ve iş güvenliği’ diyor. Ana muhalefet partisi, ‘Kurduğunuz sistemde patronun maaşını ödediği iş güvenliği uzmanı olmaz. Aynı maaşı havuza yatırsınlar, havuzdan görevlendirme olsun rastgele, havuzdan ödensin maaşlar, devlet tarafından ödensin. Çalışan için de işveren için de değişen hiçbir şey olmasın ama aralarındaki iş güvenliği uzmanı ile işveren arasındaki bağ ortadan kalksın.’ İlk günden beri söyleniyor, ilk günden beri bu çok tehlikeli iş kolları ile ilgili çok farklı önlemler öneriliyor. Bunu Türk Tabipleri Birliği yapıyor. Bunu ilgili alandaki örgütlü sendikalar, ilgili meslek örgütleri yapıyorlar. Mühendis ve Mimarlar Odası bu konuda sayısız rapor yayınlıyor ama dinlenmiyor. Sonra Türkiye’nin bir başka coğrafyasında Balıkesir’de, Hendek’te, Afyon’da, orada burada bir patlama ile bir kere daha hep birlikte üzülüyoruz, taziye mesajları yayınlıyoruz. Komisyonlar kuruyoruz, sonra dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz.”
“22 YILDA 34 BİN KİŞİ İŞ KAZALARINDA HAYATINI KAYBETTİ”
“O yüzden 22 yıldır ülkeyi yönetiyorsanız, size şunu sorarlar: ‘22 yılda 34 bin kişi iş kazalarında hayatını kaybetmiş, 34 bin.’ Dönüp bakıyorsunuz, ‘Yahu doğru mudur?’ diye. Çünkü bu ülkede iş kazasındaki ölüm o kadar sıradan, teker teker olunca o kadar anlamsız ve rakamlar bir araya geldiğinde o kadar ürpertici ki. Soma faciası akşamını hatırlasın herkes. Unutursak yüreğimiz kurusun. AK Parti iktidarında 113 Soma faciası olmuş; 113. Birer birer ölmek suç değil ki ya da 10’ar 10’ar. 301’i birden öldüğünde çok haklı olarak hepimiz birden konunun üzerine eğiliyoruz. Bir ay boyunca bizim Soma’nın dağlarından bütün bu televizyonlar canlı yayında. Duruşmanın son günü, öldürdükleri kişi başına beşer buçuk gün yatıp çıkanlar orada, ölenler suçlu neredeyse. Unutuluyor, gidiyor. O yüzden bu rakamları bu iktidara hatırlatmak… İktidarları boyunca 34 bin işçi öldü ama şunu söyleyemiyor: ‘22 yıl önce şu kadar ölüyordu, şimdi azaldı, azaldı…’ Azalmıyor. O yüzden de buradaki sorumluluklarını bir kez daha hatırlatıyoruz. Aileleri müsterih olsunlar, acılarını hep birlikte yaşayacağız. Ama bu işin sorumluları ortaya çıkana kadar da sonuna kadar bu işi takip edeceğiz. Burada vereceğim söz şudur: Bu iktidara bir şey yaptırma imkânı yoktur. Çünkü onun tercihi bellidir. Patron biraz daha para kazanacak bir sistem varsa onu tercih ediyorlar. Öyle ‘Önce iş güvenliği’ sadece duvarda yazan bir tabela. Önce patronun karlılığı bu ülkede. Bu iktidara bunu artık yaptıramazsınız, yapmayacakları belli. Yapacağımız iş, bu iktidarı değiştireceğiz. İşçiden yana, emekten yana bir iktidar gelecek; iş güvenliğine gerekli önemi verecek. Kardan önce iş güvenliği sağlanacak ve güvenli yerlerde çalışılacak. Çalıştıranın da içi rahat olacak, çalışanın da ailesinin de içi rahat olacak. Söz veriyoruz; emekçilerin teker teker ya da toplu olarak katledilmediği bir düzen mümkün. Bunu da Cumhuriyet Halk Partisi kuracak.”
“HEP ÖVÜNDÜĞÜMÜZ İSMET PAŞA’YI SAYGIYLA ANIYORUZ”
“Yarın Kurtuluş Savaşımızın kahramanı, ikinci Cumhurbaşkanımız, Partimizin ikinci Genel Başkanı İsmet İnönü’yü vefatının 51’inci yıl dönümünde Anıtkabir’deki Atatürk’ümüzün yanı başındaki mezarında anacağız. Orada olacağız milletvekillerimizle, parti meclisi üyelerimizle, MYK üyelerimizle ve oraya katılan tüm üyelerimizle birlikte. Batı cephesinin kahraman komutanını, Cumhuriyet’in tapu senedini Lozan’da tüm dünyaya kabul ettiren büyük bir diplomatı, çok partili sisteme geçildiğinde seçimi kaybettiğinde devir teslime hemen hazır olduğunu söyleyerek, çok güçlü bir asker olduğu halde yönetimi devretmemeyi aklının ucundan bile geçirmemesiyle, oğlu Erdal’a yazdığı mektupta ‘Hiç şüphesiz en büyük yenilgim ama demokrasinin en büyük zaferidir’ diyecek olgunlukta olan birini… ‘O çağda liderler ne yapıyordu, dünyada neler oluyordu?’ diye bakılırsa, sırf İkinci Dünya Savaşı’na ordumuzu sokmamasıyla, hep ‘Efendim şekeri kiloyla verdiler…’ Çocukları şekersiz bırakıp babasız bırakmamasıyla, bu ülkeyi altından kalkamayacağı bir felakete sürüklememesiyle, dünyada liderler faşizm rüzgârları estirirken o demokrasi rüzgârını estirip, çok partili rejime geçmesiyle ne kadar övünsek, ne kadar onunla övünsek az olacak bir genel başkanımız var. Onunla Cumhuriyet Halk Partililer hep övünüyorlar ama ülkeyi yönetenler Atatürk’e laf söyleyemeyip, onun üzerinden bazen saldırıyorlar. Ama bu ülkenin gönlünde, hepimizin gönlündeki o mukaddes yeriyle İsmet Paşamızı grubumuzdan bir kez daha saygıyla, hürmetle ve rahmetle anıyoruz.”
“MUĞLA’DAKİ HELİKOPTER KAZASINDA ŞÜPHELİ DURUMLAR VAR”
“Bir diğer yandan dün maalesef Muğla’daki helikopter kazası, iki pilotumuz, bir doktorumuz ve bir sağlık personelimizi kaybettik. Orada da son derece şüpheli bir durum var. Kalkmaya zorlanan bir helikopter, ne için görev yaptığı konusu, bu görevin ne kadar doğru olduğu, ne kadar sağlıklı icra edildiği meseleleri… Hepsini ilgili ailelerle, mesai arkadaşlarıyla, o görevi daha önce icra etmiş olanlarla çalıyoruz. Bu konuda da Cumhuriyet Halk Partisi olarak üzerimize düşeni yapacağız.”
“İLİÇ’TE BAKAN KURUM’U KOLLAYACAK YENİ RAPOR ÇIKARILDI”
“Biraz önce Sayın Grup Başkanvekilim ifade etti. İliç faciasında 9 işçimiz yaşamını yitirdi. Onlardan biri de Uğur Yıldız. Annesi ve ailesi burada. Anagold firmasının işlettiği maden ocağında binlerce metreküp siyanürlü toprak kaydı, 9 işçimizi bizden aldı. O kadar siyanür doğaya karıştı. Bu konuyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi meseleyi hem insani yönden, hem çevre yönünden, hem de madencilik politikaları yönünden, en doğru yerden, en yakından takip etti ve etmeye de devam ediyor. O günlerde bir bilirkişi görevlendirdi mahkeme. Öyle ya kendi bilemez her şeyi. Bilirkişi dedi ki, ‘Burada bu kadar çok liç oluşmasının sebebi, kapasite artırımıyla ilgili izin. Bu izni verenler sorumlu.’ Baktık kim vermiş? En kıdemli imza, Murat Kurum’a ait. O sıralar İstanbul Büyükşehir’e aday. Şimdi de Bakan oldu tekrar. Mahkeme bu raporu alıyor diyor ki, ‘Yahu bu raporda sorumluluklarını söylemişsiniz. Yüzdelerini de belirleyin.’ Raporu bilirkişiye yollayacak ama diyor ki, ‘Bu bilirkişiye yollamayayım da yeni bir bilirkişiye yollayım.’ O yeni bilirkişi nasıl oluyorsa durumu yeniden değerlendiriyor ve o kapasite artırımını verenleri sorumlu görmüyor. Birinci bilirkişi sorumlu görüyor, ‘Oran yazmadı’ diye geri yolluyorlar. Ama onlara değil başkasına yolluyorlar. O ayarlanmış yeni, makul ve muteber, Sayın Kurum’u kollayacak, AK Parti’yi üzmeyecek rapor geliyor. Yahu mahkeme heyeti, hiç değilse iki farklı rapor var, üçüncü bilirkişi? Onu da kabul etmiyorlar. Şimdi Uğur Yıldız’ın annesi bu duruma gerekli itirazları dün yargı yoluyla yaptılar. İtirazını dile getirmek üzere bu Meclis’e gelmiş. Bu Meclis, ‘çaresizlerin son çaresi olma’ durumunu koruyacaktır. Cumhuriyet Halk Partisi de her zaman yaptığı gibi… Uğur’un annesi diyor ki, ‘Evladımın sesini siz duyurursunuz.’ Biz duyuracağız teyzeciğim, evladına da biz sahip çıkacağız.”
“‘BURAK’TAN TÜM TÜRKİYE’NİN HABERİ OLACAK’ DEDİK”
“Bir acılı baba aynı şeyi söylüyor. Bütçe görüşmeleri sürerken grup toplantımıza verilen ara sırasında, buraya gelmişler ve görüşmek istemişlerdi. Genel merkezimize çağırdık. Burak Oğraş’ın babası Murat Bey burada. Burak Oğraş, 14 yıl önce bir otelde çalışıyor. Şimdilik otelin adı gizli. Ama istedikleri gibi gizli kalmayacak, birazdan duyacaksınız. Kendisi öğrenci, Tekirdağ’da otelcilik okuyor. Diyorlar ki, ‘Antalya’daki şu otele gidip staj yapacaksın. Otelin yatakhanesinde kalacaksın. Dönüp buraya geleceksin.’ O staj için o otele gidiyor, otelde çalışıyor. Otelin eski bir binası misafirhane, oraya giriyor. Girdiği saat belli. O dakikadan itibaren telefonundan haber alınamıyor, 14 yıldır hala yok. O otelde ya da o misafirhanede ne gördüyse, onu görmesi onun hayatına mal oluyor. Otelin eski havuzunun içinde cesedi bulunuyor. Olay yerine ilk giden savcı, Sayın Rafet Zeybek. Kendim de konuştum, diyor ki ‘Ben keşif savcısıydım. Zaten hiç intihar yazmak aklımın ucundan geçmedi. Çünkü oradan oraya düşemez. Gözle belli.’ Adli Tıp, ‘kasten adam öldürme durumuna ilişkin rapor diyor; şurasında kırık var, burasında darp var.’ Sonra yakalama bekleniyor, gözaltılar bekleniyor derken bunların hiçbiri olmuyor. İntihar etti deyip dosyayı kapatıyorlar. Baba Murat Bey, ‘İlk günler’ diyor ‘Bize taziyeye iki isim geldi.’ Bunlardan biri şimdi Adalet Bakanlığı’nda çalışıyor. ‘Dediler ki otelin sahibi, aslında daha da yukarılarda birileri, otelin görünen sahibi bu iş kapansın istiyor.’ Taziye evinde… ‘Size 2011 yılının parasıyla 1 milyon lira teklif ediyor.’ Baba Murat Bey, kovuyor bunları. ‘Benim oğlumun cenazesi satılık değil. Benim oğlumun adalete ihtiyacı var bu vakitten sonra. Benim bir acılı baba olarak adalete ihtiyacım var’ diyor. 14 yıldır mücadele ediyor, çalmadığı kapı kalmadı. Her yerde kapanmış, kapanmış, kapanmış. Ama onun bildiği bir şey var. Çünkü otelin adı Rixos, sahibi Fettah Tamince. O dosyayı üzerinde bizzat takip eden Asayiş Şube Müdürü Nurullah Güler, 15 Temmuz gecesi tutuklandı, 19 yıl hapse mahkûm edildi. Hapiste FETÖ’cü. O günün Antalya Emniyet Müdürü Ali Yılmaz, olaydan 10 ay sonra emekli oldu, Rixos otellerinin Güvenlik Müdürü oldu. Bu babayı, bundan üç yıl önce Şişli Kongre Merkezi’nde Sembol İnşaat’a çağırıyor Fettah Tamince. Günü belli, saati belli. Diyor ki, ‘Uğraşma artık. Her iş mahkemede çözülmez. Amcamın işini görün’ diyor. Yine para teklif ediyorlar. Baba, Murat abi, elindeki su şişesini yere vuruyor, ‘Benim yasım, acım satılık değil. Ben adalete susamışım’ diyor. Kimsenin reddetmeyeceği büyüklükteki parayı bir daha reddediyor ve o Fettah Tamince şimdi Recep Tayyip Erdoğan’ın uçağında. 14 yıldır bu mücadele sürüyor. 6 şüpheli var, ‘Kovuşturmaya gerek yok.’ ‘Bir avukat arkadaşımız davayı yakından takip edecek’ dedik. ‘Antalya il örgütümüz konuyu toplumsallaştıracak’ dedik. Bunun yanı sıra Gençlik Kolları Genel Başkanı, geldi, seçimi kazandı, ‘Bana bir talimatınız var mı?’ dedi. ‘Estağfurullah’ dedim. Burada oturuyor. Dedim ki, ‘Senden tek isteğim, elbette işinizi yapacaksınız ama Burak’ın meselesi senin şahsi meselen olacak. Bundan bütün Türkiye’nin haberi olacak.’”
“FETÖ’NÜN SERMAYEDARI OLDUĞU BİLİNEN TAMİNCE, HESAP VERECEK”
“Nihayet bu yaşananlardan sonra şimdilik iki ‘soruşturmaya, kovuşturmaya gerek yok’ denen şüpheli için yakalama kararı çıktı. O dava açılacak, o kişiler sorgulanacak ama cenazenin ertesi günü de para teklif eden, 11 yıl sonra da para teklif eden, o günlerde FETÖ’nün bir numaralı sermayedarı olduğu bilinen, nasıl olduysa olmuş FETÖ’nün alt kısımları hapiste yatarken, bu yukarıda Erdoğan’ın uçağına binen Fettah Tamince er ya da geç çıkacak ve o yaptıklarının hesabını mahkeme önünde verecek. 16 yaşında bir çocuğu bir şey gördü diye susturacaksınız, öldüreceksiniz. Sonra da bu işin üstünü örteceksiniz. Asayiş Müdürü FETÖ’den içeride, Emniyet Müdürü sana Güvenlik Amiri olmuş. O geceki Savcı diyor, ‘Oradan oraya düşmesi mümkün değil.’ Adli Tıp, ‘Kasten öldürme. İntihar etti’ deyip FETÖ’cü imzalar ile kapamışlar. Ben buradan Emine Hanım’a sesleniyorum. Emine Hanım lütfen Tayyip Bey eve geldiğinde bu mevzuyu ona sorun. Deyin ki, ‘Bu konuda bir bilgi al yahu. FETÖ’cüler 16 yaşında bir evladı, bizim de torunumuz var, bizim de evlatlarımız var. Bu adamın otelinde ölmüş. Bu işi böyle kapatmışlar.’ Ben Emine Hanım’dan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi, osu, busu değil bir anne olarak Burak’ın annesinin yerine kendisini koyarak, Sayın Erdoğan’dan, Sayın Erdoğan’dan da Adalet Bakanı’ndan bu mevzuyla ilgili bir bilgi talep etmesini, olanı ve biteni görmesini… Hatta ben dinledim, dinlemeye dayanamadım. Murat Oğraş nerede? Burada olacaktı. İşte Murat Bey. 16 yaşındaki oğlunu kaybetmiş Murat Bey. Erdoğan çağırsın 15 dakika sonra sarayda. Emine Hanım çağırsın, nerede diyorsa yarım saat içinde oraya, biz yollayacağız gitsin derdini anlatsın. Murat Bey bundan sonra Burak’ın kardeşleri işte burada, hepimiz kardeşiyiz.”
“BÜTÜN MOTOKURYE KARDEŞLERİMİ KUCAKLIYORUM”
“Bu arada bir de motokurye Sametimiz vardı, biliyor musunuz? 20 yaşında, altı kardeş, hem okuyor hem çalışıyor. Ankara’da yol verme tartışmasında, kazada öldürdüler. Öldüren kişi ağırlaştırılmış müebbet aldı, çocukken bir önceki suçu işlemiş, önce ağırlaştırılmış müebbet aldı, iyi hal aldı, geçmişte suçu var diye, o suçu 18 yaşından küçük işlemiş diye şimdi sonradan iyi halden yararlandırmışlar. Yanındaki iki kişiyi, olaya karışan, beraat ettirmişler, ceza aldıkları halde. Onun da annesi ve kız kardeşleri geldiler, bu sıkıntıları dile getirdiler. Biz hayatını kaybettiği kavşağa adını veriyoruz. Bundan sonraki süreçle ilgili üzerimize düşeni sonuna kadar yapacağız. Bu davayı da takip edeceğiz. Motokurye Samet Özgül kardeşimizin şahsında 2022’de 58 motokuryenin öldüğünü, 2023’te 68 motokuryenin öldüğünü, bu yılın ilk altı ayında 24 motokuryenin öldürüldüğünü, son 2.5 yılda toplamda 150 motokuryenin çalışırken hayatını kaybettiğini bir kez daha hatırlatıyoruz. Kuryelerin sosyal güvence teminatı altına almasını, günlük çalışma saatlerinin insani koşullara indirilmesini, kayıt dışı ve güvencesiz çalışmaya son verilmesini, kayıt dışı çalıştıranlara ağır yaptırımlar uygulanmasını, katil bariyerlerin motorcu dostu bariyerlere çevrilmesini, kendi hesabına çalışan kuryelerle şirketlerin yaptığı sözleşmelerin çalışanları güvencesizleştirdiğini, bu konuya yasaklayıcı kanuni güvence getirilmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Motokuryeler pandemi ile birlikte sayıları çok artan, bu yoksulluğun da çok sayıda kişiyi güvencesiz olarak o alana ittiği yeni bir iş koludur. Sosyal demokrat bir parti olarak bütün motokurye kardeşlerimi kucaklıyorum. Onların da sorunlarını çözümünü takipçisi olacağımıza söz veriyorum.”
“KALANLAR SENİN BAŞININ ÜSTÜNDE DEĞİL, TÜRKİYE’DEKİLERİN AŞININ VE İŞİNİN ÜSTÜNDE”
“Hafta sonu başkan yardımcılığı görevini yürüttüğüm Sosyalist Enternasyonel’in toplantısı Fas’ın başkenti Rabat’taydı. Hem Başkanlar Kurulu toplantısına, hem Konsey Toplantısına katıldık. Tüm yurt dışı temaslarımızda olduğu gibi Filistin’in, Kıbrıs’ın ve Türkiye’nin uluslararası alanda uğradığı haksızlıkları dile getirdik. Doğru ve dünyanın pek çok ülkesinin anlamak istemediği haklı tezlerimizi tekrar ettik. Filistin konusuna çok ciddi zaman ayırdık. Ayrıca Suriye konusunda da, Sosyalist Enternasyonel‘de, Suriye’nin toprak bütünlüğünü önceleyen, barışını önceleyen, demokrasi önceleyen, bir daha Suriye’de kan akmamasını önceleyen konuları dile getirdik. Ve 76 ülkenin temsilcisi olanlara, önemli bir kısmı kendi ülkelerinde iktidarda olanlar da var. Türkiye’nin sığınmacı yükü karşısında yalnız bırakılmaması gerektiğini, bu sorunun bundan sonra hızla çözülmesi gerektiğini söyledik. Yaptığımız bütün temaslar, dünyanın ve Avrupa’nın bu konuda maddi kaynakları harekete geçirmekte hiçbir sıkıntılarının olmadığını, ancak Erdoğan’la yaptıkları elverişli anlaşmanın sağladığı avantajları terk etmek istemediklerini açıkça gözler önüne seriyor. Biz de buradan bir kez daha Sayın Erdoğan’a sesleniyoruz. Suriye’nin hızlı şekilde hem askeri hem siyasi istikrara kavuşması ve dünyadan bulunacak çok yüksek kaynaklarla hızla oranın yaşanılabilir bir hale getirilmesi ve Türkiye’de tüm sığınmacıların ülkelerine dönecekleri doğru bir planın takvimlendirilmesi gerekiyor. Sayın Erdoğan’ın ‘Gitmek isteyen gider, kalmak isteyen kalır, ensar-muhacir ilişkisi diye bir şey vardır, kalanlar başımızın üstünde’ yaklaşımını tamamen reddediyorum. O kalanlar senin başının üstünde değil, Türkiye’deki insanların aşının ve işinin üstünde oturuyorlar. Bu sebepten kesinlikle bunu kabul etmiyoruz. Bir de bunu bir dini yaklaşıma alet ederek, Mekke-Medeni arasındaki ensar-muhacir ilişkisini hatırlatarak, Peygamber Efendimiz’e sahip çıkılmasını söyleyerek başka bir planı vatandaşın dini duygularını, inançlarını sömürerek kabul ettirmeye çalışıyor. Öyle olsaydı Bulgaristan’dan Türkiye’ye soydaşlarımız, oradaki mezalimden kaçıp gelirken, Naim Süleymanoğlu’nun da daha sonra geldiği, sınır kapılarımıza dayanmışken, onlara kendi soydaşlarımıza kapılarımıza, evlerimizi açmışken, bütün Trakya’da camilerde, öğretmen evlerinde, evlerde, Ege’de bütün liselerde onlar yatarken Erdoğan çıkıp Özal’a şöyle bağırıyordu, ‘Ey Özal, aklını başına al. Bizim fakirimiz bize yeter. Millet yokluktan karısını pazarlayacak duruma gelmiş’ diyecek kadar çirkinleşiyordu. Bu sözleri söylüyordu. Bulgaristan’dan soydaşlar gelirken yoksullukla ilgili milletin gayri ahlaki işlere soyunduğunu söyleyecek kadar sert bir dille o işi eleştirenler, şimdi gelmiş Suriyeli sığınmacılar üzerinden Türkiye’de yeni bir seçmen potansiyeli yaratmak için, ‘Sizi ben vatandaş yaptım ilk seçimde oy kullandırtayım’ yaklaşımıyla Türkiye’ye bunu dayatmaya çalışıyor. Bulgaristan’dan geldiklerinde ne söylediğin ortada, şimdi söylediğinde bir samimiyetin olmadığı da ortada. O yüzden dünya para vermeye hazır, Avrupa işbirliğine hazır, Suriye’de mademki artık Esad gitmiştir, geçici sığınmacı statüsü ile ilgili gereklilik ortadan kalkmıştır, kalkmaktadır. Herkes memleketine dönecektir, senin sözlerinle söylüyorum. Bizim yoksulumuz bize yeter, bizim insanımızın aşının üstünde oturmasınlar. Senin başının üstünde oturanlar, bizim aşımızın üstünde oturamaz. Nokta.”
“YAZILAMAYAN İDDİANAME, GELECEKTE BU KUMPASI YAZANLARIN İDDİANAMESİNE GİRECEK”
“Geçen hafta adaletsizliğin simge mekânı olan Silivri Cezaevi’ne gittim. Esenyurt Belediye Başkanımızı, Ahmet Özer’i ziyaret ettim. Gezi tutukluları Osman Kavala’yı, Tayfun Kahraman’ı, Can Atalay’ı ve Avukat Selçuk Kozağaçlı’yı ziyaret ettim. Ahmet Özer 55 gündür tutuklu. Diğer kayyum atanan belediye başkanları -ki tüm atamaları yanlış buluyoruz- tutuksuz yargılanırken, Ahmet Özer‘e uygulanan düşman hukukunu bir kez daha dile getirmek istiyorum. Ahmet Özer hem Cumhuriyet Halk Partisi’nin bütün üyelerine, hem kendisine sahip çıkan bütün muhalefet partisi liderlerine, üyelerine, hem de kayyum atandığı günden bu dakikaya kadar başta İstanbul İl Örgütümüz, Büyükşehir Belediye Başkanımız, belediye başkanlarımız ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’na yürekten teşekkürlerini iletti, Genel Başkan olarak onun selamlarını ben size iletiyorum. Önce hukuksuz bir gözaltı, sonra yalancı bir gizli tanık, ikisi de fos çıkınca şimdi biliyorsunuz dört günde 200 sanığa iddianame yazan bir kahraman savcı var orada. Bununla övünüyor. O savcıya bizim seyyar giyotin baskı yapıyormuş, ben çıkıp diyorum ya ‘Dört günde 200 sanığa yazıyorsun da bir Ahmet Özer’e 55 gündür nasıl yazamıyorsun? Hadi yaz iddianameyi’ deyince savcı şu cevabı vermiş. Vermediyse açıklama yapsınlar. ‘Gel bu delillerle sen bir iddianame yaz’ demiş. Şimdi delil arayışına girişmişler. Ahmet Özer’in bugünden itibaren 20 yıl geriye dönük, elde yazıyor. 1 Ocak 2004 yılından bugüne kadarki bütün telefon kayıtlarını istemişler. O kişilerin tamamının güvenlik taramasını yapmışlar. Onun içinden geçmişte suçu olan, soruşturması, kovuşturması olan bazılarını bulup ‘Ahmet Özer bunlarla ilişki halinde’ deyip o kişilerin üzerine gidiyorlar. Öyle işler var ki, birisi aynı günde sekiz görüşme. Öğrenci velisi. Kayıt için yardım istiyor, Mersin’e gelmiş memleketinden. ‘Bizim çocuğun kaydında yardım et.’ Bir diğeri kitap var, kitap yazmış, kapağını tasarlatacak. Kitap kapak tasarımcısı, 20 günde bilmem kaç yüz görüşme. Kitap tasarımı bu, sen bir tane kitap yazsan, ‘Adaletin katli’ diye, kapağını tasarlatsan sen de tasarımcı ile günde birden çok kez görüşeceksin. Bir diğeri kızın evinin kirasını yatıran kişi. Örgüt bağlantısı, para alışverişi arıyorlar. Bir diğeri Şanlıurfa’dan gelip, bu kadar ciddi konuda bu kadar komik ifadede olmaz da acı biber salçası satıyormuş. Diyor ki, ‘Ayın belli günlerinde yoğun görüşme.’ Ahmet Özer diyor ki, ‘Çok severim’ diyor, ‘Geliyordu’ diyor ‘Beni arıyor, geldim, şuraya geleyim, başka kime gideyim’, ‘Ben onu telefonla yönlendiriyordum bir kaç kişiye’ diyor. ‘Allah biliyor ya bizden çıkınca da adliye binasına gidiyordu üniversiteden çıkınca’ diyor. Acı biber salça satıcısı. Bunlardan örgüt çıkarmaya çalışıyorlar. Bakın 55 gün, tek kişi, sabahki delille tutukladı, akşamüstü öbür mahkeme her ne kadar olmasa da ‘Gizli tanık var’ dedi. Gizli tanık boş çıktı, şimdi meseleyi başka işlerle sulandırmaya çalışıyorlar. Bu sebepten dolayı gözümüz üstünde meselenin. Yazılamayan iddianame, gelecekte bu kumpası yazanların iddianamesine girecek. Çünkü yalandan delil üretmeye, yalancı şahit üretmeye çalışanların 15 Temmuz’dan sonra nasıl o iddiaların altında kaldıklarını, nasıl onun hesaplarını veremediklerini gördük. Ona göre bu işlerin içine itilmeye çalışan kim varsa, o ‘Bu delillerle gel desen bir iddianame yaz’ diyen arkadaş doğru bir iş yapıyor. Ben olsam dosyadan çekilirim, yollarım geriye, o talimatı veren seyyar giyotin yazabiliyorsa kendi yazısını iddianameyi.”
“VEREMEYECEK HESABI OLMAYANLARIN İKTİDARI, BUGÜN BUNLARI YAPANLARIN HESAP VERDİĞİ GÜNLER GELECEK”
“Ziyaret ettiğimiz gizli sanıklarından biri hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kaçıncıya karar veriyor ‘Bırakın’ diye, Sayın Kavala hakkında. Bir diğeri Can Atalay, seçilmiş Hatay Milletvekili. Tabii seçilmiş Hatay Milletvekili için Anayasa Mahkemesi kararı var. Bir diğeri partimizin üyesi, benim kardeşim, MS hastası Tayfun Kahraman. Bir yandan sağlık durumu ortada, bir yandan Gezi sırasında ‘Barışçıl bir şekilde dağılalım buradan’ demesi ortada. Bunu duyan bazı ileri grupların, Tayfun Kahraman’a tepki göstermesi ortada. Ama Tayfun Kahraman hepimizin yerine içeride, yakından takip ediyoruz. Soma davasından iki tane tutuklu kaldı. Diyeceksiniz hani hepsini salmışlardı? Öldürenleri saldılar, hayatını kaybedenleri savunanları, Can Atalay ile Selçuk Kozağaçlı’yı Silivri’de tutuyorlar. Selçuk Kozağaçlı’nın aslında iyi hal süresi bir yıldır geçti. Şimdi denetimli serbestliği geldi, iki yıl kaldı cezası. Hala daha düşman hukuku uygulayarak kendisini salmıyorlar. Oradan çıktık, oradaki hali gördük, dışarıya baktık. Özlem Gürses ödül almak için geldiği Ankara’da, anneciğinin yanında, otelden gözaltına aldırılıyor, İstanbul’daki başsavcının talimatıyla. Tam düşman hukuku. Takip ediyor, ‘Özlem Gürses nerede şimdi? ODTÜ’de ödül alacak. Gidin alın anasının yanından, Ankara’da saatlerce tutun, 7 saatte İstanbul’a getirin, 6 saat orada bekletin, ifade alın, ondan sonra götürün ev hapsi yapın.’ Bir yandan İstanbul Barosu’na bir yandan Gazeteci Seyhan Avşar’a, bir yandan T24’e yapılan soruşturmalar, ne yapılmaya çalışıldığı çok belli. Ayakları titriyor bu iktidarın. Sokağa çıkacak yüzleri yok, sadece il kongrelerine gidebiliyorlar. Birazdan anlatacağım. ‘Güçlüyüz, her şeye mukadderiz, her şeyi yapabiliriz, en ufak eleştiriyi cezalandırırız, kadın demeyiz genç demeyiz, gazeteci demeyiz, herkese bir ayar veririz.’ Bu güçten olmuyor. Dünyanın en güçlü ülkelerine bakın, en güçlü parlamentolara, en güçlü yargıya, şunun yüzde biri yok. Neden? Özgüvenleri var. Özlem Gürses‘in kurduğu devrik cümleden suç çıkarıp da ibreti alem için onu oraya koyacak kadar aciz bir hükümet burada var, başka bir tarafta yok. Dünyanın güçlü hükümetleri özgüvenlilerdir, devrik cümleden korkmazlar. İnternet sitesinden korkmazlar. Gazeteciden korkmazlar. Seçilmiş milletvekilini içeride tutmaktan, ‘Devlet güç gösteriyor’ diye medet ummazlar. Derler ki, ‘Millet birini yollamışsa o gelir burada görevini yapar, bunun önünde hiçbir engel duramaz. Esas olan halkın iradesidir’ derler. Esas olan kerameti kendinden menkul bir takım stratejik adamların, derin stratejilerin, çirkin planların ürününden medet umanlar, aslında yatağa başını koyduğunda uyuyamayanlardır. Bu salondakiler ya da Silivri’de yatan ziyaret ettiğim arkadaşlarımız, biz yatağa başımızı koyduğumuzda biz uyuyabiliyoruz. Uyuyamayanlar düşünsün. Yakında veremeyecek hesabı olmayanların iktidarı başlayıp, bugün bunları yapanların hesap verdiği günler gelecek.”
“TÜRKİYE, DÜNYANIN EN ÖNDEKİ SUÇ ÜLKELERİNDEN BİRİ HALİNE GELMİŞTİR”
“2002 yılında Erdemliler Hareketi diye iktidara gelenler geldiğinde dünya ortalamasında tutuklumuz varmış, hükümlümüz varmış. 2002’de 100 bin kişi başına 85 kişi cezaevindeyken bugün bu sayı 443’e yükseldi. Yüzde 420 arttı. Sakın aklınıza bir şey gelmesin, FETÖ. Evet, FETÖ’den de yatanlar var, az değil ama oranı yüzde 420 artıracak kadar hiç değil. Sakın ha sakın, FETÖ’den yatan yatıyorsa da işlediği suçtan yatıyor. Ama ona o imkânı, suç işleyeceği şeyi bu sistem getirdi. O F-16’ya İsmet Paşa bindirmedi burayı bombalayanları. O tanklara Deniz Baykal oturtmadı o tank komutanı binbaşıyı. Ya da millete ateş edenleri mülakatta Kemalistleri eleyip de FETÖ’cüler mülakatta içeri alınırken Kemal Kılıçdaroğlu değildi ülkeyi yöneten başbakan. O yüzden FETÖ’cüler doluysa onlar da var ama en çok uyuşturucudan içeride olanlar var. Giriyorlar çıkıyorlar, giriyorlar çıkıyorlar. Bugün Türkiye cezaevleri 100 bin kişiden 443’ünün cezaevinde olduğu bir oranla Avrupa’nın en önde, dünyanın da en öndeki suç ülkelerinden bir tanesi haline gelmiştir. Bunu yapan da bu iktidarın ta kendisidir.”
“‘KIŞKIRTMA’ DEDİĞİ ŞEY ASGARİ ÜCRET, EMEKLİ AYLIĞI İSYANIDIR”
“Meclis’te 2025 yılı bütçesine ilişkin 11 gün süren aralıksız Genel Kurul görüşmelerini tamamladınız. Ben Grup Başkanvekillerimizin şahsında bütün Grubumuza, çok yakından takip ettim, biliyorsunuz. Çoğu konuşmanızı dinledim, dinleyemediklerimi sizlerin sosyal medyalarından, basından takip ettim. Halkın gerçek gündemini hem komisyonda Plan Bütçe Komisyonu üyelerimiz, hem burada, hem onlar hem sizler ülkenin gerçek gündemini konuştunuz, Sayın Erdoğan bunu görüşmeleri sabote etmek, kışkırtmak olarak algılamış. Bundan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Orada görüşmelerde kışkırtma dedikleri şey, sizin asgari ücretle ilgili yaptığınız değerlendirmedir. Sizin 12 bin 500 liralık emekli maaşına isyanınızdır. Sizin Erdoğan’ın hemşerisi çay üreticisini, Antep‘teki fıstık üreticisini, bütün İç Anadolu’daki hububat üreticilerini, sizin üzüm üreticisini, fındık üreticisini, narenciye üreticisini savunmanızdır. Eğer bunlarla siz bu insanları kışkırttıysanız, hükümete karşı ayağa kaldırdıysanız, bu hükümetin bu iktidarı sürdürmesi ile ilgili umutlarını biraz daha aşağılara götürüp de Tayyip Bey’in moralini bozup da çiftçiye, işçiye, emekliye, gençlere, yoksullara, işsizlere umut olduysanız helal olsun size, helal olsun size. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’yla ayrı ayrı gurur duyuyorum.”
“‘30, ALTINDA YOKUZ’ DEMEYE DEVAM EDECEĞİZ”
“Sen milletin derdini konuşamayan, kürsüye çıktığında seni övmekten başka doğru düzgün cümleler kuramayan, kendi grubunun yaptığı konuşmalara bak. Bu milletin derdini dile getiren Cumhuriyet Halk Partisi’nin Grubu milletin verdiği görevi yerine getiriyor. Biz millet için bütçe istedik, onlar faizciler için, vergi vermeyen Kırk Haramiler için ya da teşvik adı altında beşte biri işe yarayan, beşte dördü yandaşların cebini dolduran gelir vergisinden vazgeçmeleri için, kurumlar vergisinden vazgeçmeleri için bütçe getirdiler. Asgari ücretli, emekli, kepenk kapatan esnaf tamamının gözü kulağı hem onların dediğini duydu gördü, hem de sizin neler söylediğinizi gördü. Şimdi hepsi birden döndüler, sizin bunca anlatmanızdan ve AK Parti’nin bunca çarpıtmasından sonra yarın asgari ücrete seçim yılında üç kez zam sözü veren… Asgari ücreti martta, temmuzda, ekimde güncelleyebiliriz diyordu ya. Bu sözü söylediğinde enflasyon bunun altındaydı. Şimdi gelmiş, ‘Asgari ücrete zam yapmak enflasyonu artırır’ diyor. 2024 yılında asgari ücrete bir kuruş zam yapmadı. 17 bin 2 lira başladı, 17 bin 2 lira bitti. TÜİK’e göre bile enflasyon yüzde 47. Asgari ücretlinin enflasyonu, yani TÜİK’in hesapladığı pinpon topunu yemediğine göre, çocuğuna harçlık diye bakır çubuk vermediğine göre, asgari ücretlinin kirası, kırtasiye giderleri, giyim giderleri ve özellikle gıda ile ilgili harcamalarda yüzde 78 artış var. Yüzde 80’e yakın… Asgari ücretliye 17 bin 2 lirayı, geçen seneki noktada verecekseniz bile yüzde 78 zam yapmanız lazım. Bunlar 21 bin – 22 bin liraları konuşacak kadar şuurlarını kaybetmişler. Toplumdaki beklenti, 30 bin liranın üzeri çıktı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu kürsüden aylar önce ‘30, altında yokuz’ dediğini, kahvehane kahvehane, köy köy, işçi servisi işçi servisi, durak durak, lokal lokal gezdiğimizi, bunu bütün örgütümüzü ve 81 ilde, 973 ilçede anlattığımızı ve üç ayın sonunda Türk İş’in birileri çok kızsa da 29 bin 583 lira gibi bizim ‘30, altında yokuz’ dediğimiz yere bir fiyat açıkladığını, DİSK’in ‘İki asgari ücret hiç olmazsa yoksulluk sınırı üzerine çıkmalıdır’ diyerek -ki 68 bin lira o yoksulluk sınırı- 34 bin lira gibi bir asgari ücreti tariflediğini, tariflerinden birinin de bunun olduğunu, en az bunun olması gerektiğini çok dikkatle takip ediyoruz. O yüzden Cumhuriyet Halk Partisi olarak hem tespitimiz, hem çalışmamız, hem de bu noktada toplumda yarattığımız umut çok doğru bir yerdedir. Biz ‘30, altında yokuz’ demeye devam edeceğiz. Süreci dikkatle takip edeceğiz.”
“SEFALET ÜCRETİ TELAFFUZ ETMEYİN, İKTİDARI SİZE DAR EDERİZ”
“Diğer yandan emeklilerin durumu… En düşük emekli maaşının 12 bin 500 lira olması. Bu iktidar gelmeden önce en düşük emekli maaşının 1,5 asgari ücret olduğunu, bu süreçte en azından bir asgari ücret hak ettiklerini, bu olmadığı takdirde emeklilerle birlikte bu yıl boyunca seçim meydanlarında 105 kez; her seçim mitinginde emeklilerin sorununu konuştuğumuzu, yaptığımız her tematik mitingte emeklileri konuştuğumuzu, 81 ilden emeklilerle Ankara’da Büyük Emekli Mitingi yaptığımızı hatırlatarak, şunu ifade etmek istiyorum. Emeklilerde en düşük maaşta 14 bin 500 lira gibi olmadık rakamlar ifade ediyorlar. Aklınızı başınıza alın, emekliye bir asgari ücreti verin. Ayrıca asgari ücrette de öyle 21 bin lira gibi sefalet ücretlerini asla telaffuz etmeyin. Eğer buna kalkışırsanız, emekçilerle ve emeklilerle birlikte bu Türkiye’yi, bu meydanları size dar eden, sizi o koltukta oturmaya devam ettirmeyen Cumhuriyet Halk Partisi olacaktır. O meydanları da size dar edeceğiz, o iktidarı da size dar edeceğiz. Hodri meydan!”
“‘EYT’ DİYOR AMA ONUN MAAŞINI ZAM VERMEDİĞİ EMEKLİYE ÖDETİYOR”
“Ekonomi Takımımız 13’üncü il gezisini tamamladı ve 14’üncüsünü geziyor. En son Adana’daydılar; Mersin’de, Zonguldak’ta, Bartın’daydılar. Raporları okuyoruz. Bir-iki dikkat çeken yere bakıyorum. Örneğin Zonguldak’ta bir balıkçı, ‘Hamsiyi eskiden kasayla satardık, şimdi gramla satıyoruz’ diyor. Hamsinin kilosu 200 lira olmuş, Zonguldak’ta. 200 lira… Bartın’da bir emeklimiz, ‘12 bin 500 lira aylık alıyorum. 7 bin 500 lira kira ödüyorum’ diyor ve ekliyor. ‘Ben bundan sonra bu sefaleti yaşamak istemiyorum. 5 bin lira ile geçinmek istemiyorum. Mutlaka, mutlaka artık sandık istiyorum. Bu iktidarı değiştirmek istiyorum’ diyor. TÜİK’in, SGK’nın istatistiklerine göre 2019’da, bundan 5 yıl önce o durum da çok kötüydü ama emekliye milli gelirin yüzde 6,1’i ödeniyordu. Bugün emekliye yüzde 4,3’ü ödeniyor. Oran, dünyada yüzde 8. En fakir ülkelerin dahil olduğu dünyada yüzde 8. Doğu Avrupa’da yüzde 9,3. Avrupa ülkelerinde yüzde 11,5. Türkiye’de yüzde 4,3. Hani diyor ya, ‘EYT oldu, EYT oldu.’ EYT gelmeden önce gayrisafi milli hasılanın yüzde 6,1’i, geldikten üç yıl sonra yüzde 4,3’ü. Yani EYT oldu ama zam vermeyerek yeni emeklilerin maaşını mevcut emeklilere ödettiriyor. Bunu hepimizin görmesi lazım.”
“EN YOKSULUN ÜÇTE BİRİ 65 YAŞ ÜSTÜ”
“Ülkemizde en yoksul yüzde 10’luk nüfusun yüzde 30’unun 65 yaş ve üstündeki yurttaşlar olduğunu görmek, yani en yoksul yüzde 10’un üçte birinin 65 yaş üstünde olduğu gerçeği ile yüzleşmek lazım. Geçtiğimiz hafta Meclis’in önünde emekliler geldiler, milletvekillerine seslenmek istediler. Biz emeklilerin de emekçilerin de sesini duyuramayan herkesin en son gelecekleri yerin burası olması gerektiğine inanan bir partiyiz. Meclis Başkanı’na teklifte bulundum, cevap bekliyorum. Meclis’in önündeki o park yerini Ankara Büyükşehir ve Çankaya Belediyesi Meclis’e devretmeye, orayı bir özgürlük alanı haline getirmeye, oraya kurulacak bir kürsüyle, kurulacak kameralarla her derdi olanın milletvekillerine sesini duyurmaya, Meclis TV’nin vekillerin sesini millete duyurduğu gibi milletin sesini de vekillere duyurmasına ilişkin öneride bulunduk. Halen daha cevap bekliyoruz Sayın Kurtulmuş’tan. Bu kürsüden söyledim defalarca. Ama yeter ki orası bir özgürlük alanı olsun. Çünkü Meclis’in içine aldığımızda biz oraya istediğimiz kabul ederiz.”
“EMEKLİYE COP VURUYORLAR, ORAYI ÖZGÜRLÜK ALANI YAPALIM”
“Öbür türlü saraydan bir talimatla emekliye orada cop vuruyor, biber gazı sıkıyorlar. Yahu emeklinin derdi; sivri biber olmuş 130 lira markette, 100 lira pazarda. Biber alamayan emekliye biber gazı sıkıyor devletin parasıyla ve cop vuruyor emekliye. Bunun kabul edilebilir bir tarafı yok, artık sözün bittiği nokta. Buradan Numan Kurtulmuş’a şunu söylüyorum. Mensubu olduğunuz siyasi parti, onların sizin ‘Efendim herkes konuşsun, elbette dinleyelim. Burası gelip milletin dayanacağı yerdir…’ E dayanıyor, bir şey yapamıyorsunuz. Bir kez daha söylüyorum. Orayı bir özgürlük alanı, özgürlük parkı, özgürlük anıtı yapalım. Demokrasi meydanı yapalım. Orayı Meclis güvencesine alalım. Emeklilere de şunu söylüyorum. Hiç merak etmeyin. Hem o biberi alabileceğiniz, hem de o biber gazı sıkandan hesap soracağınız günler çok yakında geliyor. Hep birlikte yapacağız bunu.”
“BU ÜLKEDE İLK KEZ İKTİDARINIZDA MAAŞ ÖDENMEDİ”
“Ben okumaktan utanıyorum, onlar yapmaktan utanmıyor. 1 milyon atanmayan öğretmen var ya. Bunların 85 bini ücretli öğretmen olarak çalıştırılıyor. Zaten bin tane sorunları var, bir de aralık başında almaları gereken kasım maaşını ödememişler. Neden? ‘Ödenek bitti.’ Yahu bu ülkede bakın diyordu ya ‘CHP gelirse maaşları ödeyemez.’ Bu ülkede maaş ödenmediği filan olmaz da bunu da ilk kez iktidarınızda yaptınız. Bu yapılan bir, küstahlık. İki, iş bilmezlik. Üç, boşvermişlik. Geçen yılki bütçe kanununda yüzde 2 yedek ödenek var. Ayrıca fasıllar arası aktarma yetkisi Cumhurbaşkanı’nda. Bu ülkenin herhangi bir ödeneğinde para varsa, onu önce yedek ödeneğe aktarıp, oradan ilgili bakanlığa aktarmak da bir imza, bir imza. Ama bunu yapmayacak iş bilmezlikte olanlar, bir yandan da kendi işi dışında her işe karışan, yılbaşı kutlamasına karışacak kadar vasatlaşan Milli Eğitim Bakanı maaşını çekmiş. Öğretmenlere maaş ödeyemiyorken, 85 bin ücretli öğretmene yılbaşı üzeri maaşını ödemiyorken, gidip de maaş almaya utanmayan bir Milli Eğitim Bakanı var. Erdoğan’a sesleniyorum. Yarından tezi yok, yüzde 2 yedek ödenek zaten duruyordur. Durmuyorsa da nerede para varsa çekilsin. Bu arkadaşların, bu yok zamandaki çilelerine son verilsin. Bu paranın ödenmemesinin hiçbir şekilde izah edilebilecek bir tarafı yok.”
“SADECE ESAD’A DEĞİL, TÜM TEK ADAMLARA KARŞIYIM”
“Gelelim biz ‘emekliler’ dedikçe, ‘asgari ücret’ dedikçe, ‘Dar gelirlilerin, yoksulların, işsizlerin, gençlerin sorunlarını çözün’ çağrısı yaptıkça, hükümet Suriye üzerinden çeşitli iftiralarla Cumhuriyet Halk Partisi’ne yükleniyor. Zaten dediklerine verdiğim değeri biliyorsunuz; onun yaptığı iftiralara, hakaretlere. Ama Sayın Bahçeli’nin de önüne konulan metinlerde, Sayın Erdoğan’ın da ekranına yansıtılan metinlerde, Cumhuriyet Halk Partisi Esad’ın yasını tutuyormuş. Cumhuriyet Halk Partisi, Suriye’deki rejim değişikliğinden üzüntü duyuyormuş. Sayın Erdoğan, şunu çok netlikle söyleyeyim: Esad, bir tek adamdı. Ben tek adamlara karşıyım. Esad gitti, yerine demokrasi gelirse bırak üzülmeyi onu bir bayram olarak kutlamaya da hazırım, razıyım. Ama sana kötü haber; ben, dünyadaki bütün tek adamlara karşıyım.
‘SURİYE’Yİ ‘DOĞRU OKUDUK’ DİYOR AMA…”
“Tabii dün çıkmış, ‘Suriye’deki gelişmeleri doğru okuduk’ diyor. Suriye’deki gelişmeleri doğru okuduğunu söyleyen Erdoğan’ın bu gelişmeler olurken ne konuştuğunu ben size okuyayım. Halep HTŞ’nin kontrolüne geçmiş, 5 Aralık akşamı. Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında Milli Güvenlik Kurulu toplanmış bakanlar, komutanlar. Bildiri yayınlamışlar. Üçüncü maddesi diyor ki, ‘Suriye’de yaşanan son gelişmelerin sivil halkın can ve mal güvenliğine zarar vermemesi için gerekli tedbirlerin alınmasının önemli olduğunu ve rejimin..’, Esad’ı diyor. Rejimin kendi halkıyla ve meşru muhalefetle uzlaşması gerektiğini ifade ediyor. Bakın, o anda Halep HTŞ’nin kontrolünde. Bana diyor ya ‘Halep düşmüş, bu çağrı yapıyor’ diyor. ‘Esad ile görüşün.’ Milli Güvenlik Kurulu bildirisi üçüncü madde. Komutanlar, bakanlar ve başlarında da Cumhurbaşkanı var. Yetmiyor. Ankara, HTŞ’nin Halep’i aldığı gün Esad’a destek verdiği Suriye Milli Ordusu ile uzlaşma çağrısı yapıp, HTŞ’yi değil Suriye Milli Ordusu’nu meşru muhalefet gördüğü vurgusunu yapıyor. Erdoğan’ın imzasıyla terörist ilan edilen HTŞ, ertesi gün 6 Aralık sabahı Hama’ya giriyor ve Hama’yı alıp Şam’a doğru yürüyüşe geçiyor. Erdoğan 6 Aralık Cuma günü namaz çıkışında şunu söylüyor: ‘Terör örgütleri ile birlikte oradaki bu direniş devam ederken bizim de hatırlarsınız Esed’e bir çağrımız olmuştu. Gel görüşelim ve Suriye’nin geleceğini birlikte belirleyelim, tayin edelim demiştik. Ne yazık ki Esed’den bu işe şu ana kadar olumlu bir yanıt alamadık. Şu an itibariyle İdlib’ten sonra, İdlip zaten tamam, ama Humus yine muhaliflerin elinde ve Şam’a doğru bir ilerleyiş söz konusu. Bütünüyle bölgede devam eden bu sıkıntılı yürüyüşler arzu ettiğimiz şekilde değil. Gönlümüz bunları istemiyor. Maalesef bölge sıkıntıda.’ Şam’ın düşmesine saatler kala, cuma namazı çıkışında. Dönmüş, ‘Efendim biz doğru okuduk. CHP doğru okuyamadı.’”
“BİZ HEP ESAD’A ‘ESAD’, SURİYE İÇİN DE ‘DEMOKRASİ’ DEDİK”
“Cumhuriyet Halk Partisi, ilk günden son güne kadar Esad’a hep ‘Esad’ dedi. ‘Esad’ derken el ele tutuşup, eşli tatile çıkmadık. Sonra da sanki Esad’ın bir anda tek adama olduğunu öğrenip, ona ‘Esed’ demeye başlamadım. ‘Esad’ dediğimiz her süreçte ‘Suriye için demokrasi, Suriye için toprak bütünlüğü, Suriye’deki tüm kesimlerin temsil edildiği demokrasi…’ Esad ile yapılan bütün telkinler; ‘Ülkende demokrasiye geç, ülkende özgürlükleri artır.’ Ama Erdoğan el ele tatil yaparken de eşleri ile birlikte Esed bir diktatördü, bir tek adamdı. Ona küfrederken de öyleydi. Son bir yılda pişman olup ‘Gel görüşelim’ dediğinde de öyleydi. Biz; ne ben, ne benden önceki Genel Başkanımız, ne süreç boyunca görev yapan herhangi bir Grup Başkanvekilimiz, Parti Sözcümüz, milletvekilimiz ne Esad’ı güzelledik, ne Esad’ın bu rejiminin iyi olduğunu söyledik. Ne de Erdoğan gibi Türkiye’yi 4,5 milyon sığınmacıya muhatap edecek şekilde orada iç savaş kışkırtıcılığı, ‘eğitelim, donatalım, yollayalım, savaşsınlar’ yapıp ya da cihatçı terör örgütlerini kendimize partner yapıp, herhangi bir iş yapmadık. O yüzden yaptığı şeyi abartmak, yapmadığı şeyle övünüp göğsünü kabartmak hep yalanın yan dalları; türevleri.”
“SİSİ’YE DE ‘KATİL’ DİYORDU, ŞİMDİ ‘KARDEŞİM’ DİYOR”
“Sayın Erdoğan çaresizlikten bu dallara tutunuyor. Yanlış kararlar verdiğini hamasi nutuklarla örtmeye çalışıyor. Oysa Mısır Devlet Başkanı Sisi’ye ‘katil’ diyordu, şimdi ‘kardeşim’ diyor. 15 Temmuz’dan Birleşik Arap Emirlikleri’ni sorumlu tutuyordu, Şimdi kardeşine sarılmasından daha fazla onlara sarılıyor. Suudi Arabistan’a ‘katil’ diyordu, şimdi Suudi Arabistan ile can ciğer kuzu sarması oldu. Ama Cumhuriyet Halk Partisi tüm bu süreçlerde hep durduğu doğru yerde durdu, doğru uyarılarda bulundu. Halen daha da onlar troll orduları ile fetih hikâyeleri yazmaya çalışırken, Cumhuriyet Halk partisi muhalefetin verdiği sorumluluk ve gelecekte iktidara yürüyen bir partinin taşıması gereken sorumlulukla davranmaya devam ediyor.”
“14 YIL ÖNCE SENİN PEŞİNE TAKILSAYDIK, BUGÜN TÜRKİYE’NİN VERDİĞİ 283 ŞEHİTTEN BEN DE MESUL OLURDUM”
“Ama şundan rahatsızsa biz orada yokuz. ‘Efendim, Suriye’de rejim değişti. Biz düne kadar ‘terör örgütü’ dediklerimizle kol kola gireceğiz. Trump burayı bize, biz HTŞ’ye emanet edeceğiz. HTŞ de orada kendine göre bir rejim kuracak.’ Biz orada yokuz. Biz orada Kürtlerin de, Arapların da, Türkmenlerin de, Dürzilerin de tüm dinlerin, tüm mezheplerin, tüm etnik kökenlerin vatandaşlık bağı ile bağlı olduğu güçlü bir anayasa, serbest seçimler ve hepsinin temsil edildiği bir yönetimi savunuyoruz. Biz toprak bütünlüğünü savunuyoruz. Biz Afganistan’daki gibi bugün takım elbise kravat, yavaş yavaş iki yıl sonra radyoda kadın sesi de yasak. Böyle bir sürecin olmaması için müteyakkız davranmak gerektiğini ifade ediyoruz. ‘Toprak bütünlüğü’ dersen seninleyiz, ‘Demokratik seçim dersen’ seninleyiz. Eğer ‘Suriye’de herkesin temsil edildiği yönetim’ dersen, seninleyiz. Niye? Çünkü bu dediğin yerde, yıllardır bizim söylediğimiz Türkiye’nin menfaatleri var. Orada birleşebiliriz. Ama senin peşinden HTŞ’nin peşine takılıp, altı yıl önce o görüntüleri, kafa kesme görüntülerini, o görüntüleri görüp asla ve asla durmayız. Hele hele 14 yıl önce senin peşine takılsaydık, doğruları söylemeseydik bugün Türkiye’nin verdiği 283 şehitten ben de mesul olurdum. 33 askerin Rus uçaklarıyla vurulmasından, senin bir de gidip Kremlin’de kapıda iki dakika beklemeden, oraya sayaç koyulmasından, onun Rus televizyonunda gösterilip, onun üzerinden bu ülkeyle alay edilmesinden ben de sorumlu olurdum. 4.5 milyon Suriyeli sığınmacıdan ben de sorumlu olurdum. O sığınmacıların iş bulup da, bizim çocuklarımızın işsiz kalmasından ben de sorumlu olurdum. O sığınmacıların çocuğunun bezinden, kadınının pedine her türlü ilacının, tedavisinin ücretsiz olup, bizim burada insanların çocuğunun altına naylon torba içinde bez koymasından ben de sorumlu olurdum. Bundan ne ben, ne bu parti grubundaki kimse, ne geçmiş dönem milletvekililerimiz, yöneticilerimiz, hiçbir Cumhuriyet Halk Partili mesul değildir. Bu kürsünün bunları uyara uyara dilinde tüy bitmiştir.”
“DIŞ POLİTİKA MACERACILIKLA DEĞİL, AKLISELİMLE KURGULANIR”
“Ve 200 milyar dolar kayıp. En kötü hesapla 200 milyar dolar kayıp. Burada herhalde beni dinleyip de bu paranın 200 milyar dolar kaybın Erdoğan’ın 14 yıl önce verdiği bir karardan kaynaklanmadığını savunacak kimse yok Türkiye’de. Varsa çıksın tartışalım. Peki neyle övünür Erdoğan? Köprüler, otoyollar, havaalanları. Övünelim. Eğer o 200 milyar doları kaybettirmeseydin 161 tane Avrasya Tüneli yapıyordun. 200 milyar doları kaybettirmeseydin 153 tane Osmangazi Köprüsü yapabilirdin. 200 milyar doları Suriyeli sığınmacılara harcamasaydın, 75 tane Çanakkale Köprüsü, 19 tane İstanbul Havalimanı yapabiliyordun. Bu kadar büyük bir kayba Türkiye’yi getiren kişi Recep Tayyip Erdoğan denen kişidir. Ondan başkası değildir. Ama biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmaya, Suriye’deki istikrarın sağlanmasını savunmaya, Mehmetçiğimizin güvenliğinin, hiçbir olası maddi getiri karşılığında riske atılmamasına, yurttaşlarımızın huzuru ve esenliği için hiçbir macera için TSK’nın bir tane bile erinin bir tane bile Mehmetçiğin feda edilmemesine, riske atılmamasına dikkat çekmek istiyoruz. Yeni göç dalgalarının olmaması ve en hızlı şekilde geri dönüşün sağlanması için Erdoğan’a bir kez daha sorumluluklarını hatırlatıyoruz. Dış politika maceracılıkla değil aklıselimle kurgulanır. Güç akılla, aklıselimle, ciddiyetle birleştiği zaman anlamlıdır. Winston Churchill kazandığı bir başarıdan sonra lüzumsuz bir sevinç görünce dönmüş şöyle demiş. ‘Bu bir son değil, sonun başlangıcı da değil, ancak başlangıcın sonu. Bundan sonra doğruları yaparsak zafere ulaşabiliriz.’ Biz harekât başlamadan önce Şam’a, Musul’a gidip de, Halep’e plaka dağıtan trollerin aklıyla devlet yönetilemeyeceğini bir kez daha hatırlatıyoruz. Atatürk’ten emanet bu ülkenin verilecek bir karış toprağı yoktur, kimsenin de bir karış toprağında gözümüz yoktur.”
“KONGRELERDE İLÇE BAŞKANLARIYLA DEĞİL, PAZARDA HALKA BULUŞ”
“2024’ün son grup toplantısında Erdoğan’ı iç politikaya yönelik sahte kahramanlığı bir an önce bırakmaya, rasyonel düşünüp rasyonel davranmaya, fiziken il kongrelerinde gezerken ruhen Suriye‘de dolaşmayı bırakmaya, bu ülkenin gerçek sorunlarına odaklanmaya, Suriye meselesini de bunun üzerinden çözüm odaklı ilerletmeye bir kez daha davet ediyorum. Erdoğan Gaziantep’e gitti, Kocaeli‘ne, Sakarya’ya, Erzurum’a, Mardin’e, Muğla’ya, il kongrelerine. Sayın Erdoğan il kongrelerine gidip atadıklarına kendini alkışlattırmak kolay. Sen Gaziantep’te Bakırcılar Çarşısı’na gidip, bir fıstık üreticisinin karşısına geçip ‘Halinden memnun musun bu sene’ diyebildin mi? Onu bana söyle. Sen Kocaeli’nde il kongresine gidip ilçe yöneticilerine, ilçe başkanlarına, mahalle sorumlularına kendini alkışlatacağına Fethiye Caddesi’ne çıkabildi mi? Fethiye Caddesi’nde 17 bin lira asgari ücret alan bir emekçinin karşısına gidebildin mi? Sakarya’da Çark Caddesi’ne gidip de karşıdan gelen bir esnafı görünce çark etmeden yanına varabildin mi? ‘İşler nasıl’ diyebildin mi? ‘Siftahı kaçta yaptın bugün’ diyebildin mi? Önce bir onu söyle. Sen Mardin’e gittin. Hububat Pazarı’nda bir kürsü çekip de oturabildin mi? Mardinlilere ‘Bu Ahmet Türk aslında bizim ittifak ortağına göre bile çok iyi bir insan. Siz her seferinde artan oylarla onu seçiyorsunuz, ben utanmadan sıkılmadan Ahmet Türk gibi birine üçüncü sefer kayyum atadım’ diyebildin mi? Sen Muğla’ya gidip Menteşe Köylü Pazarı’nda kendi ürettiklerini satmaya çalışan, dünyanın en pahalı mazotunu kullanan çiftçilerle hemhal olabildin mi? Sokağa çıkamayacaksın, pazara varamayacaksın, çarşıda dolaşamayacaksın, il kongresinde Cumhuriyet Halk Partisi’ni yuhalatacaksın. Hadi canım sen de, hadi canım sen de. Bak bu örgüt ayakta, bu grup ayakta, Cumhuriyet Halk Partisi ayakta. Türkiye’yi ayağa kaldırdılar, hakkını arıyor. Seni il kongresinde değil, illerin pazarlarına gitmeye, ilçe başkanlarıyla değil, o ilçelerin halkıyla buluşmaya davet ediyorum. Hodri meydan. Sokağa çıkamayan adam, kongre adamı, salon siyasetçisi seni. Çık sokağa, hodri meydan görüşelim. Hepinize saygıyla selamlıyorum. Sağ olun, var olun.”