MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan için yaptığı çağrıyı değerlendiren 2013 yılındaki çözüm sürecinin Akil İnsanlar Heyeti üyesi akademisyen Doç. Dr. Vahap Coşkun, TUSAŞ’a yapılan terör saldırısı gibi eylemleri önceki çözüm süreçlerinde de tanık olduklarını belirterek, “PKK içerisindeki bazı kimseler bu silahlı sürecin devam etmesini isteyebilir, devlet içinde de PKK ile bu tür müzakerelere gidilmesinden rahatsız olan unsurlar olabilir. Dolayısıyla bu tür süreçlerde sürekli sabotaj eylemi olabilir” dedi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de TBMM’deki grup toplantısında yaptığı çağrıyla ilgili tartışmalar sürüyor. Bahçeli’nin açıklamasıyla başlayan süreci ANKA Haber Ajansı’na değerlendiren Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi ve 2013’te başlayan çözüm sürecinde Akil İnsanlar Heyeti’nde yer alan Doç. Dr. Vahap Coşkun, 1 Ekim’den itibaren Türkiye’nin yepyeni bir siyasal atmosfere uyandığını söyledi.
1 Ekim’den önce Kürt meselesinin demokratik bir şekilde tartışmanın bütün imkanlarının daraltıldığını belirten Coşkun, “Ama şimdi Devlet Bahçeli’nin yaptığı açıklamadan sonra yeniden bir çözüm süreci olabilir mi, Kürt meselesini demokratik yollardan çözebilir miyiz şeklinde bir arayış başladı. Devlet Bahçeli, bu arayışını sadece Meclis’te DEM Partililerle tokalaşmakla sınırlandırmadı. Daha sonra 2 grup toplantısında, Abdullah Öcalan’a 2 ayrı çağrıda bulundu. Hatta son çağrısında Öcalan’ın PKK’ya silah bıraktırması koşuluyla gelip Meclis’te DEM Parti’nin grup toplantısında konuşabileceğini söyledi. Dolayısıyla 2016’dan bugüne kadar gelinen süreçteki izlenen siyasetten daha farklı bir siyasetle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Elbette bu tam anlamıyla bir sürece evrilir mi, bunun mimarisi nasıl olacak önümüzdeki günlerde göreceğiz ama burada hükümetin, Kürt meselesinde yeni bir siyaset arayışında olduğunu söylememiz mümkün” diye konuştu.
‘Ceza mevzuatımıza göre, Öcalan’ın çıkma imkanı yok, cezasını ölünceye dek hapishanede geçirmesi gerekiyor’
Bahçeli’nin “umut hakkı” söylemini de değerlendiren Coşkun, bunun ancak yasal düzenlemeyle sağlanabileceğini ifade etti. “Umut hakkı”nın hapis cezası alanların iyi halli olma koşuluyla cezaevinde çıkıp çıkamayacaklarına dair bir değerlendirmeyi içerdiğini belirten Coşkun, “Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararlar var. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bir kimsenin almış olduğu hapis cezası ne kadar ağır olursa olsun, bir gün dışarıya çıkarılacağına dair bir umudun olması gerektiğini belirten kararlar verdi. Dolayısıyla umut hakkı, iyi halli bir ceza almış kimsenin cezaevinde çıkıp çıkmaması konusunda bir değerlendirme yapmayı içeriyor. Bu anlamda Abdullah Öcalan, zaten 25 yıldır tutuklu. Ama bizim ceza mevzuatımıza göre, Öcalan’ın çıkma imkanı yok, cezasını ölünceye dek hapishanede geçirmesi gerekiyor. Bu umut hakkına yönelik bir yasal düzenlemenin yapılabilmesi için hem ceza kanunumuzda hem infaz kanunumuzda düzenlemeler yapmak lazım. Ancak o zaman Öcalan’ın, umut hakkından istifade etmesi ve dışarı çıkabilmesi mümkün olabilir. Bu ancak hukuki bir düzenlemeyle olabilecek, fiili olarak gerçekleştirebilecek bir durum değil. Bahçeli’nin ‘Öcalan gelsin Meclis’te konuşsun’ ifadesini de gerçekten Öcalan, Meclis’e gelsin konuşsun şeklinde anlamamak gerekir. Bu, metaforik bir ifade. Yani eğer bu süreç başarıya ulaşırsa, Öcalan’ın dışarıya çıkabilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılacağına işaret ediliyor” ifadelerini kullandı.
‘En önemli husus, bu sürecin başarıya ulaşmasıdır’
Öcalan’ın Meclis’te konuşması ve ev hapsine alınmasının toplum tarafından nasıl karşılanacağını da değerlendiren Coşkun, “Bu durum önümüzdeki dönemlerde sürecin nasıl işleneceğine bağlı olarak şekillenebilecek bir durum. Eğer gerçekten Kürt meselesi çözülür, çatışmalar ortadan kalkar, ölüm haberleri tamamıyla son bulabilirse, toplumun bunu kabul etmesi daha rahat olabilir. En önemli husus, bu sürecin başarıya ulaşmasıdır. Başarıya ulaştığı takdirde bunu topluma anlatılması, toplum nezdinde kabul edilmesi için gerekli çalışmalar da yapılır” dedi.
‘Öcalan’ın yapacağı çağrı boşa çıkmış olduğunda bu, Öcalan için iyi bir pozisyon olmaz’
Öcalan’ın silahları bırakma çağrısının öncelikle örgütün kabul edeceğine dair bir güvencesi olması gerektiğini anlatan Coşkun, şunları söyledi:
“Öcalan’ın yaptığı çağrı ve bu çağrı PKK tarafından kabul edilmezse o zaman hem Öcalan’ın liderliği sorgulanmış olur hem yapmış olduğu çağrının boşa çıkması onu barış sürecinde bir aktör olmaktan çıkarır. O nedenle bence Öcalan, çağrı yapacaksa daha öncesinde birtakım hazırlıkların yapılmış olması gerekiyor. Bunun altyapı çalışmasının yapılması, PKK ile müzakere edilmesi, PKK’nın böyle bir çağrı karşısında bunu kabul edeceğine dair bir anlayışın olması gerekir. Aksi takdirde Öcalan’ın yapacağı çağrı boşa çıkmış olduğunda bu, Öcalan için iyi bir pozisyon olmaz. Öcalan’ın böyle bir risk alacağını düşünmüyorum. Bence bu süreçte çağrı yapacaksa, bunun gerekli hazırlıklarını yaptıktan sonra böyle bir çağrı yapacaktır. Nitekim, yeğeni Ömer Öcalan aracılığıyla kamuoyuna verdiği mesajda, kendisinin bu çatışmayı sonlandıracak teorik ve pratik güce sahip olduğunu ama şartların oluşturması gerektiğini ifade ediyor. Dolayısıyla çağrı birden yapılacak bir çağrı değil. Belki bunun altyapısı için görüşmeler devam etmektedir. Ancak bir karşılık bulabileceğine dair bir pozisyon olursa Öcalan çağrı yapabilir.”
“Çatışmanın bitmesinden, silahların devreden çıkmasından her kesimden rahatsız olacak olanlar var”
Bahçeli’nin yaptığı açıklamanın ardından Ankara’daki TUSAŞ’a yapılan terör saldırısı gibi eylemleri önceki çözüm süreçlerinde de tanık olduklarını söyleyen Coşkun, şunları kaydetti:
“Bu, çözüm süreçlerinde karşımıza sıklıkça çıkan bir durum. Çünkü çatışmanın bitmesinden, silahların devreden çıkmasından her kesimden rahatsız olacak olanlar var. PKK içerisindeki bazı kimseler bu silahlı sürecin devam etmesini isteyebilir, devlet içinde de PKK ile bu tür müzakerelere gidilmesinden yapılmasından rahatsız olan unsurlar olabilir. Dolayısıyla bu tür süreçlerde sürekli sabotaj eylemi olabilir. Muhtemelen süreci hazırlayanlar da bunları beklemekteler. Ankara’daki eylem de böyle bir eylem. Bu işin siyasetle, demokratikleşmeyle, hukuk ile olmayacağı, tamamıyla çatışma ve silahla olacağına dair topluma mesaj veren bir eylem. Tabi bu eylemin başarıya ulaşıp, ulaşamayacağı aktörlerin bu eylem karşısında nasıl tavır alacaklarına yakından ilintilidir. Eğer aktörler buna rağmen siyasi mekanizmalarını kullanma konusunda ısrarlarına devam ederse, bu tür eylemlerin etkisi azalır ve eylemler boşa çıkar. Ama bu eylemlerden sonra siyasal mekanizmalar, kanallar tıkanır, tekrar çatışmaya yönelinirse bu eylemler başarılı olur. Benim kanaatim, ilk verilen tepkilerin bu eylemin arkasındaki amacın aktörler tarafından anlaşıldığıdır. Gerek Devlet Bahçeli’nin açıklamasına baktığınızda gerek Selahattin Demirtaş’ın açıklamasına baktığımızda, bu inisiyatifi sürdürme konusunda bir kararlılığın olduğunu görmek mümkün.”
‘AK Parti, MHP, DEM Parti ve CHP süreci destekliyor’
Coşkun, bu sürecin önceki çözüm süreçlerinden daha büyük bir avantaja sahip olduğunu belirterek, diğer süreçlerde en önemli muhalefet olan MHP’nin bu kez sürecin içerisinde olduğuna dikkat çekti. Coşkun, konuşması şu sözlerle tamamladı:
“Diğer süreçte ana muhalefet partisi CHP’nin olumlu bir rol oynamadığı görülüyordu bu kez ise CHP, bu sürecin iyi bir şekilde sürdürülebilmesi için üzerine düşen bütün görevleri yapacağını ifade ediyor. Sayın Özgür Özel, hem Demirtaş ile görüşmesinde hem de Diyarbakır’da yaptığı açıklamada, süreçte kesinlikle tıkayıcı olmayacaklarını, kanın durması için atılacak her adımı destekleyeceklerini söyledi. Meclis’te AK Parti, MHP, DEM Parti ve CHP’nin süreci desteklediği bir durum var. O nedenle Meclis’te geçen sürece oranla daha olumlu bir tabloyla karşı karşıyayız. MHP’nin işin içerisinde olması özellikle milliyetçi kanattan gelecek eleştirileri, tepkileri absorbe etme konusunda çok ciddi bir avantaj oluşturabilir. Burada muhalif olan İYİ Parti var. Ama İYİ Parti’nin gerek kendisinin içinde bulunduğu sorunlar, gerek etkileyebildiği kesimlerin az olması, onlardan gelecek olan tepkilerin azaltılması daha kolay olabilir. Gerek iç koşullar açısından gerek dış koşullar açısından 2013-2015 yılına oranla Türkiye daha avantajlı durumda. Sürecin mimarisi iyi bir şekilde inşa edilirse, sürecin başarıya ulaşma ihtimali çok daha yüksek.”